Boyabat İmam-Hatip Lisesi‘ni 1982 senesinde başarı ile bitirmiş yeni ufuklara yelken açmak için fırsat bekliyordum… İdeallerim, hayallerim ve bir gayem vardı: Din-i Mübin-i İslam’a hizmet etmek…
İmam-Hatip lisesinde Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan burslu okumuştum. Onun için 1982 yılının Eylül ayında Diyanet İşleri Başkanlığı’nda yeterlilik sınavına çağrıldım. Birçok katılımcının olduğu sınavı başarı ile verdim ve Sinop İl Müftülüğü emrine tayinim çıktı. Bir hafta on gün içerisinde Sinop İl Müftülüğüne yer belirlemek üzere davet edildim.
İlk görev yerim
O zaman Sinop il müftümüz Kore‘de moral hocası olarak da görev yapmış olan Zübeyir Koç isminde çok dirayetli ve çok disiplinli bir hocamızdı.
Orada mülakata tabi tutulduktan sonra Boyabat Engilekin Köyü‘ne 12.10. 1982 tarihinde resmen tayinim yapıldı. Böylece ilk idealime kavuşmuş oldum.
Babam rahmetli de tayin edildiğim o köyün 5-6 km ilerisinde imamlık yapmıştı… Hatta ilkokul beşinci sınıfı babamın imamlık yaptığı Doğrul Köyü’nde bitirmiştim… Gideceğim görev yerini de daha önceden yoldan geçerken görmüştüm.
Köye ilk gittiğim gün hayli ilginç bir tevafukla karşılaştım. Köyde ilk olarak köy muhtarını aradım. Kahvede bulabileceğimi söylediler. Kahvede muhtarı bulup birer çayını içtik. Tanıştık, sohbet ettik ama sanki onu daha önceden tanıyormuşum gibi bir his vardı bende. Tam çıkartamadım.
Babam da ilk görevim olması dolayısıyla benimle gelmişti. Babamla birlikte muhtarın arabasına binmiş giderken muhtar bir anda durdu ve şöyle dedi: “Hocam ben seni tanıyorum, geçen sene İstanbul’dan gelirken otobüste yan yana gelmiş ve seninle 600 km yolu uyumadan sohbet ederek geçirmiştik.”
Hatırlamış olmanın rahatlığı ile birbirimizin yüzüne bakıp gülümsedik. Muhtar sözüne devam etti: “Hocam hatta orada Allah bizim köye de senin gibi imam verse diye içimden geçirmiştim. Pek namazım niyazım da yok ama Allah benim gibi bir kulunun duasını kabul etti demek ki…”
İlk namazı titreyerek kıldırdım
Muhtar kendi dediğini yapan otoriter bir kişiliğe sahipti. Gideceğim köy dört mahalle idi. Her gelen hoca orta mahalleye gelirmiş. Muhtar bana; “Osman Hocam orta mahallede ben başta olmak üzere pek camiye gelen yok seni Karandu Mahallesi‘ne getireceğim” dedi
Muhtar o akşam bizi daha önceden eğitmenlik yapmış, iki oğlu da Kur an kursunda okuyan Selahaddin amcanın evine misafir olarak bıraktı.
Akşam, yatsı ve sabah namazlarını duyup gelen cemaate ayaklarım titreyerek kıldırdım.
Artık resmen vazifeli idik. Peygamber Efendimiz’in makamına vekalet ettiğimin farkındaydım. Acaba layık olabilecek miyim, hakkını verebilecek miyim diye içten içe kendimi sorguluyordum… Rabbi’me dua ettim; “Allah’ım, beni utandırma , insanlara din-i mübin-i İslam’ı anlatıp yaşamakta bana yardım eyle!”
Şu ana kadar açık olmayan camiyi açtık, bakım onarım derken yavaş yavaş da cemaati toplamaya başladık. Cuma namazları dört beş köyün bir araya gelerek yıllardır kıldıkları 2.3 km uzakta cuma camisinde kılınıyordu. Kış günleri kar yağmur hakikaten çok zor oluyordu. Üstelik cumaya benimle giden ya iki ya üç kişi idi.
“Bu böyle olmaz” diye düşündüm. Köyün ileri gelenleri ile istişare yaparak cumayı köyümüze almaya karar verdik. Durumu ilçe müftümüze arz edince, müftü bey; “Nasıl uygun ise öyle yapın” dedi. Bunun üzerine kolları sıvadık camiye bir minber bir kürsü yaptırıp camimizi cumaya hazırladık.
“Esas görev şimdi başlıyor” diye düşündük ve ev ev herkesi camiye davet ettik. Elden geldiğince bir hizmet vermeye çalıştık. Bilhassa dargınları barıştırma hususuna önem verdik. Hatta o mahallede cinayete karışmış iki aileyi evlerinde ziyaret ederek, İslam’ın bu husustaki hassasiyetini misallerle onlara anlattık. Daha sonra aynı camide namaz kılmaya başladılar.
Namaza gelmeyene ceza
Cemaatle öyle bir kaynaştık ki aramızdan su sızmıyordu, onlar beni çok sevdi ve saydı bende onları. Camimiz cemaatle dolmaya başladı, alt katta soba yanıyor, sıcak su hazır, sohbet muhabbet bir birini kovalıyor.
Cemaatle karar aldık; iki vakit kim camiye gelmezse akşam kaç cemaatimiz varsa hep beraber evine gideceğiz… O da ceza olarak ikramlar yapacak gelen misafirleri memnun edecek. Çok isabetli oldu. Cezayı gören ertesi akşam camiye geliyor… Kim gelmedi diyerek oda bu kervana katılıyor…
Camide, evlerde sohbet, çocuklara ders derken köyümüzde bir canlanma oldu. Civar köylerden ziyaretler başladı. Cumaları artık camimiz civar köylerden de gelenler le doldu taştı. Baktık camimiz cemaati almayınca dışarıdaki avluyu camimize ilave ettik…
Çocuklar da artık akın akın camiye geliyordu. Sabah ders başlıyor, öğle namazı cemaatle kılınıp evlere dağılınıyordu. Kısa sürede Kur’an’ı hatmettik çocuklarımızla… Onları daha güzel teşvik etmek için camide bir program yapmaya karar verdik.
Camimizde çocuklarımızla çok güzel bir hatim programı yaptık. Gelen misafirlere programın sonunda güzel bir yemek ikramı yapıldı. O zaman köyümüzde elektrik yoktu; ezanı akü ile okuyorduk. Hatim programının sesini cami minaresinden dışarı verdik. Hala tüylerim diken diken oluyor o günü hatırladıkça. Herkes göz yaşlarını tutamamış, çok feyizli bir gece geçirmişti.
O sene dört beş kadar çocuğumuzu Boyabat İmam-Hatip Lisesi’ne yazdırdık elhamdülillah… Artık çalışmalarımız semeresini vermeye başlıyordu ama daha yapacak çok işimiz vardı.
Osman Gülşen/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
Allah Celle Celaluhu, sayınizı meşkur eylesin!
Amin sevgili kardesim . Allah razi olsun.