Hadislere düşman bazı ilahiyatçılar…

Son günlerde kaynaksız olarak paylaşılan, Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu’nun hadisler konusundaki uyarıcı ve aydınlatıcı yazısı:

Yakın dönemde vefat eden ve yanında doktoramı yapmaktan büyük onur duyduğum rahmetli hocam Prof. Dr. Talat Koçyiğit doktora günlerimde bir gün bana şöyle bir şey demişti. “Ben şaşırıyorum Nihat! Bazı hadisçiler hadise hizmet edip onu yayacaklarına, doğruyu yanlıştan ayıracak bir yol izleyeceklerine veya hadisleri şerh edeceklerine sanki hadislerin kökünü kazımaya çalışıyorlar.

İslam’a ve Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e zarar dışarıdan gelmez. Dışarıdan tahribat ve saygısızlık yapanları millet iyi tanır ve notunu verir. Ciddiye almaz, adam yerine koymaz, cevap vermeye bile değer bulmaz. Ama ilahiyat menşeli tahrifatçı ve tahribatçı daha çok zarar verir. Çünkü o, sureti hakikatten görünüp bozar. Düşmanlık yaparken “biz ıslahatçıyız” der.

Asıl hedefleri

Hadislere saldırırken onun gayesi doğruyu yanlıştan ayırmak değil, hadislerle müminlerin arasını açmaktır. Çünkü o insanları Kuran’a davet ediyorum, derken insanları Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’i ve hadisleri terk etmeye davet ediyordur. Hedefi budur. Yüreksiz olduğu için bunu söylemez. Şimdilik Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’i ve hadisleri tasfiye edecek, sonra da Kur’an-ı Kerim’i işlevsiz hale getirmek için her türlü yolu deneyecek.

Eski din mensupları kitapları değiştirdiler. Bunlar ise Kur’an’ı değiştiremeyeceklerine göre, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini anlamlarının dışına taşırmak için Kur’an’ın en önemli tefsiri olan hadisleri kaldırmaya, işlevsiz kılmaya çabalıyorlar. Peki niye böyle yapıyor bazı akademisyenler, ilahiyatçılar? Çünkü onlar yıllarca eğitimini aldıkları “oryantalistlerin” temsilcileri haline gelmişlerdir. Çünkü onlar bir gayrimüslimin kitabına baktığı gibi Kuran’a baktıkça, Peygamber Efendimiz’den uzaklaştıkça kalplerine mühür vurulmuştur.

Bunlar reformistlerin piyonu haline gelmişlerdir. Esas dertleri vahiyledir. Vahyin doğru anlaşılmasıyla ilgilidir. Kur’an-ı Kerim’i tahrif etmek için (yani ayetleri anlamlarından başka yerlere kaydırmak için) Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’i ve hadislerini etkisiz hale getirmek için çabalar, uğraşırlar.

Sözlerinde edep yoktur. Peygamber Efendimiz’den bahsederken bir arkadaşlarından bahsediyor aymazlığı içindeler. İhlastan nasipsizdirler. Kur’an-ı Kerim’i tefsir ederken kendi heva ve heveslerine göre hareket ederler. Hazreti Resul sallellahu aleyhi ve sellem’den uzaklaştıkça yüzlerine, hareketlerine, söylemlerine nasipsizlik siner.

Peygamberimizin hadislerini yaymak farzdır

İslam’ın ilk yıllarında Efendimiz sallellahu aleyhi ve selem Kur’an-ı Kerim dışında herhangi bir metnin – insanlar tarafından yazılmasını yasakladı. Bu geçici yasak, yazılacak her hangi bir metin Kur’an’a karışır endişesinden kaynaklanıyordu. Ancak “suffa” denilen üniversite kurulunca, taşlar yerine oturunca bu yasak kaldırıldı. “Veda Haccında” da bu izni alenileştirdi ve hatta bunu ‘farz haline’ getirdi.

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem veda hutbesinde şöyle buyurdu: “Beni dinleyin ve belleyin. Dediklerimi duyanlar, bugün burada olmayanlara iletsin. Benim sözümü işitip ezberleyen sonra da işittiği gibi başkasına ileten kişinin Allah yüzünü ağartsın.” (Ebu Davud, ilim, 10; İbn Mace, Mukaddime 18)

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem; “Sözlerinizi unutuyorum” diyen birisine de; “Elinden yardım iste/ yaz” diyerek hadis yazmasına teşvik etmiştir. (Hatıb, et-Takyid, 65) Netice itibariyle Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in hadislerin yazılmasını emrettiğini görmemiz mümkün.

Hadisler neden çoktur?

Bazıları diyorlar ki Peygamber Efendimiz’in ancak birkaç hadisi olabilir. Bundan daha büyük cehalet ve bilgisizlik olabilir mi? Hadislerin çok olmasından daha doğal ne olabilir ki! Çünkü hadis, Peygamberimizin konuşmaları, sohbetleri, yürümesi, uyuması, neleri helal sayıp yaptığı, neleri yapmadığı, sorulan sorulara cevapları, gülmesi, ağlaması, cami sohbetleri, ticari ilişkileri, alışverişleri, sulhu, savaşı, ailesiyle irtibatı, evlilik- boşanma, yüzme, ağaç aşılama, hukuki meselelerle ilgili açıklamaları gibi hayata dair her şeydir.

Bir insanın 24 saatinde ne varsa bütün bunlar hadisin konusudur. Varsayınız, Peygamber Efendimiz’in bir gününü kitaba geçirelim. En azından 50 sahifelik bir yazılı metin haline gelir. Bu da en azından 100 hadise denk gelir. Peygamberimizin peygamberlik süresi 23 yıldır. Bazı günler öylesine yoğun bir gündemi olmuştur ki, onlarca olay art arda gelişmiştir. Bunu güne çevirdiğimizde, 8200 güne yakın bir yaşam anlamına gelmektedir.

Peygamber Efendimiz 8200 gün peygamberlik dönemi geçirdi. Her gün sadece bir defa konuşmuş olsa(!) bu dahi 8200 hadise denk olur. Efendimiz hayatı boyunca, bir günde bir defa da mı konuşmadı! Böyle bir iddia ne kadar akılsızca ve bilimsellikten uzak olur. Ancak aklı, kalbi ve şuuru mühürlenmiş olanlar böyle bir iddiada bulunurlar.

Yüzbinlerce hadis aktarılmasına rağmen Hazreti Ebu Hureyre (yavru bir kediye olan düşkünlüğünden dolayı, Peygamber Efendimiz O’na kediciğin babası anlamında Ebu Hureyre demiştir) bu hadislerden sadece (5374) tanesini aktarmıştır. 

Buhari, Müslim, İbn Mace, Ebu Davud gibi büyük İslam âlimleri, sahih hadisleri bulmak için öyle sert ve acımasız bir kontrolden geçirmişlerdir ki kitaplarına aldıkları hadislerin sayısı (mükerrer hariç) on bini ancak bulmuştur. Bu bile hadislerin ne kadar hayati bir önem taşıdığını göstermek için yeterlidir. Bu bile bugün elimizde olan hadislerin ne kadar büyük bir hazine olduğunu ispat etmek için yeterlidir.

Sahih hadisler Yüce Rabbimizin bize verdiği en büyük nimettir. Bu hadisler sayesinde Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in bütün hayatı, hayatına ve sözlerine ait her ayrıntı, hangi ayetin hangi olaydan önce veya sonra veya hangi gerekçeyle indiği, nerede bize ne emrettiği, bizi nelerden sakındırdığı gibi hayati bütün bilgiler bizlere ulaşmıştır.

“Sen ahmak birisin!”

Peygamberimiz döneminde “hadisleri” işlevsiz kılmaya çalışan bazı ferdi çıkışlar olduğunda, hem sahabe ve hem de âlimler gerekli cevapları doğrusu çok da sert tonda seslendirmişlerdir. Bir grup insan, hadis okuyan birine derler ki; bunu bırak. Bize Allah’ın kitabından bahset. Bu sözü duyunca Halife Hazreti Ömer radıyellahu anh sinirlenir ve bu nasipsiz adama şöyle der:

“Sen ahmak birisin. Allah’ın kitabında namaz ve oruç konusunu açıkça (yani namazın nasıl kılınacağı, kaç rekat olacağını, neler okuyacağını, orucun nasıl tutulacağını nelerin bozup bozmayacağını) bulabiliyor musun? Kur’an’ın bu konudaki hükümlerini sünnet (Peygamber Efendimiz’in uygulamaları ve sözleri) açıklamaktadır. (Suyuti, Miftahul Cenne, 85)

Okuduğu Kur’an-ı Kerim ruhunu anlamaktan uzak olan ve Hazreti Resul’ün dindeki tartışılmaz yerinin farkında olmayan bir başkası büyük İslam âlimi Said bin Cübeyr’i dinler. Said bin Cübeyr, hadis rivayet etmektedir. Adam şöyle der: “Bu söylediğin Allah’ın kitabına muhaliftir.” Said bu cahile şöyle der: “Bir daha Resulullah’tan hadis rivayet ederken, Onun Allah’ın kitabına çelişik olduğunu söylediğini görmeyeyim. Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem Allah’ın kitabını senden iyi bilirdi.”

Zaten problemin kaynağı budur. Dini bildiğini zanneden bir kesimde, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhşi ve sellem’e karşı nasipsizlik, hazımsızlık ve bilgisizlik vardır. Dünkü putperest Arapların, “peygamberlik niye Muhammed’e indi” itirazıyla, bugün Peygamberimizi sıradan biri haline indirgemeye çalışan bu kalpleri kaymışlar arasında bir fark var mıdır?

Tabiin ulemasından olan büyük hukukçu Eyüp Sahtiyani (v:131) bir adamın bize Kur’an’dan başka bir şey anlatmayın dediğini aktardıktan sonra şöyle der: “Bir kişiye sünnetten (hadislerden) bahsettiğinde, bunu bırak bize Kurandan haber ver derse bil ki o adam sapıktır.”

Büyük sahabe, hadis inkârcılığını Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’i inkârla bir sayıyordur. Hazreti Ebu Said El Hudri radıyellahu anh hadis rivayet etmesine muhalefet eden birisine şöyle der: “Vallahi seninle ebediyen aynı çatı altında bulunmayacağım.” Günümüzde de Yüce kitap Kur’an-ı Kerim’in adı kullanılarak, Kur’an ile Peygamber Efendimiz ve hadisler arasına mesafe konulmaya çalışılmakta, Peygamber Efendimiz’in pratiği yok sayılmaya gayret edilmektedir. Hadissiz ve Peygambersiz bir din!

Mezhep imamlarının hadise bakışı

Mezhep âlimleri İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz’in hadislerini içtihatlarının dayanağı yapmışlardır. Sünnet İslam’ın tartışılmaz ikinci kaynağıdır.

Ebu Hanife (İmamı Azam): O metodunu şöyle açıklıyor: “Resulullah’tan gelen baş üstüne. Sahabeden gelenleri seçeriz. Birini tercih ederiz. Allah’ın kitabını alır. Kabul ederiz. Onda bulamazsam efendimizin sünnetine dönerim.”

İmam Malik: O önce Kur’an’a bakar, sonra da hadislere. O, bilinen ve sahih olan hadislerle amel etmiştir.

İmam Şafii: Kur’an-ı Kerim’e ve dinin ikinci kaynağı olan hadislere bakar. Hatta İmam Şafii ahad hadisleri bile içtihadında öne alır.

İmam Ahmed (Hanbeli Mezhebi): Ona göre Kur’an-ı Kerim ve sahih hadis bulununca hiçbir insanın sözüne itibar edilmez.

Netice itibariyle ancak İslam’dan nasibini almamış bazı kişiler ve sapkın olan mezhepler, hadisleri inkâr etmişlerdir. Hadislerin sahih olanını uydurma olanından ayırma işi ise tamamen farklı bir olaydır. Bizim bu yazımızın konusu değildir. Onu başka bir yazıda ele alırız. İnşallah.

Yazının orijinalini okumak için buyurunuz.

Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu/ 31 Mayıs 2013/ Sabah Gazetesi

Sünnet Yolumuz ↗

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e dair yazılar okumak için tıklayın.

Hayat Kitabımız ↗

Hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim’e dair ilmi ve seviyeli yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Yüz yüze iletişimde on altın kural…

Yüz yüze iletişim; doğrudan, aracısız bir iletişimdir. Bu iletişim iki kişi arasında olabileceği gibi, bir …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.