Bir hakikat alimi Ebubekir Sifil hoca

Dr. Ebubekir Sifil Hocamızın, merhum babasını anlattığı “Bir Fikri Hoca geçti bu alemden” başlıklı yazısını okuyunca; “Bir Ebubekir Hoca var bu alemde!” şeklinde bir yazı yazmayı gönlümden geçirmiştim.

Sağolsun bazı dostlar; “Bidatlerin yaygın olduğu bu devirde istikamet ehli sağlam hocaları dilinin döndüğünce yazmalısın” diyerek beni teşvik ettiler. Fakir de bu teşvikler sonucunda gayrete gelerek bu satırları belki şahitlik, belki de vefa adına yazmak istedim.

İlim talebesi olamayıp ilim ehlini sevenlerden olmaya çalışan biri olarak niyetim, bir alime olan muhabbetimi izhar etmekten başka bir şey değil… Yoksa bu yazıda Dr. Ebubekir Sifil Hocamızın ilmî kıymet ve müktesebatından bahsetmeye haddim olmaz… Buna takatim de yetmez kesinlikle…

Tahdis-i nimet

Millî Gazete’de 2000 yılında yayınlanan ilk röportaj ve yazılarından itibaren kalbimde sevgi ve temayül hissettiğim, on yedi yıldır aralıklı da olsa takip etmeye çalıştığım hocamızdan ve yazılarından  bahsetmek kendi adıma tahdis-i nimet sayılabilir.

Burada vefanın bir gereği olarak Dr. Ebubekir Sifil Hocamızla tanışmama vesile olan, hocanın ilmî ehliyeti konusunda beni bilgilendiren ve yazılarını takip etmem hususunda fakiri teşvik eden kıymetli Ömer Faruk Akkaya hocamızı minnet ve şükranla anmadan geçemeyeceğim.

“Kişi sevdikleriyle beraberdir” (Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165) buyuruyor Peygamber Efendimiz… Bu hadis-i şerifi ilk defa duyan Eshab-ı Kiram’ın buna çok sevindikleri, hatta İslamiyetle şereflendikten sonra hiçbir şeye bu kadar sevinmedikleri rivayet ediliyor.

Bu hadis-i şerifi duyan Hazreti Enes radıyelllahü anh’ın; “Ben Allah’ı, Resulu’nü, Hazreti Ebu Bekir’i ve Hazreti Ömer’i seviyorum. Onların yaptığı ibadetleri ve güzel hareketleri yapamasam bile onlarla beraber olmayı umuyorum” buyurduğunu Riyaz-üs Salihin’den okuyunca, “Biz de onları çok seviyoruz” diye içimden geçirmiş ve onlara gönül sultanlarını, alimleri ve bizleri ehl-i sünnet çizgisinde aydınlatan bazı hocalarımızı da eklemiştim.

Yrd. Doç. Dr. Ebubekir Sifil Hocamız, Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay Hocamız, Dr. Mehmet Sürmeli Hocamız, İbrahim Cücük Hocamız, Dr. İhsan Şenocak Hocamız, Nureddin Yıldız Hocamız, Muhammed Emin Yıldırım Hocamız o an gönlümden geçen isimlerden sadece bazılarıydı.

Hakikate sadık

Bu yazıda sizlere Alvarlı Efe Hazretleri’nin gönül ikliminden beslendiğini bir vesileyle öğrendiğim ve Muhammed Zahid el-Kevserî Hazretleri’ni bir “kutup yıldızı” olarak görüp izinden yürüyen Ebubekir Sifil Hocamızla ilgili bazı küçük notlar paylaşmak istiyorum.

Öncelikle Hocamızın; “Bu konuda bilgim yok, böyle bir rivayet var mı bilmiyorum” tarzında ifadeler kullanmaktan gocunmaması onun İmam-ı Azam Efendimiz’in ilmî tevazusunu kuşandığını gösteriyor. Kaleminden yahut dilinden herhangi bir nedenle yanlış bir söz sâdır olmuşsa onu düzeltmeye çalışması ve “Allah rızası için bunu yayın ki doğrusu öğrenilsin, vebal altında kalmayalım” demesi, onun bu tavrının misallerinden. Bu tavır hakikate sadakat adına çok az kimsede örneğini görebildiğimiz bir tutum olsa gerek…

Onun bu tür konularda ilmî tevazuyu elden bırakmamasında tasavvufa bakışının da bir rolü olsa gerektir. Hocamız sohbetlerinde ve yazılarında zaman zaman tasavvuf ehlince vurgulanan kavramlara da yer vermektedir. Nitekim Hocamızın, ümmetin başına kafirlerin zalimce üşüşmesine sebep olan kalplerdeki “vehen” (dünyayı çok sevmek, ölümden ikrah etmek) marazıyla ilgili Efendimiz’in uyarısını sıkça andığını biliyoruz. (İstikamet Yazıları c.2, s. 283).

Kalbi hastalıklarımızın tedavisi konusunda ise bir kitabında zikrettiği İmam Gazzali hazretlerine ait dört çözümden en salim yol olarak şunu vurguladığını görüyoruz: “Kalbin kusurlarını bilen, gizli afetlere muttali olan bir mürşide teslim olup huzurunda diz çökmek, bu mürşidi  kendisine hakim tanımak ve mücahedesinde onun işaretine uymak.” (Hikemiyât, s 182)

Eyvallahı yok

Tıpkı kadim ulemada olduğu gibi Hocamız da ilmin gereği olan faziletlere değer verme hususunda hassasiyet göstermekte ve bu konuda tavizsiz bir yol izlemektedir. Örneğin hiçbir hatırı hakikatin hatırından üstün tutmamaktadır.

“Bilgi çağı denilen bu çağ aslında bilgi kirliliği çağıdır” diyen Hocamızın, kulağa çok hoş gelen sloganvari ifadelere mesafeli duruşunu da buraya kaydetmeliyim. Hocamızın kim söylerse söylesin yanlış gördüğünü cesaretle ifade ettiğine takip edenler mutlaka şahit olmuşlardır. Makam mevki sahiplerine eyvallahı olmayan Hocamız, katılmadığı fikirlere mutlaka şerh koymayı bilmiştir. Çünkü bunu taşıdığı ilmin onun üzerindeki hakkı gereği yapmaktadır.

Onun kimseye eyvallah etmeyen tavrının bir örneğini de yazdığı gazete ile olan münasebetine bakarak görebilirsiniz. Yıllarca yazdığı gazete için; “Niçin orada yazıyorsunuz?” ifadeleriyle eleştirel bir yaklaşım gösterenlere komplekssiz bir duruşla; “Ya nerede yazacaktım!” başlıklı bir yazıyla cevap verdiğini, o gazetede yazılarına müdahale ihtimali gündeme gelince de kaleminin haysiyeti adına orada yazmayı bıraktığını biliyoruz.

Sabitesi sağlam

Hocamızın diğer bir dikkate değer yönü de yazılarında hassas kılcal damarlara temas etmesi ve nokta atışları yapmasıdır. Mesela Hocamız,  bir hareketin etrafındaki kişi sayısının hızlıca artmasının onların savundukları/takip ettikleri çizginin meşruiyet ve istikametinin ölçüsü olmayacağını, hatta şehidin bile fikirlerinin/eserlerinin şehadetinden bağımsız değerlendirilmesi gerektiğini yazılarında vurgulayarak bu konudaki müstakim bakışını izhar etmiştir. Bunu yaparken de “itikadi” sabiteyi tam da yerli yerine oturtmuştur.

Hoca bu tavrıyla belki de “Akıntıya karşı yürek çekmek” olarak da ifade edebileceğimiz, ilmi bir duruşu sergilemektedir. Akıntıya karşı yürek çekmek derken neyi kastettiğimiz konusunda küçük bir örnek verebilirim.

Hazreti Muaviye örneği

Yıllar önce Hazreti Muaviye radıyellahu anh hakkında yazılan bir yazıyı görünce; “Buna Ebubekir Sifil Hocamız Allah’ın izniyle ilmî bir cevap verir” diye tahmin etmiştim ve çok şükür yanılmadım…

Hoca nasıl ki defalarca, kulağa hoş gelen, mantıklı gibi görünen, tarihte kaç defa ısıtılıp gündeme getirildiğini bilmediğimiz soru ve sorunlara biiznillah ilmî, ikna edici cevaplar verdiyse buna da aynen öyle cevap vermişti. Şimdi o cevaba girmeyeceğiz ama onun bir sohbetinde dinlediğim şu sözünü nakletmem size Hocanın yaklaşımı ile ilgili bir fikir verecektir: ”Ehl-i Sünnet uleması, sahabeyi tartışma konusu yapmaya tahammül etmezler!

Hocamızın kitabında ise şu ifadeler yer alıyor: ”…Ehl-i Sünnet ulemayı başkalarından ayıran en önemli nokta, ona (Hazreti Muaviye) ya da sahabeden herhangi birine karşı saygısızlık anlamına gelecek, onların manevi şahsiyetlerini rencide edecek tavırlardan uzak durma hassasiyetini daima gözetmiş olmalarıdır” (İstikamet Yazıları c.1, s. 348)

İzzet ve vakar

Bu ve benzeri konuları izah ederken, eleştirilere cevap verirken hocanın konulara vukufiyetine şahit olup, hocayı tanımaktan ve sevmekten dolayı Allah’a hamd ettiğimi itiraf edebilirim. Hakiki iman ve ilmin insana nasıl bir güç, sekinet, izzet ve vakar verdiğini sayesinde görmüş oluyoruz.

Kendisine ait resmi internet sitesinde; “Bugüne kadar olduğu gibi, ömrümüz olduğu sürece bundan sonra da holiganlığa prim vermeden, doğru bildiklerimizi söylemeye devam edeceğiz… Kimler rahatsız olursa olsun…” notunu düşen hocamızın Hazreti Ömer radıyellahü anh’ın sünnet anlayışı hakkında doktora tezi olduğunu hatırlayınca, ilim meydanındaki “Ömerce duruşu”na şaşırmamak gerekir diye düşünüyorum.

İşte size onun Ömerce duruşunun bir örneği. Hocamız kitabında diyor ki: “Ortada bütün Müslümanları ilgilendiren bir mesele varsa -ki burada bir değil birçok mesele var- sessiz kalmam, alttan almam ya da idare-i kelam etmem söz konusu olamaz.” (İstikamet Yazıları, c.2, s.50)

“Bir kitabın tavsiyesi, bütün muhtevasının tekeffülü” şeklindeki hassasiyetiyle birlikte bir başka Ömer duruşlu alimin yani merhum İsmail Çetin Hocaefendi’nin tüm eserlerini tavsiye etmesi de manidardır.

İlmi mücadelesi

Hocamızın bidat ehli modernist fırkalara karşı müstakim duruşu birilerini de elbette rahatsız etmektedir. Onu “mezhepçi, gelenekçi vs” diyerek yaftalamaları boşuna değildir.

Tahrifçilerin tüm bu yaftalama çalışmalarına rağmen Hocamızın muhataplarına cevaplarını önyargısız bir şekilde okuyabilirsek/ izleyebilirsek sanki gözlerimizin önünden perdelerin açıldığını hissedip; ”Evet aradığım izah bu olmalı!” diyeceğimize ve bu yaftalamaların sığlığını fark edeceğimize yürekten inanıyorum…

Sami Ramazanoğlu hazretlerine ait olarak hatırladığım “Alimler peygamberlerin varisleridir” hadisine şerh sadedinde; “Kim ki varis-i enbiya ise, alim odur” tespitine örnek olacak şekilde hocamızın ümmetin derdiyle dertlendiğine, itikad, usül, fıkıh, hadis, tasavvuf, vs konularda hem içeriden hem dışarıdan gelen saldırılara karşı bulanıklaşan zihinleri ve gönülleri diliyle ve kalemiyle aydınlatmaya cehdettiğine şahid oluyoruz…

Önümüzdeki yıllarda Hocanın eserleri ve sohbetleri insanımızı, özellikle de genç kardeşlerimizi nebevî ölçülerden uzaklaştırmaya çalışan fikrî/akidevî akımlardan koruyacak güvenli bir sahil olacaktır inşallah…

Dr. Murat Göçgün/ İrfanDunyamiz.com

BENZER YAZILAR

İslam Alimleri ↗

Kıymetli İslam alimlerini tanıtan birbirinden güzel yazılar okumak için tıklayın.

Abide Şahsiyetler ↗

İslam’ın çilesini çekmiş öncü şahsiyetlere dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.