Aşk ile feyz ile ilim yolunda…

Yeni nesillerin hayırlı bir şekilde yetiştirilmesinde, örnek şahsiyetlerin onlara numune olarak gösterilmesinin katkısı büyük olacaktır. Merhum Ahıskalı Ali Haydar Efendi de onun gözde talebesi merhum Emin Saraç Hocamız da bizler için iki güzel örnektir. Ali Haydar Efendi ömrünü talebe okutmakla geçirmiştir. Emin Saraç Hocamız da üstadından aldığı feyz ile uzun yıllar Fatih Camii’nde talebe okutmuştur. Her ikisinin de ilerlemiş yaşlarına rağmen, tedrisatı bırakmayıp ders vermeye devam etmeleri, göz yaşartacak düzeyde etkileyici bir fedakârlık örneğidir. 

Bu güzide şahsiyetlerin anlayışında gençliğe ilim ve irfan vermenin yaşı yoktur. Bunun emekliliği olmaz. Onlar, son nefeslerine kadar ilim yolunda yürümeyi şiar edinmişlerdir. Gençliğin eğitimini bir meslek olarak değil, manevî bir görev, bir sorumluluk, bir ideal olarak kabul etmişlerdir. İşte böyle mübarek eli öpülesi hocaların yetiştirdiği şahsiyetler, Allah’ın izni ile hayırlı nesiller yetiştirmeye muvaffak olacaktır.

Talebe okutmak

Allah rızası için sabırla ve istikrarla talebe okutmak, herkese nasip olmayan çok büyük bir mazhariyettir. İslam’ın sahih bir şekilde yeni nesillere aktarılabilmesi ancak, itikadı sağlam olan hocalarımızın talebe yetiştirme yönündeki gayretleri ile mümkün olacaktır. Bundan dolayıdır ki âlimlerimiz bu konuda azami gayret sarf etmişler ve etmeye de devam etmektedirler.

Ders okutan gerçek âlimlerimizin milletimiz nazarındaki değeri çok büyüktür. Vefa duygusuyla temeyyüz eden milletimiz, onları hiçbir zaman unutmamış ve hep hayırla yâd etmiştir. Yakın zaman önce vefat eden Emin Saraç Hocamıza gösterilen ilgi bunun bir ispatıdır.  

Bu yazıda merhum Emin Saraç Hocamızın ilim yolunda yaşadığı etkileyici portrelerden bir kaçına yer vermek istiyoruz. Talebelerinden Nureddin Yıldız Hoca, merhum Emin Saraç Hocamızın bizzat kendisinden dinlediği düşündürücü ve hüzünlü bir hatırayı naklediyor. Bendenizi her okuduğumda duygulandıran hatıra şöyle:  

Ağlatan bir hatıra

Emin Saraç Hoca henüz on beş- on altı yaşlarındadır. Babası onu abisi ile birlikte ilim tahsil etmeleri için İstanbul’a gönderir. İstanbul’a gidecekleri gün, köylüler onları yolcu etmek için erkenden kalkar ve evlerinin önüne gelirler. Şose denilen mevkie kadar onlarla gelip ellerindeki çuvalları ve yükleri taşımalarına yardım ederler. Ne var ki köylüler bile onları yolcu ederken annesi köyün meydanına gelince; “Emin, benim bahçede işlerim var oğlum, sen gidersin! Hadi sen git!” der ve oradan ayırılır. Bir elli – yüz metre kadar daha gidince babası; “Emin, oğlum ben de bahçeye gideyim, sen gidersin!” der ve o da ayrılır. Genç Emin anne babasının kendilerini yolcu etmeye gelmemesine çok içerler.   

Derken İstanbul’a ulaşırlar, Üçbaş Medresesi’ni ve Ali Haydar Efendi’yi bulurlar. Derslere başlarlar… Bu arada ara sıra Fatih Camii’ne gidip gelirler. Emin Hoca bu dönemde annesini, babasını kafasından adeta siler. “Madem bahçeleri benden kıymetli, ben de mektup yazmayacağım!” diyerek üç ay mektup yazmaz onlara…

Bir gün Fatih Camii’nde köylülerinden birisiyle karşılaşır. İkindi vaktine kadar görüşüp sohbet ederler. Köylüsü der ki: “Emin! Epeyce zamandır sohbet ediyoruz. Sen, hiç anneni, babanı sormuyorsun. Merak etmiyor musun? Bak, ben köyden geliyorum, iki gün önce köydeydim dedim sana…” On altı yaşlarında genç bir delikanlı olan Emin Saraç Hoca; “Yok etmiyorum” diye cevap verir. Köylüsü; “Niye yok oğlum?” der. Emin Saraç Hoca şöyle der: “Görmedin mi orada, birisi bahçeye gideceğim diye beni kapıda bıraktı, öbürü de yolda bıraktı. Beni sevseler Şose’ye kadar yolcu ederlerdi. Köye gelen misafirleri bile Şose’ye kadar uğurluyorlar, beni neden uğurlamadılar?” 

İşin aslı öyle değil

Köylüsü; “Bak yavrum” der ve olayın aslını anlatır: “Böyle düşündüğünü biliyordum. Yanlış düşünüyorsun. Bak üç ay oldu sen İstanbul’a geleli. Anneni ben her sabah görüyorum. Seni uğurladığı yerden ağlaya ağlaya tarlaya gidiyor, bahçeye gidiyor. Annen hâlâ ağlıyor. Babana da; ‘Emin nerede?’ diye sorulduğunda o da ağlamaya başlıyor. Yavrum, o olayı biz biliyoruz. Baban annene demiş ki: ‘Bak Hatun, bu çocuğu biz aşağı kadar uğurlarsak sen orada muhakkak ağlarsın, ben de ağlarım. E, bu çocuk anasının, babasının ağladığı yerden giderse üç- beş ay sonra geri gelir. Bırak içimize gömelim hasretimizi… Bizi sert bulsun… Burayı özlemesin… Koca bir âlimin talebesi olsun, onun evladı olsun… Yoksa yetiştiremeyiz biz bu yavrumuzu’ İşte böyle evladım işin aslı budur.”

Genç Emin bunu öğrendikten sonra pişman olur. İleride o günleri hatırlayınca; “Çok ağladım, çok üzüldüm, annem, babam için böyle yanlış düşündüğümden” diyecektir. Bizim bu hatıradan anladığımız şudur ki, hayatta bir takım fedakârlıklar yapmadan güzel neticeler almak mümkün olmuyor. İşte Emin Saraç Hocamız gibi kıymetli değerler böyle fedakârlıkların neticesinde yetişiyor. Bu ulvi yolun yolcusu olmak ve hayırlı sonuçlar almak isteyenler bir takım zorlukları mutlaka göze almak durumundalar.

Elbette ki her anne baba gibi muhterem Emin Saraç Hocamızın anne ve babası da onu çok sevmekte ve evladı için en güzel temennilerde bulunmaktaydı. Onlar o kadar güzel bir aile idi ki evlatlarının ahiretini kurtarmak için onları İslami ilimler öğrenmeye teşvik ediyorlardı. Büyüyünce güzel bir âlim olmalarını ve İslam’a hizmet etmelerini umuyorlardı. İşte bu güzel duygularla bağırlarına taş basıp, onları gurbet ellere yollamışlardı. Evlatları ilimlerle meşgul olsunlar, yuvalarını pek düşünmesinler diye de anlaşılan o ki onları yolcu etmeye gitmemişlerdi.

Ali Haydar Efendi ile olan hatırası

Emin Saraç Hoca çocuk denilecek yaşta gurbet ellerde ilim peşinden koşarken, bir taraftan da o sırada yaşı doksanı geçmiş olan Ali Haydar Efendi gibi büyük âlimlerden ders ve feyz almanın, istifade etmenin bereketini yaşıyordu. Hocamızın merhum Ali Haydar Efendi ile olan hatırasını ise talebesi Prof. Dr. Halil İbrahim Kutlay Hocamız naklediyor.

Bir gün Ali Haydar Efendi merhum, Emin Saraç Hocamıza şöyle diyor: “Hafız Emin! Gördüğün gibi çok yaşlandım. Gücüm takatim kalmadı. Sesim soluğum çıkmıyor. Artık ders veremeyeceğim.” Hocasına üzülerek de olsa mecburen “tamam” diyen Emin Saraç Hoca, Fatih Üçbaş Camii’nin yanındaki medresedeki odasına dönüyor.

Ertesi sabah odasının penceresinden bir tıkırtı duyuyor. Bakıyor ki Hocasının kendi gibi çok yaşlı olan hanımı… Bu mübarek yaşlı kadın İsmailağa’daki İsmet Efendi Tekkesi’nden Üçbaş Camii’ne kadar zar zor gelmiş ve pencereye vuruyor… Pencereden; “Hafız Emin oğlum! Hocaefendi seni çağırıyor” diyor ve gidiyor. Emin Saraç Hocamız, hemen hazırlanıyor ve Hocasının huzuruna çıkıyor. Ali Haydar Efendi ona; “Hafız Emin! Dersi bıraktığım için dün gece uyuyamadım. ‘Bu nefes bende varken ben nasıl ders vermeyi reddedebilirim?’ diye düşündüm. Sen yine gel, derse devam edelim” diyor. Allah aşk ile, feyz ile ilim yolunda ömürlerini bereketlendiren bu güzel büyüklerimize rahmet eylesin.  

Aydın Başar/ Altınoluk Dergisi

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Mehmet Feyzi Efendi farklı bir zattı…

İmam hatipte okurken yaz tatillerinde İstanbul gibi manevi üstadların bol olduğu bir şehirde birçok güzel …

Bir yorum

  1. RAHMETLİ EMİN SARAC OCA EFENDİYİ YİNE CENNET MEKAN RAMAZANOĞLU HACİ SAMİ EFENDİYİ MEDİNE MUNEVEREDE ZİYARETE GELMİŞTİ ORDA TANİŞTİ HOCAMİZLA BİRDE MEDİNEDEN GELEN MİSAFİELERİ O ZAMANAN BELEDİYE BAŞKANİ OLAN ALİ NABİ KOÇAĞİN YANİNAYETİRDİ ORDA MERKEZ KURAN KURSUNDA TEKRAR GÖRMEK TANİŞMAK NASİP OLSU ALLAH RAHMET ETSİN ŞEFAATLARİNA BİZLERİ SİZLERİ NAİL ETSİ BU DEĞERLER RABBİMİN NAZLİ KULLARİDİR ALLAH İNDİNDE İTİBARLARİ OLDÜĞÜNA ANANANLARDANİM ÇUNKU HAYATLARİ NİN SONUNA KADAR RABBİMİN KELAMİNİN OKUNMASİ VE EZBERLENMESİ İÇİN GECELERİNİ GÜNDÜZLERİNA KATARAK HİZMET ETMİŞLERDİR BEN ŞHİDİM RABBİM FİEMANİLLAH

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.