70’li yıllarda İmam Hatipli olmak

İmam Hatibe gittiğim yıllarda, öğrenciler okulda parasız yatılı okuduğu yıl kadar devlete borçlanmış oluyordu ve okul bittikten sonra on yıl kadar devlete hizmet etme mecburiyeti oluyordu. Tabi yurtta bana yerimi gösterdiler. Ben artık yurtta yatmaya başladım. Babamı da helalleşip geri köye gönderdim. O şekilde okula kayıt yaptırınca okul hayatım başlamış oldu. İlkokulu bitirip orta bölüme gelen çocuklarla beraber okuduğum için biraz da utanıyordum. Çünkü boylu posluydum, diğerleri benden 4-5 yaş küçüklerdi, ben onların abisi durumundaydım. Hatta beni bazıları öğretmen zannedermiş. 

Boyumdan ve yaşımdan dolayı hem yatakhanede, hem yemekhanede, hem etüt salonunda, hem de sınıfta başkan seçildim. Benim gibi birkaç kişi daha vardı; hafızlık yapmış ya da Arapça okumuş on altı yaşında olup da ortaokul bire giden. Okul mümessili olduğum o günlerde sınıfı öyle disipline ederdim ki kimseden ses çıkmazdı. Sanki sınıfta öğretmen varmış gibi olurdu. Ben sınıfta öyle bir otorite kullanırdım ki çocukların kimisi benden çekinir, kimisi de beni sevdiği için sözümü dinlerdi. Böylece sessizlik hâkim olurdu genellikle sınıfta.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı rustem-kilic-kimdir-kac-yasindadir-nerrlidir-biyografisi.jpg

Veli lazımmış

Okulun ilk günlerinde idare beni çağırdı. Müdür muavini; “Senin memleketin buraya uzak, baban gelip gidemez. Trabzon’dan bir velinin olması lazım” dedi. Ben ise Trabzon’da yabancıyım, kimseyi tanımıyorum. Baktım o civarda bir kıraathane var, içeride kâğıt oynuyorlar. Onları seyreden bir genç delikanlı gördüm. “Abi bakar mısın” dedim. “Buyur” dedi. “Ben şu İmam Hatip’e kayıt yaptırdım da benden veli bulmamı istediler. Trabzon’da kimseyi tanımıyorum. Allah rızası için bana veli olur musun?”

Kendisi Trabzon belediyesinde otobüs şoförüymüş; adı da Temel Birinci’ymiş. Allah ondan razı olsun, hiç tanımadığı halde benim o halime herhalde acımış olacak ki okula gelip kimliğini vererek bana veli oldu. Ben takdirname aldıkça ona veriyordum, o da zarfa koyup mektup olarak köye gönderiyordu. Babam da alınca gururlanıp, çok mutlu oluyormuş.

Trabzon İmam Hatip Lisesi beş katlı bir binaydı ve yaklaşık 1200 öğrenci kapasitesi ile iki bloktan oluşuyordu. Yatılı öğrenci yurdunun önünde beton zemine yapılmış bir basketbol sahası vardı. Bir de sonradan ilave edilmiş bir voleybol sahamız vardı. Öğrenciler hafta başında okulun önünde toplanır sıra olurdu. Oradan okulumuzda sınıflarımıza giderdik. Okulumuz Trabzon’un en görkemli okuluydu diyebilirim; emek verip yapanlardan Allah razı olsun. Yani yüksek bir mekândaydı ve Trabzon ayaklarımızın altındaydı. Hem denizi görürdük hem şehrin sağ ve sol tarafını görürdük, yani şehrin her tarafı görünürdü.

Vakfıkebir’de okuduğum Kur’an Kursu’na göre okul ve yurdumuz beş yıldızlı otel gibiydi. Yurdun altında okulu kömürler ısıtan bir kalorifer dairesi vardı. Hem yurdumuz hem de okulumuz oradan ısınıyordu. Yurdumuz takriben 400 ya da 450 öğrenci kapasiteli, büyük bir kısmı paralı yatılı, bir kısmı da parasız yatılıydı. Alt kat yemekhane olarak kullanılıyordu. Yatak odalarımız vardı, her odada çift katlı ranzalarda yatardık ve 20 kişi yatardı.

Yurdun orta bölümünde orta katta bir abdesthane, sıra sıra tuvaletler ve bir tane de banyo vardı. Banyoda sırayla herkes ihtiyacını karşılamış olurdu. Yurdumuzun arkasına ihtiyaçtan dolayı prefabrik de olsa bir mescid yapılmıştı. Önceleri namazımızı kendi yatakhanelerimizde ya da sınıflarda kılardık.  

Uzun sokak

Trabzon’un meşhur Uzun Sokak diye bir sokağı vardı, gerçekten çok uzundu. Bir ucu meydan denilen parka açılırdı. Tam ortasında da bir binanın dördüncü ya da beşinci katında Milli Türk Talebe Birliği adında (kısa adı MTTB) bir dernek vardı. Orada hafta sonları toplantılarımız, seminerlerimiz olurdu. Kendimizi okul haricinde de yetiştirmeye başlamıştık. Bir de yine Uzun sokağın yanı başında bir cadde vardı ki adı Maraş Caddesi… Demek ki Maraşlı Osman Efendi’ye ithafen o isim konulmuştu. Onun da hemen arkasında yine çok uzun olan Kunduracılar Caddesi mevcuttur.

Ayrıca siyasette yavaş yavaş filizlenmeye, gelişmeye başlamıştı. Erbakan’ın ilçelerde kurmuş olduğu Akıncılar derneğine ben de üye olarak kayıt yaptırmıştım. Genellikle tatil ve hafta sonları Akıncılardan aldığımız talimat üzerine elimize verilen afişleri partimizin daha çok oy alabilmesi için arkadaşlarımızla boş duvarlara yapıştırırdık. Afişlere gerektiğinde kendimiz slogan da yazardık. Sabaha kadar bu işlemi yapıp, tekrar yatağımıza gelip yattığımız çok olmuştur. Hatta hiç unutmam bir defa bu işlemi yaparken solcu gruplarla karşılaştık. Adamlar uzaktan üzerimize bir şarjör mermi boşalttılar. Fakat bereket versin yanı başımızda açılan çukura çabucak yattık ve ölümden döndük, Allah bizi korudu diyelim.

1977 seçimleri olsa gerek merhum Erbakan Hocamız Trabzon’a geldiğinde Akıncılar grubundan bir grup arkadaşla Erbakan’ın seçim otobüsünde görevlendirilmiştik. Otobüs Trabzon’dan Samsun istikametine doğru hareket eder, ilçelerde dururdu. Genellikle büyük ilçelerde millet otobüsün yolunu keserdi. Erbakan Hoca da durduğu yerlerde kısa da olsa bir konuşma yapıp vatandaşın gönlünü alır, otobüs bu şekilde yoluna devam ederdi.

Bu arada Akıncılar grubundan bize Uzakdoğu sporları öğrenmemiz gerektiği söylendi. Biz de Trabzon merkezde eski bir metruk han vardı oraya spora gidiyorduk. Trabzon’da askerlik yapan karate hocamız ucuz bir fiyat karşılığında hafta sonları bizi karate çalıştırıyordu.

Karate elbisesi alacak paramız yoktu, sadece kemerini satın aldık. Elbisesini de bize yol gösterdi arkadaşlar şöyle hallettik. Şeker satan dükkânları dolaşıp beyaz şeker çuvalları aldık, onları güzelce bir yıkadık ve terziye gidip tarif edip diktirdik. Allah razı olsun, o terzi de bize tarif ettiğimiz şekilde bir şeyler dikti.

Biz o elbiselerle beraber zemini taş döşeli metruk handa yalın ayak hocamızın verdiği talimatları uygulayarak 50- 60 öğrenci topluca karate öğreniyorduk. Karatede aklımda kaldığı kadarıyla beyaz, sarı, yeşil, mavi, kırmızı ve siyah kuşaklar mevcuttu. Biz beyaz kuşakla başladık ve epey bir ilerledik, bayağı güzel şeyler öğrendiğimizi hatırlıyorum.

Karatenin silahlarından olan Mincika diye tabir edilen bir alet vardı. Tornada çekilmiş, ortasında 25 santim zincirle bağlı olan, çeşitli hareketler yapılan bir alet. Ondan da satın almıştık. Onun nasıl kullanılacağını da öğretmişti hocamız bize sağ olsun. Bunları biraz tedbir olsun diye öğreniyorduk. Akıncılar derneğinden bize verilen talimatta; “Sakın siz kimseyle kavgaya katılmayın. Fakat size birisi saldırırsa da tedbirinizi almanız için bu sporu öğrenmeniz gerekir” deniliyordu.

O dönemde Erbakan’la Ecevit hükümet kurduktan sonra tabii ki Türkiye genelinde İmam Hatip Okullarının sayısı artmaya başlamıştı. Basında, köşe yazılarında, gazetelerde, haber bültenlerinde yavaş yavaş şöyle haberler çıkıyordu: “Erbakan Hoca iktidar ortağı olduktan sonra Türkiye genelinde İmam Hatip Okulları artmaya başladı. Kur’an kursu sayısı artmaya başladı. Gelecekte böyle giderse herhalde tüm Türkiye’yi gericeler, yobazlar teslim alır.”

Bizler de Akıncı gençler olarak derneğimizin bize temin ettiği şehirlerarası otobüslerle ülkenin çeşitli kentlerine hafta sonları günübirlik gider, yürüyüşler yapar, tekrar gelip okulumuza devam ederdik. Bu yürüyüşler Türkiye’nin her tarafından gelen gençler ve partililerle beraber bazen 100.000’leri bulurdu. Mesela benim bizzat iştirak ettiğim iller Sakarya, Ankara, Konya ve Sivas’tı.

 1970‘lerden bahsediyorum. Bugünkü Karadeniz sahil yolu filan yoktu. Yollar gayet namüsaitti. Bir keresinde otobüste gece giderken Çorum’da sabah namazı için mola verdik. Yolun kenarında rastgele bir cami gördük, otobüsümüzü kapısına çekip namazı kıldık. Bizim otobüsü karşı gruptan gençler görmüş ve toplanmışlar. Namazdan sonra otobüsümüz harekete geçtiği sırada, yandan kocaman bir taşı otobüse attılar. Tam da benim olduğum tarafa denk geldi. Cam kırıldı ama taş içeri düşmedi. Şayet taş isabet etseydi benim ya da birilerinin ölümüne sebep olabilirdi.

Tabi bu yolculukları kendi cebimizden biriktirdiğimiz harçlıkları harcayarak, yeme içmemizi kendimiz temin ederek yapardık. Yürüyüş bittikten sonra tekrar otobüsümüze binip okulumuza gelip, ertesi gün kaldığımız yerden derslerimize devam ederdik.

Her türlü öğretmen

Okulumuzda dini ve beşeri dersler bir arada okutulduğu için okulda her türlü, sağcı, solcu, dindar, ateist öğretmen mevcuttu. Trabzon İmam Hatip Lisesi Türkiye’deki bütün imam hatipler içinde üniversiteye öğrenci sokma bakımından ilk beşin içindeydi. Okulumuzda kaliteli öğretmenler olduğu gibi kalitesi düşükler de vardı.

Bir gün ortaokul birinci sınıflara Türkçe dersine giren ateist bir öğretmen vardı. Okula daha yeni başlayan küçük çocuklara Hazreti İsa aleyhis selam ve annesi Hazreti Meryem’den bahsederken çok çirkin şeyler söylemiş. Yani Hazreti Meryem’in kötü kadın olduğundan filan bahsetmiş. Hazreti İsa’nın da işte gayrimeşru olduğunu söylemiş. Okulumuzda çok ünlü güreşçi ve sporcu arkadaşlar mevcuttu. Bu arkadaşlar bu öğretmene haddini bildirmemiz lazım yoksa daha ileriye gidebilir diye düşünmüşler. 

Ertesi gün hangi sınıfta derste olduğunu öğrenmiş ve o sınıfın kapısında 5- 6 kişi konumlanmışlar. Kendisi dersten çıktığında öğretmenler odasına giderken güreşçi bir arkadaş bunu arkadan kavramış, boksör ve karateciler de önden girişmişler. Ağzı, burnu kan revan içinde yerde yata kalmış. Diğer arkadaşları onu yerde yatarken görünce alıp hastaneye götürmüşler. Hastane polisi ne olduğunu sormuş, o da olan biteni anlatmış. “Davacı mısın?” demişler, “Hayır davacı değilim” demiş.

Zor dönemler

1980 ihtilali yaklaştıkça gençler iyice kavgaya tutuşur, her gün üniversitelerde, liselerde, sokaklarda, orada burada çatışmalar olurdu. İhtilale kadar yanlış değilsem çoğunluğu gençler olmak üzere 5000 insanımız can vermişti. Bir gün okulda arkadaşları sıkıştırmışlar, güzel bir dövmüşler. Bir çocuğun ağzı burnu kan revan içinde, ağlayarak sınıftan dışarı çıktığını gördük. “Ne oldu?” diye sordum. “Beni akıncı diye sıkıştırıp dövdüler” dedi. Hemen sınıfa daldım, baktım, sınıfta kimse yoktu.

Ertesi gün hafta sonuydu. Akıncılar olarak kendi aramızda örgütlendik. Ortahisar’da eski Valiliği’nin orada bir kavgaya tutuştuk. Tabii kavgaya giderken yanımızda Mincika diye tabir ettiğimiz aletler, sopalar vardı. Aramızda güreşçi arkadaşlar, boksör olanlar vs var. Kavga devam ederken, meğer okul idaresi bizim kavgaya tutuşacağımızı önceden haber almış ve polise haber vermiş. Biz tam hararetli bir şekilde kavga ederken bir anda karşımızda polisi gördük. Elimizdeki mincikalari, sopaları küçük çocuklara verip onları gönderdik…

Kaçan kaçtı geriye kalanları polis aradı ve sonra karakola götürdü. O arkadaşları bir şekilde nezaretten ceza evine gönderdiler. Valiliğin yanında bir cezaevi vardı, orada yatarken mahkûmlara namaz öğretmişler. Biz de hafta sonu kendilerine ziyarete giderdik. Cezaevi yönetimi bakmışlar ki bütün mahkûmlar da namaz kılmaya başlayacak, bunları buradan bir an önce çıkaralım diye düşünüp tahliye etmişler. Fakat okul idaresinin onların bir kısmını başka okullara, başka şehirlere sürgün olarak gönderdiğini hatırlıyorum.

İran devrimi

12 Eylül 1980’de Kenan Evren askeri ihtilali yaptıktan sonra gazeteciler kendisine ihtilali sormuştu. Kendisi de; “Biz bu ihtilali daha önce yapacaktık fakat olgunlaşmasını bekledik, onun için biraz gecikti” demişti.  Bugünkü mantığımla düşünüyorum da üst akıl dediğimiz Amerika ve Avrupa istihbaratı Türkiye’de gençleri birbirlerine düşman ederken, meğer ihtilali yavaş yavaş olgunlaştırıyorlarmış.

1979’da İran’da bir ihtilal oldu. İran İslam cumhuriyeti kuruldu. Humeyni isminde Kum kentinde eğitim almış bir din adamı Şah tarafından ülkeden sürgün edilmiş, önce Türkiye’de bir süre ikamet ettikten sonra, buradan Fransa’ya iltica edip uzun süre orada kalmış… Tekrar İran’a döndüğünde uçaktan inince milyonlarca İranlı tarafından karşılanmış.

Bu olay ister istemez Türkiye gençliği üzerinde de büyük etkilere sebep olmuştu. Türkiye’de bir takım dergiler çıkmaya başlamıştı. Hatırlıyorum birisinin ismi Şura idi. Birkaç tane daha vardı şu an hatırlayamadım ama biz o dergileri alır okurduk. Acaba bizim ülkemizde de böyle bir şey olabilir mi diye. 1980 askeri ihtilali Türkiye İran gibi olmasın diye yapılmıştır. Yani Türkiye de İran gibi dini bir zemine kaymasın diye… Ben öyle düşünüyordum o günkü aklımla.

Rüstem Kılıç/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İlk Japon Müslüman kimdi?

Japonya’nın en eski ve en büyük İslamî kuruluşu olan Japonya İslam Merkezi Başkanı Dr. Salih …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.