Üstad Necip Fazıl’ın pek bilinmeyen hatıraları

Bir vakıfta veya dernekte söyleşi ya da konferans veren yazarlarımıza baktığımızda, onların bir zamanlar, belli başlı düşünce adamlarının etrafında kümelenen kimseler olduklarını görüyoruz. Mesela bir zamanlar Necip Fazıl’ın ya da Osman Yüksel Serdengeçti’nin etrafında toplanan gençlerin bugünün düşünce adamları olduğuna şahid oluyoruz. Muhtemeldir ki yarının düşünce dünyasına şekil verecek olanlar da bugün yaşayan üstadların halkalarına dâhil olan gençler olacaktır. 14 10 2012 tarihinde Türk Edebiyatı Vakfı’nın Çarşamba söyleşilerinin konuğu olan Dr. Emin Işık Hoca’dan, kendi dönemlerinin üstadları olan Necip Fazıl Kısakürek ve Osman Yüksel Serdengeçti ile ilgili ilginç hatıralar dinledim.

Emin Işık Hoca, arkadaşı Kadir Mısıroğlu ve Kani Karaca ile birlikte İstanbul’a geldiği zamanlarda Osman Yüksel Serdengeçti’yle sürekli görüşürlermiş. Bir seferinde Kadir Mısıroğlu’nun Beşiktaş’taki evinde Serdengeçti’yi misafir etmişler.

O günü Emin Işık şöyle anlattı: “Kadir Mısıroğlu, ‘Osman Ağabey yarın da İstanbul’daymış, onu bizim eve yemeğe götürelim’ dedi. ‘Kani Karaca’yı da al gel, bir iki şarkı falan okur da onu biraz rahatlatırız’ dedi. Ertesi gün Kadir’in Beşiktaş’taki evine gittik ve onunla görüştük. Kadir Mısıroğlu kitaptan okur gibi düzgün cümle kurar. Serdengeçti o gün Kadir’e dedi ki: ‘Yahu Kadir Shakespeare’in en sıkıcı tarafı neymiş biliyor musun? Yanlış bulunmazmış onun sözlerinde. Sen de aynı Shakespeare gibi düzgün cümleler kuruyorsun, bu da biraz sıkıcı oluyor.”

Korkusuz olmaları ve tok sözlü olmaları yönüyle Serdengeçti ve Necip Fazıl’ın biraz birbirlerine benzediğini söyleyen Emin Işık, zaman zaman ikisi arasında tatlı atışmaların yaşandığını söyledi. İkisinin arasında farklı bir muhabbet tarzı olduğunu bir hatıra ile anlattı: “Osman Ağabey, Ankara’da kitap falan da basıyordu. Bir gün Üstad; ‘Osman çok güzel bir kitap yazıyorum, sana vereceğim’ demiş. Zannedersem Halkadan Pırıltılar kitabından bahsediyor. ‘İki ay üç ay sonra gönderirim’ demiş. Birkaç ay sonra Osman Abi İstanbul’a gittiğinde Üstad’ın kendisine söz verdiği kitabı İnkılab’ın vitrininde görmüş. ‘Hâlbuki ben ona parayı peşin vermiştim’ diyor. Bunun üzerine Üstad’a bir mektup yazıyor: ‘Bana söz verdiğiniz kitabı başka bir yerde yayınlatmışsınız. Ya bana başka bir kitap yazıp gönderin yahut parayı iade edin.’ Bunun üzerine Üstad şöyle sert bir mektupla cevap yazıyor: ‘Osman ben Çemberlitaş kadar bilinen meşhur bir adamım. Paranın bende yanacağını mı hesap ediyorsun?’ Serdengeçti tekrar şöyle bir mektup yazıyor: ‘Üstad siz Çemberlitaş kadar meşhur bir adam olduğunuzu söylüyorsunuz. Ben İstanbul’a gittiğim zaman Çemberlitaş’a baktım, pek sağlam bir şeye benzemiyordu.’ Üstad buna; ‘Espri budalası’ diye kısa bir cevap vermiş.”

Bu anıdan sakın ola ki üstad Necip Fazıl’ın fırıldak bir adam olduğu sonucunu çıkartmayalım. Çünkü Üstad’ın söz verdiği kitabı unutmuş olma ihtimali olabilir, sonra parayı geri iade etmeyi düşünmüş olabilir, ya da çok büyük bir sıkıntıda olduğu için kitabını başka bir yayınevine vermek durumunda kalmış olabilir. Onun için böyle örneklerden yola çıkarak bir kişi hakkında zanda bulunmamız yanıltıcı olur. Zira bütün bunları düşünürken Üstad’ın kasaptan borca et alıp gençlere evinde yemek verecek kadar güzel bir insan olduğunu unutmayalım. Fakat bir de işin şöyle bir boyutu vardır. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’i takip eden insaf sahipleri bilir ki onun hem ilmi dehası hem de bir şiir dehası vardır. Batıyı ve Doğuyu onun kadar bilen ve o ikisi arasında isabetli mukayeseler yapabilen kendi döneminde pek fazla kişi yoktur. Üstad kelimenin tam anlamıyla üstad idi. Fakat Üstad’ın nev’i şahsına münhasır bazı halleri de söz konusudur. Bu halleri onu tanıyanlar ve onunla ilgili araştırmalar yapanlar bilirler fakat yanlış anlaşılmalara sebep olmamak için genelde pek dillendirmezler. Üstad’ı takip eden gençlerimiz bazen bunları duyunca damdan düşmüş gibi oluyorlar. Haliyle, gözlerinde bu kadar büyüttükleri Üstad’a toz kondurmak istemiyorlar. Bu güzel düşüncelerinde haklılar. Fakat herkesin insan olduğunu ve bazı zaafları olabileceğini de unutmayalım.

Bizim yolumuz hüsn-ü zan yolu olduğu için mümkün olduğu kadar bu tür şeyleri duyduğumuzda en iyi şekilde yorumlamaya gayret ederiz. Mesela Emin Işık Hoca çok sevdiği Üstad ile bir seferinde tartıştığını söyledi ve bunun sebebini şöyle anlattı: “O kimseyi beğenmezdi. Akif’i de beğenmiyordu. Ben ona dedim ki; ‘Kendini büyük göstermek için illa ki bir başka şairi küçük mü göstermen gerekir.’ Ama onda büyüklük duygusu vardı, kimseyi kabul etmiyordu. Akif’i, beğenmiyor diye biz Necip Fazıl’ı beğenmeyecek değiliz. Biz onu seviyoruz.” Bu örnekten de anlaşılacağı üzere Üstad’ın kendine has bazı tavır ve davranışları söz konusudur. Bunları da yok saymak yerine bilmemiz Üstad’ı tanımamız açısından daha faydalı olur. Büyük şairlerin birbirini kıskanmasının öyle zaten pek de saklanacak bir tarafı yoktur.

Serdengeçti ve Necip Fazıl’ın münasebetlerini anlatmaya devam eden Emin Işık, herkesin bilmesi gereken çok önemli ibretlik bir olayı anlattı. Bu olay Adnan Menderes’in haksız yere Necip Fazıl ve Serdengeçti’nin yargılanmasına izin vermesi olayıydı. Kaderin tecellisine bakın ki onların ipini çeken aynı hâkim daha sonra Menderes’in de ipini çekecekti. Emin Işık bu olayın detaylarını şöyle anlattı: “Hüseyin Üzmez, gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı vurdu, adam ölmedi. Hiçbir suçları yokken Necip Fazıl’ı da, Serdengeçti’yi de suça azmettirici olarak iki yüz sene ile yargıladılar. Maksatları dinden imandan bahsedenleri sindirmekti. İki yüz sene ceza verdiler. İkisi cezaevinde beraber yattı. O davada savcı ve hâkim kimdi biliyor musunuz? Menderes’i idam eden hâkim ve savcı. O hâkim ve savcı zamanın başbakanı Menderes’ten özel izin alarak yargılamıştı onları. Kadere bakın ki haksız bir şekilde Menderes’ten izin alarak onları yargılayan adamlar zamanı geldiğinde Menderes’in, Fatin Rüştü Zorlu’nun ve Hasan Polatkan’ın ipini çekiyorlar. Kim bir zalime yardım ederse Allah o zalimi ona musallat eder.” Bu ibretlik vakıayı da bilmemiz ve unutmamız lazım diye düşünüyorum.

Osman Yüksel Serdengeçti’nin de Necip Fazıl’ın da çile adamı olduğunu ve bu korkusuz cesur adamların hapislerle hiçbir zaman yılmadığını söyleyen Emin Işık: “Zaten bir iki sefer hapse girip, bir iki sefer işkence gördükten sonra korku kalkar. Silinir, korkmaz olursunuz” dedi. Üstad Necip Fazıl’ın hayran olduğumuz yönlerinden birisi de gerektiği zaman gerekli atraksiyonları yapmasıdır. Mesela Üstad, ite it demekten çekinmemektedir. Bunun çok güzel bir misalini Emin Işık şöyle anlattı: “Bir yazar bir kitap yazıyor. Üstad’a getirip gösteriyorlar. Üstad biraz bakıyor, inceliyor ve diyor ki: ‘Bu ite gerekli cevabı vereceğiz, iki sene de yatacağız.’ Hakikaten de dediği gibi oluyor. Ne kadar ceza alacağını da biliyor. Zaten hâkimlere alacağı cezayı kendisi söylerdi. Birkaç sefer büyük postanenin üstündeki adliyede duruşmasına katılmıştık. ‘Hâkim Bey bunun cezası şu kadardır’ diye söylemişti. Hangi hakaretlerin, hangi sözlerin ne kadar suç edeceğini ezbere biliyordu.”

Üstad Necip Fazıl ve Serdengeçti’nin ömürleri boyunca bu sıkıntıları çekmelerinin sebebinin Cumhuriyet döneminin başından beri yapılan dine karşı mücadeleler olduğunu söyleyen Emin Işık kırklı yıllarda camide namaz kılan genç olmadığını bir hatıra naklederek anlattı: “Ayhan Songar’ın babası Nazmi Bey Amca vardı, bizzat ondan duydum. 1946 seçimlerinde bütün komutanlara gizli emirler geliyor; valilere kaymakamlara İnönü için çalışmaları talimatı veriliyor. Medine müdafaasında Fahreddin Paşa’nın iki sene yaverliğini yapan Nazmi Amca o zaman emekliliğini istiyor ve ordudan ayrılıyor. Oğlu Ayhan Bey’den şunu dinledim: Sömestr tatilinde dayım bize geldi. Cuma namazına Kastamonu’daki Nasrullah Camii’ne götürdü beni. İlk defa Cuma namazını lise talebesiyken kıldım. Cuma namazında iki saf cemaat vardı ve hepsi yaşlıydı. Bir tek ben gençtim. Namazdan sonra cemaat; Allah’ım bu gençler de camilere gelir miydi diyerekten elime yapıştılar. Oradan birisi bu jandarma komutanı Nazmi Bey’in oğludur dedi. Bir hafta sonra babamı genelkurmaydan uyarmışlar; Oğlun cumaya gidiyormuş, bu senin terfiin için iyi olmaz.”

Üstad Necip Fazıl’ın da Serdengeçti’nin de Cumhuriyet döneminin bazı zorbalıklarına tepki gösterdiğini söyleyen Emin Işık, onların kılık kıyafet dayatmalarına ve zorla Batılılaştırma çabalarına karşı gereken reaksiyonu gösterdiklerini, bunu Üstad’ın Büyük Doğu’da; “Bir baston, bir fötr şapka, bir de eldiven; işte devrim budur” diyerek ifade ettiğini söyledi. Geçmişte bu şapka meselesine kafayı taktıklarını ifade eden Emin Işık şunları söyledi: “Benim amcam şapka giymemek için Suriye’ye gitti. Orada çocuklarını kaybetti, aklını da kaybetti. Sefalet içinde yaşadı, bıraktı geldi. Öyle perişan bir vaziyette öldü gitti.” Serdengeçti’nin kravat takmama mücadelesinden de bahseden Emin Işık bu konuda şunları söyledi: “Çocukluktan beri bu kravatı takıyoruz, ne işe yaradığını bilmiyorum. Elimizi yüzümüzü yıkarken lavabonun içine giriyor, Avrupalı takıyor da onun için takıyoruz. Serdengeçti bunu takmamak için mücadele etmiş. Türkiye’de sevilen bir halk kahramanı olduğu için onu milletvekili yaptılar. O zaman Serdengeçti’ye demişler ki; milletvekili olarak kravat takacaksın. ‘Peki’ demiş. Mecliste ilk oturumda demişler ki; ‘Hani söz vermiştin kravat takacaktın.’ Serdengeçti de onlara; ‘Bakın işte taktım ya’ demiş, beline kemer gibi taktığı kravatı göstermiş.”

İslam’a hizmet eden ve hak bildiği yolda tek başına mücadele eden kahramanlarımızı hayırla anarak ve dua ederek sözlerini bitiren Emin Işık Hoca’nın konuşmasından sonra programa katılanlara çay ve simit ikram edildi. Gözüm bu programları hiç kaçırmayan her zamanki müdavimlere ilişti. Çay ve simit faslından özel bir hoşnutluk hissettiklerini gözlemledim. Hakikaten de böyle irfan sohbetlerine sıcak çay ile simit çok yakışıyor. Şimdi sizleri berrak akan bir hikmet pınarına götüreceğim, biraz da o pınardan yudumlayalım.

Aydın Başar/ İrfan Yolcuğu


Şunlara Gözat

İlk Japon Müslüman kimdi?

Japonya’nın en eski ve en büyük İslamî kuruluşu olan Japonya İslam Merkezi Başkanı Dr. Salih …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.