Ali Ulvi Kurucu’nun kaleminden Hasan El Benna ile yaşadığı ilk ve son buluşmalar ve Ihvan’ın dört prensibi:
Hassas, dikkatli, zeki insan
Önümüzden sarıklı, sakallı, maşlahlı bir zat geçiverdi. Yanında dört-beş kişi vardı. Fakat dikkatimizi çeken 35-40 yaşlarındaki bu zat hepsinden canlı ve süratli gidiyordu. Mustafa Runyun, “Yahu İhvanü’l Müslimin’in mürşidi olan Hasan El Benna bu işte…” deyince durduk, merakla, hayranlıkla arkalarından baktık.
Hasan El Benna hassas insan, dikkatli, zeki insan. Bizi duymuş. Hemen durdu, geri döndü. Selam verdi. Elimizi sıktı. Ayrı ayrı ismimizi, mesleğimizi, nerede kaldığımızı sordu. “Şu halde komşuyuz” diyerek bizi sohbetlerine davet etti. “Salı günleri akşamla yatsı arası sohbetlerimiz var. Kardeşler sohbetidir. Buyurun teşrif edin, beklerim” dedi.
O kadar tatlı bir tebessüm, o kadar tatlı bir alâka… Gözlerinden çıkan şua ruhuma aktı, aklımı, hissimi yaktı.
İhvan’ın dört esası
Ihvanü’l Müslimin’in dört esas üzerine bir şiarı, parolası vardı:
Gayemiz Allah’tır.
Liderimiz, rehberimiz, önderimiz Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem’dir. Onun peşindeyiz, nereye giderse oraya gideriz.
Anayasamız Kur’an’dır. O ne emrederse onu yapar, neyi nehyederse ondan kaçınırız.
Yolumuz cihaddır. Davamızı yaşatmak, Müslümanların maddi manevi varlığını benliğini korumak için mücadele ederiz. En büyük emelimiz Allah yolunda şehid olmaktır.
Arapçası şöyle: Allah’u gâyetunâ, ve’rrasuü zaimunâ, ve’l Kur’anu düstûruna ve’l-cihâdu sebîluna, ve’l mevtu fî-sebilillah esmau emânininâ…
Son görüşmemiz
Merhum Üstad Hasan El Benna 1948 yılında hacca geldiğinde görüşmüştük.
Bu onun son haccı ve son görüşmemiz oldu.
Büyük insan, büyük Müslüman, bu mücahid adam, bu hacdan dört ay sonra Şubat ayında Kahire’de İslam düşmanı yerli hainlerin ve yabancıların tertip ettikleri bir suikast neticesinde altı kurşunla vurularak şehid edildi.
Son haccında bayramın ikinci, Mina’nın üçüncü gecesi idi. Üstad Benna konuşma yapacak diye ilan edildi. Mısır sebili civarında çadırlarda konferans verecekti. “Herkes gelebilir, davet umumidir” diye haber verildi.
Her tarafa teller çekildi, hoparlör teşkilatı yapıldı.
Üstad, akşam namazından sonra konuşmaya başladı.
İslam davası nedir? Dava uğruna nasıl fedakârlıklar yapılmalı, nasıl çalışılmalıdır? Eksiklerimiz nelerdir, neler yapmalıyız? diye anlatıyordu.
O sırada sarıklı cübbeli yaşlı bir zat söz istedi. Tanışıyorlarmış. Mikrofunu verdi. Adam konuşmaya başladı:
“Allah selamet versin, bu Şıh Hasan El Benna’yı çocukluğundan beri tanırım. Gözlüğünün camı yeşildir. Kara kayaları, siyah ufukları bile yeşil görür… İyimser bir insandır… Yahu, İslam dünyasının hali bellidir: Ölmüş, ölmüş..! Sen ölmüş topraktan medet bekliyorsun. Toprak ölmüş, yağmur yok, kurak, çorak.”
Yaşlı zat, böylesine bir ümitsizlik içinde konuştu ki herkesi bir kasvettir sardı. Merhum Üstad mikrofonu tekrar eline alınca yine meşhur tebessümü ile şunları söyledi:
“Kardeşlerim, konuşan zat kimdir biliyor musunuz? Bu zat Kudus-i Şerif ayanındandır. Filanlardandır. Bu Hocaefendi’nin ailesinden nice büyük âlimler, fazıllar, şeyhler gelmiştir.
Biz yangını gerilerden, uzaktan duyuyoruz. Gazetelerden okuyor, resimlerde seyrediyoruz. Bu Hocaefendi ise yangının içinden geliyor. Ateş düştüğü yeri yakar derler. Hoca dertlidir. Onun gördüklerini kimse görmedi. Onlar Filistin’de istila tehditlerinin en reziline uğradılar.
Tarih boyunca Peygamberleri öldüren, onların mübarek kanlarını döken bir düşmana çattılar. Yahudi denen bu kavim her yeri işgal edip yakıp yıkmakla tehdit ediyor ve dediğini de yapıyor. Ufuklarda daha da kara günler görünmektedir.
Neden çabalıyoruz? Hocaefendi ızdırap içinde konuşurken içimden; “Allah’ım hocama bir ayeti kerime ile cevap vereyim. Acaba ne diyeyim?” diye gönlümden niyaz ettim. Rabbim şu ayeti kerimeyi ilham buyurdu:
Estaizubillah: “Ve iz kalet ümmetün minhum…”
Ayetin manasını açarsak buyuruluyor ki: Geçmişte Allah yolunda çalışan Peygamberlere ve onların takipçileri varisleri olan mücahidlere bazı meyus kimseler dediler ki; Ey Allah’ın kulları Cenab-ı Hakk’ın kahrına ve gazabına müstahak olmuş, İlahi gazabı, cezayı hak etmiş topluluklara vaaz ve nasihat edeceğiz diye niye yürek tüketip duruyorsunuz?
Yahu Allah’ın helakını hak etmiş, o münkir, nankör, gafil, her belaya müstehak olmuş kavimlerle neden uğraşıp da kendinizi yoruyorsunuz?
Belki dinlerler
O mübarek mücahidler şu cevabı vermişler: Cenab-ı Hakk’ın huzuruna vardığımızda beyan edeceğimiz bir özrümüz, bir mazaretimiz olsun diye bunu yapmaktayız. Yarın huzur-u ilahide; Allah’ım biz çalıştık, çabaladık, didindik, yorulduk, ne yaptıksa elimizden bir şey gelmedi, diyebilmek için bu yorgunluğa katlanıyor, bu çabayı gösteriyoruz.
Hem oturup bir iş göremeyeceğiz, hem de ne yapalım olmadı mı diyeceğiz?
“Ve leallekum yettekun”: Belki söz dinleyenler olur, belki Allah’a dönerler, hakkı kabul ederler.
İşte Rabbim kalbime bu ayetlerle cevap vermemi ilham etti, Hocam’a cevap olarak bu ayetleri okuyorum.
Hasan El Benna’nın bu sözleri üzerine Hocaefendi tekrar mikrafona geldi ve şöyle dedi: “Evladım, faziletine çocukluğundan beri hayran olduğum aslan Hasanül Bennam. Ya veledi, ya habibi, ya Hasan…
Yine senin şahid getirdiğin Kuran-ı Kerim’de Cenab-ı Hak buyuruyor ki: ’Hikmet denen nimeti Allah dilediğine verir. Kendisine hikmet verilenlere çok şeyler verilmiş olur. O kul, neler kazanmış olur neler…’
Ey benim kendisine hikmet verilen oğlum. Gönlümdeki yeisleri aldın, kaldırdın. Ben de seninle beraberim, buyur devam et, ben de kardeşlerim gibi dinliyorum…”
(Ertuğrul Düzdağ, Ali Ulvi Kurucu Hatıralar, İstanbul, Kaynak, 2007, s. 249-296)
İrfanDunyamiz.com
BENZER YAZILAR
Abide Şahsiyetler ↗
İslam’ın çilesini çekmiş öncü şahsiyetlere dair yazılar okumak için tıklayın.
İslam Alimleri ↗
Kıymetli İslam alimlerini tanıtan birbirinden güzel yazılar okumak için tıklayın.