Hazreti Ömer’in Kur’an anlayışı…

Hazreti Ömer radıyellahu anh, Adiyoğulları oymağına mensuptur.1 Sahih rivayetlere göre Hazreti Ömer, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in hicretinden kırk sene önce doğdu. Delikanlılık yıllarıyla ilgili pek malumat yoktur. Bu yaşlarda deve çobanlığı yapmıştır. Soy ilmini iyi bilirdi. Gençlik yıllarında sporla; özellikle de güreşle meşgul olmuştu. Okuma ve yazmayı da öğrenmişti.2 Rivayetlere bakılırsa ailesinin tüm fertleri okuma-yazma biliyordu. Kız kardeşi Fatıma’nın evinde yazılı bir metinden Kur’an okunması ve Tâ-hâ Sûresi’nin yazılı olduğu ayetleri okuyarak Müslümanlıkla tanışması3 da bu kanaati doğrular mahiyettedir.

Okumaya ve ilim öğrenmeye çok istekli olan Hazreti Ömer bu isteğini Müslüman olduktan sonra da devam ettirmiş ve kendisini ilmî yönden çok geliştirmiştir. İlme olan arzusu nedeniyle Medine’ye hicret eder etmez, Ehl-i Kitabın kitaplarını da okumaya başlamıştır. Fakat alt yapı iyi hazırlanmadan tahrif olunmuş kitaplar okunduğunda, saf zihinleri bozar endişesiyle Peygamber Efendimiz, bu kitapları okumaktan onu men etmiştir.4 Hazreti Ömer’in gönlü vahye açılmıştır. Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, onun gönlünün vahye açıklığını şöyle beyan etmiştir: “Sizden önceki ümmetler içerisinde ilhama mazhar olan insanlar vardı. Bu ümmet içerisinde böyle birisi varsa o, Hattab’ın oğlu Ömer’dir.”5

İlmi dehası

İslâmî ilimlere derinden vakıf olan Hazreti Ömer’in ilmî kudretine; yapmış olduğu içtihatlar, çözümü zor olan meselelerde göstermiş olduğu dehası ve dinî hükümlerin illetlerini herkesten iyi bilmesi şahidlik etmektedir. Sahâbîler onun ilmî kudretini biliyordu. Onun bu özelliğini en iyi bilenlerden Abdullah bin Mes’ud, Hazreti Ömer vefat ettiği zaman şöyle demişti: “Ben zannediyorum ki Ömer ilmin onda dokuzunu götürdü.6 Bu ifadelerden anlaşılan; sahâbe, adeta Hazreti Ömer’in fazileti konusunda icma etmişti.7

Kur’an’ı anlama ve hayata Kur’an’la anlam verme hususunda sahâbenin en âlimlerinden olan Hazreti Ömer, Yemame savaşında birçok “Kurra” şehid olunca, savaşlarda Kurra’nın azalmasından endişe ederek8 Kur’an’ın cem’ine / tek kitap haline getirilmesine Hazreti Ebû Bekir’i ikna etmiştir.9 Gerek Kur’an cem olmadan, gerekse cem olduktan sonra Hazreti Ömer, Kur’an okumaya ayrı bir önem vermiştir. Kur’an’la çokça meşgul olmuş ve insanların da Kur’an’la meşgul olmasını istemiştir. Hatta askerlerine bile daima Kur’an okumalarını ve Kur’an’ı anlamaya çalışmalarını tavsiye etmiştir.10 O, günlük Kur’an okumayı kendisine vird edinmiş ve “şayet okuması gereken hizbini geceden okuyamaz ise, güneş öğleye doğru yükselene kadar okur ve bu hizbini geçirmezdi.”11

Cuma hutbeleri, onun için Kur’an’ı en çok okuyup halka öğrettiği bir makamdı. En çok da Cuma hutbelerinde Âl-i İmran Sûresi’ni okumak hoşuna giderdi.12 Etrafındaki insanlara sık sık, “Allah’ın kitabını öğrenin, (muhtevasını) bilin ve onunla amel ederek (Kur’an) ehlinden olunuz.13 tavsiyesini yapardı.

Kur’an ehli olabilmek için, yalnızca kıraatin/ lafızcı okumanın yeterli olmadığını; okumakla beraber irfan sahibi olup Kur’an’la amel etmenin de esas olduğunu Hazreti Ömer’den öğreniyoruz. Gerçek anlamda bir Kur’an ehli Ebû Musa el-Eş’arî’den; “Rabbimize karşı şevkimizi artır” diye Kur’an okumasını rica eder, namaz vakti; “Haydi namaza” diye uyaranlara, “Şimdi namazda değil miyiz?14 diye Kur’an tilâvetini namaz gibi önemsediğini belirtirdi.

Anlayarak okuma

Kur’an öğreniminin toplumun tüm kesimlerine yayılması için Hazreti Ömer radıyellahu anh büyük çabalar sarfetmiştir. Çeşitli şehirlere ve köylere Kur’an öğretmenleri göndermiş ve öğretmenlere kademeli/ tedrîcî yöntemi uygulayarak halka Kur’an öğretmelerini emretmiştir. Bu emir çerçevesinde, muallimlere; “Kur’an’ı beş ayet beş ayet öğretin. Zira Rasulullah’a Kur’an (genelde) beş ayet beş ayet nâzil olmuştur.” demeyi ihmal etmemiştir.15

Böyle bir öğrenme sistemiyle Kur’an okuyan, her ayetin üzerinde durup, ayetleri araştırdığı gibi, hayata katmadan başka bir ayete geçmeyen oğlu Abdullah bin Ömer, Bakara Sûresi’ni sekiz senede öğrenmiştir.16 Aynı yöntemle Kur’an öğrenen Hazreti Ömer ise Bakara Sûresi’ni on iki yılda öğrenmiş ve sûreyi öğrenmeyi bitirdiğinde bir deve kesmek suretiyle ziyafet vermiştir.17

Öğrenme faaliyetini pratikle ve muhtevayı araştırmakla eş zamanlı olarak algılarsak, Hazreti Ömer’in niçin bu kadar uzun bir sürede bir sûreyi öğrenebildiğini daha iyi anlarız. Böyle bir metotla tüm Kur’an’ı öğrenmeye çalışmak, halka ağır gelebilirdi. Bunun için de şöyle bir öneride bulundu: “Emir ve hükümleri içine aldığından dolayı, herkesin, ilk beş sûreyi öğrenmesi gerekir.

Böyle seviyeli bir öğretim faaliyetine eleman olarak da, Muaz bin Cebel, Ebu’d Derdâ  ve Ubade bin Sâmit gibi Kurra’dan olan sahâbîleri seçmişti. Kur’an öğreticisi olarak Ubade bin Sâmit’i Humus’a, Ebu’d Derdâ’yı Şam’a ve Muaz bin Cebel’i de Filistin’e gönderdi.18

Dönemin Basra valisi Ebû Musa el Eş’arî, halifeye mektup yazarak, Kur’an ezberleyenlerin çokluğunu ve onlara beytulmaldan maaş bağlanmasını yazmıştır. Vali aynı mektubu ertesi sene yine yazmış ve sayının kat kat arttığını söylemiştir. Bunun üzerine Hazreti Ömer; “Onları kendi halleriyle baş başa bırak. Korkarım ki insanlar kendilerini Kur’an ezberleme işine kaptırır ve onu anlama işini ihmal ederler.19 Halife bu sözüyle hafızlığın önemini inkâr etmemiş, sadece hıfza yönelmenin eksik olduğunu, mana ile ezberin at başı beraber gitmesini istemiştir. Olayı konjonktürel olarak da ele almak mümkündür. Öyle bir dönem gelir ki, ezbere önem vermek çok daha ayrıcalıklı bir durum olabilir.

Hazreti Ömer, Kur’an öğreticilerine dilin iyi telaffuz edilebilmesi ve Kur’an’ı okuyanların da seslerin doğrusunu yanlışından ayırt edebilmeleri için, Arap dilini ve edebiyatını öğrenme mecburiyeti getirmiştir. Arap dilini iyi bilmeyenlere Kur’an okutma izni verilmemesi kaidesi konulmuştur.20 Yine aynı dönemde, manaya yönelik olarak; Ebû Musa’ya yazmış olduğu mektupta, Kur’an’ın anlaşılmasına hizmet eden iki şeyin mutlaka öğrenilmesini istedi ve şöyle emir verdi; “(Allah’ın Rasulünün) sünnetini ve Arap dilini iyi öğreniniz.21 Sünneti, Resulullah zamanında, Kur’an’ın sözlü ve amelî tefsirinin tarihi olarak değerlendirirsek; Kur’an’ı iyi anlamaya yardımcı olan dil ve tarihin önemini de keşfetmiş oluruz.

Bütüncül yaklaşım

Hazreti Ömer’in kendisi de anlama faaliyetinin üzerinde çok ciddi olarak durup yoğunlaşmıştır. Fakat o, anlama konusunda metnin bütün olarak kavranmasına öncelik veriyordu. Rivayetlere göre, Abese Sûresi’ni okurken; yeryüzünde Allah’ın yaratmış olduğu nimetlerin sayıldığı, “İri ve gür bahçeler, meyve ve çayır, sizin ve hayvanlarınız için22 ayetlerine gelince duraksamıştır. Ayette geçen “Ebben” kelimesini bilemediğini söylemiş ve anlamını sormuştur. Sonra da kendi kendine bu kelimeye takılmanın bir tekellüf / meseleyi güçleştirme olduğunu söylemiştir.23 Zira Hazreti Ömer, sûre bütünlüğünden, ilahî amacı öğrenmişti. Ayrıntılara takılmanın ona göre bir anlamı yoktu.

Kur’an’ı anlama konusunda bütüncül yaklaşımdan yana olan Hazreti Ömer, Kur’an’ı doğru anlama ve anlaşılanların ortak paylaşımı konusunda oturumlar düzenlemiştir. Bir defasında, Nasr Sûresi’nden ne anladıklarını arkadaşlarına sormuş,24 bir başka oturumda da Bakara Sûresi’ndeki şu ayetten ne anladıklarını sahâbîlerden öğrenmek istemişti: “Biriniz ister mi ki, kendisinin, içerisinden ırmaklar akan, içinde her çeşit meyvesi bulunan, hurmalardan ve üzümlerden oluşmuş bir bahçesi olsun; kendisinin üstüne tam ihtiyarlığın çöktüğü, aciz çocuklarının da bulunduğu bir sırada birden ateşli bir kasırga gelsin de bahçeyi yakıp kül etsin? Allah düşünesiniz diye size ayetleri böyle açıklıyor.25

Etrafındakiler, halifenin yanında tevazularından dolayı konuşmak istemeyince, onlara: “Biliyorsanız biliyoruz; bilmiyorsanız bilmiyoruz deyin” diyerek uyarmıştır. Bunun üzerine Abdullah bin Abbas şöyle bir cevap vermiştir: ‘İnsan bir ömür boyu iyi kimselerin amelini işler, tam sevaba muhtaç iken ve ömrünü de hayırla geçirmesine rağmen, birden kötü insanların işlerini yapmaya başlar, böylece; tüm amellerini bozar.’”26 İbn Abbas’ın bu cevabını halife de çok beğenmiştir.

Buraya kadar, yetişmesi, ilmî yönü ve çok yönlü fazileti hakkında bilgi verdiğimiz Hazreti Ömer radıyellahu anh’ın Kur’an anlayışını, daha da netleştirebilmek için şu başlıklar altında toplayabiliriz:

1. Kur’an’ı her şeyin önünde tutmak ve hiçbir şeyi Kur’an’ın önüne geçirmemek:

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’den sahâbîye kalan en büyük miras, Kur’an’ı hayatın her alanında öncelemektir. Bu konuyla ilgili birçok ayet ve hadis vardır. Hazreti Ömer de hayatın tüm genişlik alanlarında Kur’an’a ayrı bir önem vermiştir. O, bu konuda öyle ileri gitmişti ki; “Sünen” yazmak için sahâbenin ileri gelenleriyle istişarede bulunmuş ve onların da onayını almıştı. Fakat bir ay kadar düşünüp istiharede bulunduktan sonra bu fikrinden vazgeçmiş ve sebebini de şöyle açıklamıştır: “Bir kavim hatırladım. Onlar, bir kitap yazdılar, onun üzerine düştüler ve Allah’ın kitabını terk ettiler.27

Müslümanlar da onlar gibi olur ve Kur’an okumayı öğrenmeyi ve içeriğini yaşamayı ihmal ederler diye Ömer, sünen yazma fikrinden vazgeçmiştir. Hatta Peygamber Efendimiz, vefat ettiği zamanki şiddetli hastalığına yakalandığında, “Bana bir yazı malzemesi getirin size bir mektup bırakayım ve bir daha ebedî olarak şaşırmazsınız.” demiştir. Fakat Hazreti Peygamber’in şiddetli acı çektiğini gören Hazreti Ömer; “Peygamber, yoğun acı sebebiyle böyle diyor, yanınızda Kur’an varken (şaşırmazsınız), bize doğruyu gösterici olarak Allah’ın kitabı yeter” demiştir.28

Hazreti Ömer’in Kur’an’ı her şeyden önde tutmasıyla ilgili şu örnek önemlidir. Bir gün, Fatma binti Kays, halife Ömer’e, kocasının kendisini üç talakla boşadığını ve iddet süresinde, Peygamber Efendimiz’in kendisi için ne eve, ne de nafakaya hükmetmediğini ve Abdullah bin Ummu Mektum’un evinde iddet beklemesini emrettiğini” söylemiştir.

Hazreti Ömer, kadını bu rivayet ettiği olaya iki şahit getirmesini aksi halde bu kadının sözü için Allah’ın kitabını terkedemeyeceğini söylemiş29 ve şu ayeti hatırlatmıştır: “Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde (adetten temiz oldukları sırada) boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz Allah’tan korkun. (Bekleme süresi içinde) onları evlerinden çıkarmayın. Kendileri de çıkmasınlar…30 Örnekten anlaşılan, Fatma binti Kays’ın rivayet etmiş olduğu olayın Kur’an’la test edilmesi ve bu testten olumsuz bir karşılık alınca da reddedilmesidir.

2. Usulsüz/ metodik olmayan yaklaşımlara karşı çıkmak:

İslâmî ilimlerin sistematik hale gelmesi her ne kadar sonraki dönemlerde olsa da, sahâbenin ileri gelenlerinin ayetlere ve hadislere bir usul dâhilinde yaklaştığını biliyoruz. Usul bilmeyen insanlar sonuçları birbirine karıştırdığı gibi, dinin kendisiyle içtihatları da birbirinden ayıramayabilir. Bu karıştırmış oldukları malumatları, bir de başkalarına anlatacak olurlarsa olay daha tehlikeli hale gelir. Bu durumun önemini kavrayan Hazreti Ömer konuyla ilgili şöyle demiştir: “Üç şey dini yok eder: Âlimin (kasten) hata etmesi, münâfığın Kur’an vasıtasıyla mücadele etmesi ve hak yoldan sapan önderler.31

Medine’ye gelen “Sabig” adlı birisi, hiç bir metoda bağlı olmaksızın müteşabih ayetler konusunda yorum yapıp, halkın kafasını karıştırmaya başladığında, Hazreti Ömer, adamı huzuruna getirmiş ve sorgulamıştır. Bu zatın cehaletini ve kötü niyetini gören Ömer, adamı cezalandırmıştır.32 Onun esas amacı, Kur’an hakkında usulsüz konuşmanın önünü kesip işi ehline havale etmektir.

3. Lafızların delaletine vukûfiyet:

Teşrî tarihinde içkinin yasaklanma sürecini gözden geçirirsek görürüz ki, sarhoşluk verici şeyler üç kademede yasaklanmıştır. İlk önce gelen; “Sana içkiden ve kumardan soruyorlar33 ayetidir. Bu ayet gelince Hazreti Ömer, “Ey Allah’ım! Bize içki hakkında kesin hükmünü açıkla.” demiştir. İkinci olarak gelen; “Ey iman edenler! Ne dediğinizi bilmeyecek kadar sarhoşken namaza yaklaşmayın34 ayeti nâzil olunca da Hazreti Ömer, aynı şeyleri söylemiştir.

En son ayet olan; “Ey iman edenler! Uyuşturucu, şans oyunları, tapınılmak için dikilen putlar ve fal okları şeytan işi pisliktir. Onlardan kaçınınız ki kurtuluşa eresiniz35 ayeti, Maide Sûresi’nin 91. ayetinin sonuna kadar nâzil olmuştur. Ayetin sonunda; “Artık vazgeçtiniz değil mi?36 ibaresi geldiğinde, Hazreti Ömer: “Şüphesiz vazgeçtik, vazgeçtik37 demiştir.

Verilen örneklerden anlaşılıyor ki Hazreti Ömer, Kur’an’ın lafızlarından, hükmün; mübahlık, haramlık veya başka şeylere delaletini anlıyordu. Bu delaletleri bilmeyen insanlar, vahiyden kayıtsız; akılcı bir yaklaşımla haramları mübah gibi anlayabilir. Bu duruma düşmemek için ise tefsirin ve fıkhın metodolojisine, Müslümanca bir yaklaşımla hâkim olmak gerekir.

4. Ayetlerle istişhad etme ve hayata katma:

Ayetler hayata katıldıkça, inanan bir insan için hayat daha huzurlu hale gelir. Hayata katılmayacak olursa da insanın din bilincinde bir pörsüme meydana gelir ve hayat donuklaşarak anlamsızlaşır. Rutin eylemlerin bile ilahî referanslarla desteklenmesi, daha ileri adımlar atmak için çok önemlidir. İlk Müslümanlar, Kur’an’ı ilahî iradenin hayata karışması olarak algıladıkları için, hareketlerinin hepsine Kur’an’dan deliller getirmeyi eksik etmemişlerdir. Meselâ, Hazreti Ömer, her gece dilediği kadar namaz kılar, gecenin sonunda aile fertlerini namaza kaldırırdı. Onları (namaza şevklendirmek için) şu ayeti okurdu:38 “Ailene namazı emret, kendin de namaz kılmaya devam et. Biz senden rızk istemiyoruz. Seni Biz besliyoruz. Sonuç takva (sahipleri)nindir.”39

Hazreti Ömer’in ailesini namaza kaldırırken ayet okuması hem bir delil getirme hem de ayetlerle hayat arasında ilgi kurmadır. Hayatın olaylarına ayetlerle delil getirmesine bir başka örnek ise şudur: Hazreti Ömer, düşmanın üzerine bir ordu gönderdi. Askerler bir kaleyi (bir müddet) muhasara ettiler. Sonra ordudan bir asker çıktı savaştı ve öldürüldü. Bu askerin durumuna bakanlar; “Kendi kendini tehlikeye attı” dediler. Bu söylenenler Hazreti Ömer’e ulaşınca, o, şu karşılığı verdi: “Yalan söylemişler, onlar Allah’ın buyruğunu bilmiyorlar mı?” diyerek40 şu ayetle onların yanlış konuştuklarına delil getirdi: “İnsanlardan öylesi de var ki, kendisini, Allah’ın rızasın(ı kazanmay)a satar. Allah kullarına çok şefkatlidir.”41

Fikir özgürlüğünün dorukta olduğu Peygamber döneminde sahâbe, bizzat  Peygamber Efendimiz’in uygulamalarına bile ayetle delil getirebiliyordu. Abdullah bin Ubeyy öldüğünde, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem gömleğini kefenlenmesi için vermiş, sonra da cenaze namazını kılmak için kalkmıştı. Hazreti Ömer, Peygamberimizin gömleğini tutmuş ve “Allah, Sana bunlara istiğfar/ bağışlanma duasında bulunmayı yasaklamışken, bu adamın münâfık olduğunu bildiğin halde cenaze namazını da mı kılacaksın?” demiştir.42

Hazreti Ömer’in dayandığı ayet şuydu: “Onlar için ister af dile, ister dileme, onlar için yetmiş defa af dilesen, yine Allah onları affetmez. Böyledir, çünkü onlar Allah’ı ve Elçisini tanımadılar. Allah yoldan çıkan bir kavmi (dosdoğru) yola iletmez.43

Peygamber Efendimiz, bu ayetten kendisine af dileyip dilememe konusunda bir serbest alan bırakıldığını anlamış, Hazreti Ömer ise ayetten münâfıkların cenaze namazının kılınmaması sonucunu çıkarmış ve bu çıkarıma delil olarak da bu ayeti okumuştur. Fakat sonra kesin yasaklayıcı mahiyette şu ayet indirilmiştir: “Ve onlardan ölen birinin üzerine asla namaz kılma, onun kabri karşısında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Elçisini inkâr ettiler ve yoldan çıkmış olarak öldüler.44

5. Anlayamadığını sorarak öğrenme:

Din alanıyla ilgili herhangi bir konuyu sorma hususunda sahâbe, çekingen davranmamıştır. Kur’an, “Bilmeyenlerin bilenlere sormasını öğütlemektedir.45 Kur’an’daki bu ve benzeri ayetlerden ve Peygamberimizin teşviklerinden gerekli nasibi alan Hazreti Ömer, bilmediği şeyleri sormaktan çekinmemiştir. Onun, hakkında en çok soru sorduğu ayetlerden biri şudur: “Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman inkâr edenlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler, sizin açık düşmanınızdır.46 Bu ayetin, yolculuktan ziyade, düşman korkusundan dolayı namazın kısaltılmasını isteyen bir ayet olduğunu bilen Hazreti Ömer, şöyle demektedir: “Bu ayete çok hayret ettim ve Rasulullah’a (bu ayetin hükmünden) sordum. O, şu cevabı verdi: ‘Allah’ın size vermiş olduğu bir sadakadır ve onun bu sadakasını kabul ediniz.’”47

6. Ayetlerdeki dinî hükümlerin illetlerine vukûfiyet:

Sahâbeyi tek tek ve çok yönlü olarak araştırdığımızda görürüz ki Hazreti Ömer, sahâbe içerisinde en iyi Kur’an bilenlerdendir. Onun Kur’an bilgisi; tilâvet alanından başlar. Anlama ve anlaşılanla hayat arasında bağ kurmaya uzanan geniş bir alana kadar uzanır. Anlaşılan şeylerle hayat arasında bağ kurma dediğimiz içtihat alanında isabetli hükümler verebilmek için sağlıklı bir illet bilgisine sahip olmak gerekir.

İçtihatlarını tetkik ettiğimizde görürüz ki Hazreti Ömer, hükümlerin illetini en iyi bilenlerdendir. İçkinin ve diğer uyuşturucuların yasaklığının illetini açıklaması bakımından şu örneğe bakmakta fayda vardır: “Hazreti Ömer, içkinin yasaklanmasıyla ilgili ayetten bahsetti ve sonra da minberden şöyle seslendi: ‘Hamr/ içki beş şeyden yapılır. Bunlar; üzüm, hurma, bal, buğday ve arpadır. Aklı örten her şey hamr/ uyuşturucudur.’”48 “Hamr”ı aklı örten her şeye genellemesi onun illet bilgisinin derinliğini ortaya koymaktadır.

Müellefe-i kulûb’a zekâttan pay vermezken de Hazreti Ömer, illet bilgisine bağlı olarak, onlara zekat vermeyi gerektirecek illetin olmadığını görmüştür. Bu insanlara zekâttan hisse ayrılmasının illeti, İslâm’ın güçsüz olduğu dönemde onları kazanarak, İslâm toplumunu güçlendirmektir. Hazreti Peygamber vefat ettiğinde güçlü bir İslâm toplumunu oluşturmuş ve Hazreti Ebû Bekir de takviye etmiştir. Bu bakımdan Müslümanlığın, kalpleri maddî değerlerle dine ısındırılacak insanlara ihtiyacı yoktu. Bunu iyi kavrayan Hazreti Ömer, Uyeyne bin Hısn ve Akra bin Habis; müellefe-i kulub üyesi olarak zekâtlarını almaya geldiklerinde, onlara: “İslam’ın sizin gibi insanlara ihtiyacı yok” diyerek zekat paylarını vermemiştir.49 İllet ortadan kalktığına göre hüküm de ortadan kalkmıştı.

Kıtlık yıllarında, hırsızlık yapan Hatıb bin Ebî Beltâ’nın kölelerine Hazreti Ömer, hukuki ceza uygulamamıştır. Bunun yerine, köleleri aç bırakan Hatıb develeri iki katıyla ödemiş, ortada ciddî bir açlık olduğu için köleler ise serbest bırakılmıştır.50 Böyle bir suça cezanın uygulanabilmesi için gerekli illetin olması lazımdır. Bu illet ise normal şartlarda yapılan hırsızlığın bizzat kendisidir. Bu olayda ise gerçek bir hırsızlığın oluşumuna mani bir hal; açlıktan ölüm tehlikesi vardır. Tüm bunlar, hırsızlığın gerçekleşmesinin illetinin kâmil anlamda meydana gelmediğinin delilleridir. Bunları bilen hukukçu bir sahâbî olarak Hazreti Ömer de cezaî yaptırım uygulamamıştır.

Burada şöyle bir değerlendirme yapmak mümkündür: Hazreti Ömer, hayatının bütünlüğü içerisinde incelenirse görülür ki, Kur’an’a ve Kur’an’ın hayata aktarılmasına çok düşkün bir sahâbîdir. Çünkü O, Kur’an’ın ne demek olduğunu biliyordu. Hayatından belirli bir bölümü bağlamından kopararak alıp, sonra da öznel bir yaklaşımla; bu yaklaşımın üzerine insanın kendi tezini oturtması ve hayatın keyfiliğine Hazreti Ömer’den referans alarak meşruiyet kazandırması doğru bir yaklaşım değildir. O, hırsıza ceza uygulamadı veya müellefe-i kulûba zekat vermediyse, bunları ayetlere rağmen kendi reyini öne çıkararak yapmadı. Bilakis, ayetlerin uygulama alanları tahakkuk etmediği için bu uygulamaları gerçekleştirdi. Hükümlerin illetini bilmeden veya illetleri karıştırmak suretiyle, “Hazreti Ömer de nasları uygulamamıştır” diyerek Kur’an’ın lafızlarını hafife almak, ilmî bir anlayış değildir. Hazreti Ömer’e de iftiradır.

7. Ayetleri anlamada nüzul ortamından faydalanma:  

Peygamber Efendimiz’e çok yakın duran sahâbîlerden olan Hazreti Ömer, birçok ayetin nüzul sebebine ve hangi olayın meydana gelmesi üzerine bu ayetlerin geldiğine şahit olmuştur. Fakat bunlara rağmen, yeterli açıklama Rasulullah tarafından yapılmadığı için, “Kelale”, faiz ve hilafet” konusu ona da kapalı kalmış ve “Bunların kendisine açıklanmasının dünya ve içindekilerden daha sevimli olduğunu” söylemiştir.51

Hazreti Ömer, faizle ilgili ayetlerin en son geldiğini biliyor ve şöyle diyordu: “Kur’an’dan Resulullah’a en son nâzil olan ayetler faiz/ riba ayetleridir. Bunları tefsir edemeden Resulullah vefat etti. Onun için sizler, faizi ve faiz şüphesi olan her şeyi bırakınız.52 Bu sözüyle o, nüzul ortamına vukûfiyetten hareket ederek, faiz konusunun naslar dâhilinde içtihada açık olduğunu belirtmiştir. Fakat bu içtihat, haramı helal yapacak bir içtihat değil; yeni durumlar karşısında nelerin faiz olabileceği ile ilgili içtihatlardır.

Nüzul ortamı ve vahiy-vakıa ilişkisine ait özel bilgi, Hazreti Ömer’e birçok meselenin halledilmesini kolaylaştırmıştır. “Kudame bin Mazun, Ebû Cendel bin Süheyl ve Dırar bin Hattab içki içip yakalandıklarında, kendilerini şu ayeti okuyarak savunmuşlardır: “İnanıp iyi işler yapanlara – bundan böyle (kötülüklerden) korunup inandıkları ve iyi işler yaptıkları, sonra (yasaklardan) korunup (onların yasaklığına) inandıkları ve yine korunup iyilik ettikleri takdirde (geçmişte) tattıklarından ötürü bir günah yoktur. Allah güzel davrananları sever.”53

Bu ayet Uhud şehidleri hakkında nâzil olmuştur. İçki kesin yasaklanmadan önce ölen bu insanların durumunun, kesin yasaklığı bildiren ayetin kapsamına girmediğini açıklamaktadır. Ayetin böyle bir olaylar dizisi üzerine indiğini bilen Hazreti Ömer, ayeti yanlış bir zeminde kullanan bu insanlara; “Hatalarını bu ayetle süslediklerini54 yapmış oldukları yorumlarda isabetli olmadıklarını”55 söylemiş ve haklarında hukuku uygulamıştır. Ayetle delil getirilmesine rağmen Hazreti Ömer’i kesin konuşturan şey; Kur’an’ın tümüyle ilgili vahiy-vakıa ve nüzul ortamı bilgisine sahip olmasıdır.

8. Başkasının içtihatlarına saygı duyma:

Hazreti Ömer radıyellahu anh, kendi içtihatlarının mutlaklaştırılmasını tasvip etmezdi. Kendisinin yapmış olduğu içtihadı tek doğru olarak sunmak isteyenleri uyarır ve böyle bir anlayışın yanlış olduğunu; kendi içtihadının da mutlak doğru olmadığını şöyle dile getirirdi: “Bu Ömer’in görüşü / içtihadıdır. Eğer doğru ise Allah’tan, şayet hatalı ise Ömer’dendir.[56] Kendi içtihadının göreceli olduğunu kabul etmesi, Hazreti Ömer’in başkalarının içtihadına saygı duyduğunun bir göstergesidir. Rivayetler, onu “Başkasının içtihatlarını zaman zaman kendi içtihadına tercih ederdi.” diye anlatmaktadır.57

Toplumda bekârların çok olmasını sosyal bir rahatsızlık olarak değerlendiren Hazreti Ömer, evlenmenin kolaylaştırılmasını istiyordu. Mehrin yüksek olmasını, evlenmeyi zorlaştıran bir sebep olarak algılıyor ve mehrin tavanının Rasulullah’ın hanımlarının mehri olan dört yüz dirhemden fazla olmasını istemiyordu. Bu görüşünü dile getirdiğinde, Kureyş’ten bir kadın kalktı ve Hazreti Ömer’e, varmış olduğu sonucun yanlış olduğunu söyledi. Arkasından, “Sen, Allah’ın indirmiş olduğu şu ayeti işitmedin mi?” dedi. Ona şu ayeti okudu: “Bir eşin yerine başka bir eş almak istediğiniz takdirde, onlardan birine (evvelki eşinize) kantarlarca mal vermiş olsanız dahi verdiğinizden hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık günaha girerek verdiğinizi alacak mısınız?58

Kadın bu ayeti okumakla Hazreti Ömer’in mehre dört yüz dirhem sınırlama getiremeyeceğini, “İnsanın gücüne göre, kantarla bile mehir verebileceğini” hatırlatmıştır. Bu ayetten böyle bir içtihatta bulunan kadını onaylamış ve “Ey Allah’ım! Beni affet. Herkes Ömer’den daha fakih olmuş59 demiştir. Böyle demekle daha önceki içtihadından da dönüş yapmıştır.

9. Yerinde ve zamanında, ayetlerle hayat arasında irtibat kurma; içtihadî yaklaşım:

Müçtehit bir sahâbî olan Hazreti Ömer radıyellahu anh, hem kendisi içtihat yaparak, hem de ehil insanları içtihada teşvik ederek Kur’an’ı hayata katmıştır. İçtihadı teşvik çerçevesinde, Ebû Musa el Eş’arî’ye60 ve kadı Şureyh’e yazmış61 olduğu mektuplar meşhurdur. Her iki mektupta da Kur’an ve Sünnet’te birebir karşılığı olmayan meselelerde, nasların ekseninde içtihat yapılması önerilmektedir. İçtihatta örnek olması ve kolektif aklın devreye girmesi için Hazreti Ömer, içtihat yapabilecek sahâbîleri bir araya toplar, kendileriyle istişare ve fikir teatisinde bulunurdu.62

Hazreti Ömer’in içtihatları, müstakil bir çalışmayı gerektirecek kadar kapsamlıdır. Daha önce de geçtiği gibi “O, nassa/ ayet ve sahih sünnete rağmen içtihat etmemiştir.” Şartlar elverdiğinde nassı uygulamıştır. Elvermeyince de hükmün uygulama gerekçesinin bulunmaması nedeniyle tatbikatı durdurmuştur.63 Şurası bir hakikat ki, onun döneminde hiçbir mesele boşlukta bırakılmamıştır. Kur’an sürekli hayata katılarak vahye işlerlik kazandırılmıştır. Bunda da en önemli etken, Hazreti Ömer’in Kur’an’a bakışı ve Kur’an anlayışıdır.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR
1 Benî Adiyy, Kureyş’in küçük bir koludur.[1] Bu koldan olan Hazreti Ömer’in nesebi şöyledir: Ömer b. Hattab b. Nüfeyl b. Abduluzza b. Rabah b. Kurt b. Razzan b. Adiyy b. Ka’b b. Lüeyy b. Fihr b. Malik. Fihr’in torunları Kureyş adıyla tanınmıştır. Ömer’in mensup olduğu ailenin dedelerinden olan Adiyy, Peygamber’in dedelerinden olan Mürre’nin kardeşidir. Bu itibarla, Hazreti Ömer’in soyu, Rasulullahın soyuyla sekizinci cedde birleşir. Bkz Şiblî, Numan, Asr-ı Saadet, IV, 195.
2 Şiblî, Numan, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi (trc.: Talip Yaşar Alp), Çağ Yay., İstanbul 1975, I, 44-6.
3 İbn İshak, Sîret, s. 161; Deregus, Measiru’s-Sahâbe, s. 54.
4 İbn Ebî Şeybe, Musannef, Edep, VI, 228.
5 Humeydî, el-Musned, I, 123.
6 İbn Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakki’în, I, 13.
7 Aliyyul-Kârî, Fıkhu’l-Ekber Şerhi, s. 111.
8 Tirmizî, 46, Tefsîr 10, no: 3103, V. 283; Alusî, Rûhu’l-Meânî, I, 23.
9 Zerkeşî, el-Burhan, I, 295-6; Suyutî, İtkan, I, 57.
10 Gazzalî, Muhammed, Fakihlere ve Muhaddislere Göre Sünnet, s. 56.
11 Malik, 15, Kur’an 3, I. 200.
12 İbn Ebî Şeybe, Musannef, Cuma, II, 24.
13 İbni Ebî şeybe, age. Fedâil, VII, 165
14 Ahmed b. Hanbel, Zühd, I, 176.
15 Duman, Zeki, Nüzulünden Günümüze Kur’an ve Müslümanlar, s. 132.
16 Malik, 15, Kur’an 4, I, 205.
17 Kettanî, et-Terâtibu’l-İdariyye, III, 95.
18 Şiblî, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer, II, 182.
19 Kettanî, et-Terâtibu’l-İdariyye, II, 279.
20 Şiblî, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer, II, 183
21 İbn Ebî Şeybe, Musannef, Edep, VI, 139.
22 80/Abese 30-32.
23 İbni Ebî Şeybe, Musannef, Fedâil, VII, 180; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm, I, 5; İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, I, 3; Zehebî, et-Tefsir ve’l-Müfessirûn, I, 34.
24 Ahmed, Müsned, I, 337-8; Buhârî, 65, Tefsîr 110, VI. 94.
25 2/Bakara 266.
26 Buhârî, 65, Tefsîr 2, V. 164-5; Taberî, Câmiu’l-Beyan, III, 76.
27 İbni Sa’d, Tabakât, III, 287; Yardım, Hadis, II, 27.
28 Ahmed, I, 325.
29 Nesâî, 27, Nikah 70, VI. 209.
30 65/Talak 1.
31 İbn Mubarek, Kitabu’z-Zühd, No: 1475, 520; İbn Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakki’în, III, 221.
32 Darimî, 1, Mukaddime 19, 54.
33 2/Bakara 219.
34 4/Nisa 43.
35 5/Maide 90.
36 5/Maide 91.
37 Ahmed, Müsned, I, 53; Nahhas, Meâni’l-Kur’an, II, 357; Taberî, Câmiu’l-Beyan, V, 34; İbni Arabî, Ahkamu’l-Kur’an, I, 209.
38 Abdurrezzak, Musannef, Salât, III, 44.
39 20/Tâ-hâ 132.
40 İbni Arabî, Ahkamu’l-Kur’an, I, 203.
41 2/Bakara 207.
42 Buhârî, 65, Tefsîr 13, V. 207; İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV, 196.
43 9/Tevbe 80.
44 9/Tevbe 84.
45 Bak: 16/Nahl 43.
46 4/Nisa 101.
47 Nesâî, 15, Taksîru’s-Salât 1, III. 117; Taberî, Câmiu’l-Beyan, IV, 244.
48 Buhârî, 65, Tefsîr, 5, V, 190.
49 Taberî, Câmiu’l-Beyan, VI, 400, Kâsânî, Bedayi, II, 45; Ebû Suud Efendi, İrşadu’l-Akli’s-Selim, IV, 76; Salih, Subhi, İslam Mezhepleri ve Müesseseleri, s.270; Kardavî, Yusuf, İslâm Hukukunda Zekat, II, 81.
50 İbni Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakki’în, III, 17.
51 İbn Mace, 23, Feraiz 5, no: 2727, II. 911.
52 Ahmed, Müsned, I, 36; İbn Mace, 12, Ticaret 58, no: 2276, II. 764; Taberî, Câmiu’l-Beyan, III, 114; Zemahşerî, Keşşaf, I, 319.
53 5/Maide 93.
54 Abdurrezzak, Musannef, IX, 244-5
55 Nahhas, Ebu Cafer,  Meâni’l-Kur’an, II, 357.
56 İbn Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakki’în, I, 43.
57 Havva, Said, el-Esas fi’s-Sünne, V, 382-3.
58 4/Nisa 20.
59 Heysemî, Mecmau’z-Zevâid,IV, 283.
60 İbn Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakki’în, I, 67-8; İbni Haldun, Mukaddime, I, 562; İbn Kudame, Ravdatu’n-Nazır, III, 812.
61 Nesâî, 49, Âdâbu’l-Kudât 11, VIII. 231.
62 Ebû Zehra, Muhammed, İslam Hukuk Metodolojisi, s. 174.
63 Yiğit, Metin, “Dil ve Hermenotik” (Hermenotik Yöntem ve Usulü Fıkhın Kat’î Zannî Diyalektiği), Makale, s. 182.

BENZER YAZILAR

Hayat Kitabımız ↗

Hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim’e dair ilmi ve seviyeli yazılar okumak için tıklayın.

Sünnet Yolumuz ↗

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İz bırakan mal müdürü Neşet Özerdem

Bir mal müdürü düşünün, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapmış ve her gittiği yerde iz bırakmış. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.