Sıla-i rahimi ihmal etmeyin…

Türkçemizde sıla-i rahîm; ana-baba ve hısım akrabayı arama, ziyaret etme şeklinde tarif edilmektedir. İslâm ıstılahındaki sıla-i rahîm ile bu anlam karşılaştırıldığında, bizim sıla-i rahîmden sadece cımbızla birkaç kelime çıkarttığımız anlaşılacaktır. Gerçek anlamda ise sıla-i rahîm, yakınlara iyilikte bulunmak ve yapabildiğin kadar onlardan zararı gidermektir.

Sıla-i rahîm’le ilgili birçok âyet-i kerime vardır ve bunların başında geleni Nisa Sûresi’nin ilk âyetleridir. Sıla; ulaşmak, kavuşmak manasına gelen “vusül” kökünden mastardır. Rahîm; kelime olarak rahmetten gelir; rahmet, acımak, şefkat duymak manasını taşır. Bu manaya bakarak da sadece memlekete gidip, oradaki dağları, taşları, yaşayıp büyüdüğün yerleri görerek sıla-i rahîm yaptığını sanmak, çok noksan olur.

İmanla alakalı

Akrabayı, hısmı, hastayı, yetimi ziyaret etmek; düğünlerine, taziyelerine katılmak, onları telefonla aramak gibi bütün sosyal faaliyetler sıla-i rahîm sevabı içine girer. Her ibadetin rükûnleri olduğu gibi, sıla-i rahîm ibadetinin de farzları, vacipleri, sünnetleri vardır. Sıraya göre, önce anababa, kardeşler ve diğer yakınlardan başlayarak bu ibadet yerine getirilir.

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem bu ibadeti iman ile âhiret ile irtibatlandırmış şöyle buyurmuştur. “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa, misafirine ikram etsin. Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa sıla-i rahîm yapsın. Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa ya hayır konuşsun ya da sussun.” (Buhârî, Nikâh 80, Müslim, Îmân 74)

Ukbe bin Amir radıyellahu anh diyor ki: Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem ile karşılaştım. Hemen ona doğru yöneldim. O da bana döndü. Elimden tuttu ve şöyle buyurdu: “Ukbe! Dünyalıların ve ahirettekilerin en iyi ahlâkını sana söyleyeyim mi? Bir; Sana ilgi göstermeyene sıla-i rahîm yap. İki; Sana vermeyene sen ver. Üç; Sana zulmedeni affet. Kim ömrünün uzamasını, rızkının artmasını istiyorsa akrabasına sılayı ihmal etmesin.” (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 37/17915)

İbn Ömer radıyellahu anh diyor ki: Bir adam Resulullah’a geldi ve şöyle dedi: “Ben büyük bir günah işledim. Tövbem olur mu?“Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem ona: “Annen var mı?” diye sordu. Adam: “Hayır” dedi. “Teyzen var mı?” diye sordu. Adam: “Evet” dedi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ona iyi davran.” (Tirmizi, Birr, 6)

Sıla-i rahîmle ilgili kırktan fazla hadis olduğu muhaddisler tarafından söyleniyor. İlginç olan ise, Allah Teâlâ’ya iman ile başlayan hadislerin içine sıla-i rahîm de girmiştir. Bu ibadet o kadar önemli ki, bakınız İki Cihanın Serveri bir hadis-i şerifte ne buyuruyor? Ebu Hureyre radıyellahu ah’ın rivayet ettiğine göre: “Âdemoğullarının amelleri her Cuma gecesi Allah Teâlâ’ya arz olunur. Sıla-i rahîm’i koparanın ameli kabul edilmez.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 484).

Hazreti Ali radıyellahu anh’ın rivayet ettiği başka bir hadiste ise şöyle buyrulur: “Ömrünün uzaması, rızkının genişlemesi ve kötü bir ölümle ölmemek kimin hoşuna gidiyorsa Allah’tan korksun ve akrabasını kollayıp gözetsin.” (Buhârî, Edeb 12, Büyû` 13; Müslim, Birr 20, 21) 

Sıla-i rahîm’le ilgili hükümler, kişilere ve imkânlara göre değişkendir, muayyen bir ölçü yoktur. Önemli olan iki yakının birbirlerini unutmamaları ve başkalarına muhtaç olmadan aralarında yardımlaşmalarıdır. Zengin bir Müslümanın fakir bir kardeşi varsa sıla-i rahîm bu durumda zenginin fakire yardım etmesidir. Her iki kardeş de zenginse o zaman sıla, ilgi ve alakayı kesmemek, belki de bir selamdır. İki kardeş de fakirseler, birinin diğerine desteği gerekmez ve yine selam ve ilgi düzeyinde kalır. İhtiyaç olunca vermek vaciptir, ihtiyaç olmadan vermek müstehaptır. Çünkü “hediyeleşme” diye adlandırılan sünnet icra edilmiş olur.

Sıla-i rahîme âlimlerimiz “zahmetsiz cihad” demişler ve konuyla ilgili çok detaylı bilgiyi kitaplarına almışlardır. Biz bazı bilgileri aktarmaya çalıştık fakat daha çok bilgi edinmek isteyenler kaynaklara başvurabilirler. Sıla-i rahîm ile ilgili olarak bir de şunlara dikkat etmek lazımdır. “Gelmedi demesinler” diye gidersek, yol zahmetini, bilet ücretini abartırsak, o zaman yaptığımız bu ibadetin ecri (sevabı) kaçar.

Kibir mahveder

Bu ibadeti terk edenlerin başında, kibirli insanlar gelir. Kibir kazancı heba eder. Zenginin, fakirin evine kendisini uygun görmemesi, doğduğu-büyüdüğü köyünü birikimine uygun bulmaması, bir Müslümanın kibirlendiğini gösterir. Halbuki; “Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan cennete giremeyecektir.” (Müslim, İman, 147; Ebû Davud, Libas, 26)

Ailenin geleneklerini, kabalıklarını, lüzumsuz kavgalarını körü körüne taklit etmek sıla-i rahîm gibi bir sevap hazinesinden kulu mahrum edebilir. Anne-babaların kavgalarını insanlar sürdürmek zorunda değildir. Gerekiyorsa gizlice Allah’ın emri uygulanmalıdır. Mesafenin bir defa açılmış olması, bir daha girip çıkmaya karşı soğukluk üretebilir. İlk hamleyi yapan kazanacağına göre Müslümanın ne yapacağı veya ne yapması gerektiği bellidir.

Sıla-i rahîm’in unutulmasının nedenlerinden biri de ihmallerin abartılmasıdır. Meselâ çoktan beri görmediğiniz bir yakınınıza yapacağınız; “Sen bizi ziyaret etmeyeli ne kadar oldu biliyor musun, bu nasıl akrabalık?” gibi çıkışlar o kişiyi sizi ziyarete geldiğine pişman edecektir. Bu gibi sözler, zaten zayıf olan bağın tamamen koparılmasına sebep olur.

Cimrilik, akrabaya harcanacak paralar gözde büyütülürse, sevap azalır. Bir bardak çayı bile masraftan sayan için sıla-i rahîm cihad bile olsa derttir. Bir selâm ve bir bardak ayranla olacak iş için günlerce süren hazırlıklar, davetiyeler, karşılamalar, uğurlama törenleri, hepsi zorlaştıran, tekrarı gereksizleştiren külfetlerdir.

Gönüllere hitap edip, Allah’ın rızasını kazanmak yerine, gövde gösterisinde bulunmak, emeğin karşılığını zayi eder. Bilhassa ziyaretlerde, telefon görüşmelerinde ilgisizlik, kişiyi soğutabilir. Müslümanın her anı görüşmeye uygun olmayabilir. Böyle bir durumda özür beyan ederek, kendisi başka bir zaman aranmalı ve bağ zayıflatılmamalıdır.

Özellikle sonradan zengin olanların, birdenbire aile yapısı değişenlerin akrabadan uzak kalma, gizli yaşama arzusu da sıladaki kazancı unutturup kaçıran nedenlerdir. Mirasın bölüşülüp hak sahibine hakkının zamanında verilmemesi, akraba arasındaki yakınlığın ve bağların zayıflama nedenlerindendir. Öte yandan Kur’ân-ı Kerîm neredeyse cenaze kalkmadan mirası dağıtmaktan söz etmektedir. Haset, su-i zan, dedikodu gibi âfetler, hısımlar arası özel sorunlar, sıkıntılı alışverişler de hedeften uzaklaştırıcıdır.

Sıla-i rahîm yollarını âlimlerimiz şu şekilde sıralamışlar: Ziyaretleşmek, misafir etmek, hal-hatır sormak, bağışta bulunmak, borç vermek, büyüklere saygı, küçüklere sevgi göstermek, sevinç ve üzüntülere iştirak, hastalıklarıyla gereği gibi ilgilenmek, davetlerine icabet, dargınlıkların giderilmesine çalışmak, yüzlerine karşı ve arkalarından dua etmek, hak yolda bulunmaları için onlara karşı davet çalışması yapmak sıladır. Gerekiyorsa tamamı, gerekirse biri…

Şuna da özellikle dikkat etmek gerekir. Gurbetten gelen kişilere sadece uzaktan “hoş geldiniz” denilmemeli, samimi bir havayla onları kucaklayıp hal-hatır edilmelidir. Memleketine gidenler de oradaki insanların “hoş geldiniz” demesini beklemeden ayrım yapmaksızın herkesle hal-hatır etmelidir. Karşıdaki insan ailevi bir problemi veya herhangi bir sıkıntısı dolayısıyla size “hoş geldiniz” demeyi unutabilir. Hatta bazı insanlar ilk gördüğü anda hoş geldin etmediyse, sonradan utanıp edemeyebilir. Bu gibi hareketleri gözde büyütüp de Allah’ın vereceği sevaptan mahrum kalınmamalıdır.

Yetimleri sevindir

Memleketine giden insanlar her şeyden önce yetimleri, yoksulları düşünmeli, onları memnun etme yollarını aramalıdır. Arkadaşlarımızdan birisinin anlattığı bir olaydan çok etkilendim. Kısaca buraya aktarmadan geçemeyeceğim: “Ben küçükken babam vefat etti. Yetim kaldık, aynı zamanda yoksul kaldık. Çok çile çektik. Hepsini unutsam da bir gün çok kötü bir sahne yaşadım. Onu unutmak mümkün değil.”

Arkadaşımız bundan sonra şöyle devam ediyor: “Cuma günüydü. Bizim ilçenin pazarı o gün oluyordu. Bir amca benim elimden tuttu ve beraberce çocuk elbiselerinin satıldığı yere gittik. Bir takım elbise beğendi, onu bana giydirdi, çok sevinmiştim, sevinçten yerimde duramıyordum. Aradan 5 dakika geçmeden elbiseleri çıkarmamı istedi. Ben direndim, çıkarmak istemedim. Biraz zorlayınca ağlamaya başladım. Ne yaptıysam fayda vermedi. Elbiseleri elimden aldı. Meğer, bana giydirerek ölçüyormuş ki, kendi çocuğuna alacakmış. Netice o günü ve o sahneyi hayatım boyunca unutamıyorum.”

Evet, yetimin başını okşamak, hastanın yanına gitmek, yoksulun evinde iftar etmek, tanıyıp tanımadığına selâm vermek, yürüdüğünde başını göklere dikmemek, ayaklarını yere vurmadan yürümek İslam’ın güzelliklerindendir; ellerini yumruk yaparak gezmek ise ancak cahil ve kibirli kişilerin özelliklerindendir. Ne güzel demiş Hacı Bayram-ı Velî: “Kibir bele bağlanan taş gibidir. Onunla ne uçulur, ne de yüzülür. Zahmetsiz cihadı yapmak için önce kibirden kurtulmak gerekir.”

Cenab-ı Allah şöylebuyuruyor: “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” {Nahl, 90}

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

Adab-ı Muaşeret

Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazılar okumak için tıklayın.

Şahsiyet Gelişimi↗

Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.