Bu ülke, eski yazı yasaklandığı için geçim sıkıntısı çekmeye başlayan hattatların yazdığı eserleri satın alarak onların hayatlarını idame ettirmelerine destek olan güzel insanların cömertliğine şahit oldu. Bu ülke, çocuklar Kur’an öğrensin, bu ülkede Kur’an tilaveti yok olmasın diye her türlü baskıya ve zulme rağmen evlerini Kur’an kursuna çeviren güzel insanların mücadelesine şahit oldu.
Bu ülke sürekli takip altında olmalarına rağmen, sohbet, tebliğ ve irşad faaliyetleriyle geleceğin Türkiye’sine manevi tohumlar eken gönül ehlinin gayretlerine şahit oldu. İnsan yetiştirmenin gereğine inanan ve hayırlara öncülük yapan güzel insanları unutmayalım, unutturmayalım. Ve onlara hep dua edelim. Rabbim onlardan razı olsun.
Sami Efendi
Bu güzel zatlardan birisi de merhum Mahmud Sami Ramazanoğlu Efendi’dir. Sami Efendi Türkiye’de Allah demenin yasak olduğu yıllarda bir neslin inşası için tabiri caizse iğneyle kuyu kazmış, zor şartlarda bir kişiye “Allah!” dedirtmenin mücadelesini vermiştir. İslam’ı ihsan kıvamında yaşamanın inceliklerini insanlara anlatmıştır. Bahauddin Nakşibend’in izini 20 yüzyıla taşımış, güzel kul olmanın inceliklerini tebliğ etmiştir. Yüzüne bakıldığı zaman Allah’ı hatırlatan bir çehreyle, çevresine maddi manevi ışık saçmış bu güzel insanı rahmetle anıyoruz.
Sami Efendi bir gönül doktorudur, kırmadan, incitmeden tedavi mütehassısıdır. İşte size bunun güzel bir numunesi: Sami Efendi bir nişan törenine davet edilir. Yüzükleri takacağı sırada tepside damadın yüzüğünün altın olduğunu fark eder. O esnada ustaca, nezaketli bir yol izler. Kendi parmağındaki gümüş yüzüğü çıkartır ve damada takarken; “Bugünün hatırası bu olsun, altın yüzüğü de birine hediye edersiniz” der.
Sami Efendi bir ölçü insanıdır. Bununla ilgili de şöyle bir hatıra anlatılır: Sami Efendi’nin Hicaz’a gitme durumu var. Fakat vizede sıkıntı var. Bir zanaat belirtilse vize çıkacak. Hicaz’a gidilecek. Durumu izah için damadı Ömer Kirazoğlu söz alır ve der ki: “Efendim Hicaz’a gidebilmeniz için bir zanaat göstermemiz lazım. Sizi Saatçi Sami Efendi diye yazdıracağız. Ne buyurursunuz?” Sami Efendi, bu teklife taaccüp eder ve ihsan kıvamı ölçüsünde şu cevabı verir: “Ömer, yarın rûz-i mahşerde Rabbim Sami kulum sen saatçi miydin derse ben nasıl hesap veririm?” Ölçü bu… Hesaba inanmak ve hesabı verilecek işler yapmak…
Musa Efendi
Etrafına ışık saçan iyi insanlardan birisi de merhum Musa Topbaş Efendi‘dir. Müslümanların hayrına yapılan bir çok hayır işinde Musa Efendi’nin maddi ve manevi katkısı vardır. Nerede bir sıkıntı var, dert var, çözmek için, dertlilere el uzatmak için çabalayan bir ümmet adamıdır. Asya’dan Afrika’ya, Bosna’dan Türki cumhuriyetlere kadar bir çok ülkede hayır müesseslerinin açılmasına vesile olmuştur.
Musa Efendi’yi ilk olarak 90lı yıllarda rahmetli dedemin Konya Çimenlik’deki mütavazi bahçesinde bir öğle yemeğine davet ettiği gün görmüştüm. Bahçenin girişine amcaoğullarım ile sıraya girmiş Musa Efendi’yi karşılamıştık. Hepimizle tek tek ilgilenmişti. Biz de elini öpmüştük. Hepimize cübbesinin cebinden çıkardığı zebra marka kalemleri hediye etmiş ve hayırlı evlatlar olmamız için dua etmişti. Bizim için çok değerli bir hediye idi. Hem de hediye ‘’kalem’’ idi. Yıllarca yazmaya kıyamadığımız “zebra marka kalem’’.
Musa Topbaş Efendi’nin etkilendiğim ve faydalı bulduğum güzel bir nasihati vardır. Üstelik bu nasihat güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen, benim de zaman zaman paylaştığım bir öğütür. Musa Efendi yakınlarından yeni evlenen çiftlere şu tavsiyede bulunurmuş: “Evladım, mutluluğunuzu, mutluluk hallerinizi dahi elalemle paylaşmayın. Her nimetin bir hased edeni, bir nazar edeni vardır.”
Bu tavsiye 25-30 yıl önce yapılmış. Ya şimdi… Bu tavsiyeye ittiba etmeye ne çok ihtiyacımız var. Falanca hastalanmış, vefat etmiş. Falancanın başına bir işler gelmiş. Her şeyleri göz önündeydi. Çocuğu her şeylerini paylaşırdı. Nazar oldu…Ya biz ne durumdayız? Nimetler şahsa özeldir, şahısta kalsa pek güzeldir.
Hulusi Baybal Abi
Bir de Konyalı bir çok insanın Sami Efendi ve Musa Efendi‘yi tanımasına vesile olan Doktor Hulusi Baybay Abi vardır. 90’lı yıllarda Konya’da olanların çoğunda mutlaka Doktor Abi’nin bir hatırası vardır. Görmüşlüğü vardır, duymuşluğu vardır, aynı mekânı paylaşmışlığı vardır. Hangi gün olursa olsun, sabah namazına Kapu Camii’ne gittiyseniz o yıllarda, Doktor Abi’nin o ihtişamlı, vakur duruşunu görmüşsünüzdür.
Konya’nın manevi iklimi ondan çok şey almıştır. Öyle ki cenazesi bunun en büyük göstergesi olmuştur. 1996 yılının Kasım ayının 19’unda Konya, Doktor Abi’sini muazzam bir kalabalıkla şahadet ederek uğurlamıştır. Öğle namazından sonra kılınan cenaze namazının ardından cenazesi ancak ikindi ezanları okunurken defnedilmiştir. Konya böyle yoğun katılımlı bir cenaze merasimini merhum Hacıveyiszade Mustafa Efendi’nin cenazesinde yaşamıştır. Bir de Doktor Abi’nin cenaze merasiminde. Bir de kendisinden seneler sonra vefat eden Tahir Büyükkörükçü Hoca’nın cenazesinde.
İnsan ne ile irtibatlıysa, neyle rabıta halinde ise uyanırken, yürürken, hastayken, o bağlantı kurduğu şeyle meşgul oluyor. Doktor Baybal Abi büyük bir ameliyat geçirmişti. Ayağı kesilmişti. Uzun süre baygın yatmıştı. Uyanmaya başladı. İlk sözü ne oldu biliyor musunuz? ”Namaz vakti geçti mi?” Teyemmüm yaptırıldı, namazını eda etti. Meşgul olduğun şeyin seni meşgul etmesi bu olsa gerektir.
Sami Büyükkaynak/ İrfanDunyamiz.com
ERENKÖY ÇEVRESİ İRFAN DÜNYAMIZ
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.