Sekülerizm tehlikesi…

Batıl dinlerle mücadele etmek hem Cenab-ı Allah’ın bir emri hem de peygamberlerin en önemli sünnetlerindendir. Bundan dolayıdır ki peygamberlerin yolunu takip edenler de tarih boyunca aynı mücadeleyi vermişlerdir. Hazreti Ebubekir radıyellahü anh hangi şuurdan dolayı Müseyleme ile mücadele etmişse İslam âlimleri de aynı şuurdan dolayı sapkın felsefelerle mücadele etmişlerdir. Batınilik ve Mutezile ile mücadele eden İmam-ı Gazali, akılcı felsefeler ve saptırılmış tasavvufi düşüncelerle mücadele eden İmam-ı Rabbani, Cebriye gibi sapkın akımlara karşı mücadele veren Mevlana Celaleddin aklımıza gelen ilk örnekler…

Bugün mücadele edilmesi gereken en sapkın felsefe veya dünya görüşü kanaatimize göre sekülerizm olsa gerektir. Onu belki bir düşünce bilimi olarak ya da eski filozofların ifade ettiği “hikmet arayışı” bağlamında bir “felsefe” olarak nitelendiremesek de bir düşünce ürünü olmasından dolayı kabaca bir “hayat felsefi” olarak değerlendirebiliriz. Ya da geleneksel ulemamızın dinsiz akım ve düşüncelerden bahsederken kullandıkları anlamıyla bu ifadeyi kullandığımızı söyleyebiliriz. Onun bir felsefe olup olmaması bizim açımızdan şu aşamada pek de önem arz etmemektedir.

Tarihi arkap

Tarihi arka planı Batı’nın “aydınlanma” adını verdiği tarihi tecrübesi neticesinde oluşan bu olgunun hangi sebeplerle ortaya çıktığı, o şartlardaki haklılığı veya bu felsefenin tarihi arka planı elbette ki önemli bir konudur. Bizim için şu anda önemli olan sekülerizmin İslam toplumunu ne şekilde dönüştürdüğü, ümmet üzerindeki tesirleri, toplumun bünyesinde açtığı yaralar ve İslam’ın sekülerizm felsefesine olan bakışının ne olduğu meselesidir. Bu yazıyı yazmaktaki maksadımız, İslam’la sekülerizmin taban tabana zıt olduğunu dini açıdan ispat etmek ve bu dünya görüşünün tehlikelerini ortaya koymaya çalışmaktır.

Her ne kadar amacımız yakınçağ tarihinde sekülerizmin yerini tespit etmek veya felsefi olarak meseleyi irdelemek olmasa da meselenin felsefi ve tarihi arka planını bilmenin faydalı ve hatta zaruri olduğu inkâr edilemez. En azından sekülerizmin ne olduğunu tanımlayabilmek için bile bu bilgilere ihtiyacımız var. Mesela çoğu zaman “dünyevileşme” olarak dilimize çevrilen sekülerizm bu çeviriden dolayı; “dünya malını önemsemek, dünyaya tapmak, maddiyat veya konfor düşkünlüğü” şeklinde yanlış anlaşılmaktadır. Oysaki bütün bunlar sekülerizmin kendisi değil sonuçlarıdır. Buna benzer hatalara düşmemek için meselenin felsefesine dalıp özünü yitirme riskine rağmen, sekülerizmin tarihi ve felsefi arka planı üzerinde düşünmekte fayda vardır.

Aynıdır, ayrı değildir

Kimileri sekülerizm konusu açıldığında adeta “çokbilmiş” diyebileceğimiz bir edayla muhataplarını sekülerizm ile laikliği karıştırmakla itham ederler. Bize göre bu ithamlar kesinlikle haklı bir itham değildir. Çünkü sekülerizmin tarihi ve felsefi köklerine indiğimizde, laiklikle hemen hemen aynı şey olduğunu görürüz. Hatta sekülerizmi, aydınlanma felsefesinin unsurları olan liberalizm, laiklik ve demokrasi gibi aynı rahimde meydana gelen kavramlardan bağımsız olarak düşünemeyiz. Sekülerizm batı toplumunda devleti kilisenin tasallutundan kurtarma anlayışı olarak liberalizmle paralel bir şekilde doğmuştur ve bu yönüyle teokrasiye karşı bir cereyandır. Batılıların, çoğu zaman bu terimi “laiklik/ laisizm” anlamında kullandıkları bilinen bir gerçektir. Bundan dolayıdır ki mütercimler bu kelimeyi Türkçe ’ye çevirirken “laiklik” olarak da çevirmekte bir beis görmezler.

Batı dünyasında sekülerizmin laiklikle eş anlamlı kullanılıyor olması ya da birbirini tamamlayan bir bütün olarak algılanması bunların hemen hemen aynı şey olmasından kaynaklanmaktadır. Sekülerizm ve laiklik kavramları kelimenin tam anlamıyla ruh ve ceset gibi iç içe geçmiştir ve bu ikisini ayrı ayrı ele almak asla söz konusu olamaz. Başka bir ifade ile laiklik sekülerizmin ete kemiğe bürünmüş halidir.

Birinden bahsediyorsanız mutlaka diğerinden de bahsetmek zorundasınızdır. Bir devletin seküler esaslara göre yönetildiğini söylüyorsanız, o devletin “laik” yani yönetimde herhangi bir dini referansı kabul etmeyen bir devlet olduğunu söylemiş oluyorsunuz. Belki aralarındaki ilişkinin daha iyi anlaşılması için şu ifadeyi kullanmamızda da bir sakınca olmayabilir: Laiklik bir rejimin adıysa, sekülerizm de o rejimin dünya görüşü ya da felsefesidir. Fakat bunu söylerken bile bu ikisinin arasını kesin hatlarla yine de ayıramayız çünkü “laiklik” kavramını da “dünya görüşü” anlamında kullanmamızın her hangi bir mahsuru olmasa gerektir.

Demokrasi ise sekülerizmin bir uzantısı olmakla birlikte daha çok onunla örtüşen bir olgudur. Yani batılı anlamdaki demokrasinin mantığı dinî değil dünyevî bir mantık olduğu için seküler bir mantıktır. Liberalizmin karakteri de yine sekülerdir. Elbette gerek liberalizmin gerekse demokrasinin seküler bir karakteri olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bilinen ancak nedense üzerinde durulmayan bir gerçektir.

Bu basit gerçeği burada ifade ediyor oluşumuzun nedeni, bu kavramların peşine düşenlerin farkında olmadan seküler dünyanın kavramlarını benimsemek suretiyle seküler bir karakter haline dönüştüklerini hatırlatmaktır. Faraza demokrasiyi tarihi kökleri ile birlikte benimsiyorsanız, siz seküler bir insan olmuşsunuz demektir. Onu tarihi köklerini inkâr ederek benimsiyorsanız, o zaman siz seküler sayılmayabilirsiniz ama o benimsediğiniz şey demokrasi değildir. Bu yaman çelişkiden Müslümanlar bilmiyorum ne zaman kurtulacaklar?

Esasında bizim şu anda sekülerizm ile laikliğin “aynı şey mi değil mi” sorusunu tartışıyor olmamız bile; ya da sekülerizmin liberalizm ve demokrasi ile olan rabıtasını kavrayamayışımız, bizim bu kavramların hepsine birden yabancı olduğumuzun ispatıdır. Elhamdülillah Müslüman insanlar olduğumuz için, kimlik kodlarımızda İslam’ın izleri tam olarak silinmediği müddetçe, batının içselleştirdiği bu kavramları içselleştirmemiz hiç de o kadar kolay olmayacaktır. Evet, sekülerizmin/laikliğin bir dünya görüşü olarak iki yüz yıldır psikolojik baskılarla toplumumuza sürekli dayatıldığı ve düzenin entelektüelleri tarafından sürekli cilalandığı ve bunun sonucunda da seküler düşüncelerin toplumda giderek yaygınlaştığı doğrudur ancak yine de tam olarak onu içselleştirdiğimizi söyleyemeyiz. Derinden gelen Müslümanlık damarı buna engel olmaktadır.

Ama yine de “laikilik” kavramının “sekülerizm” kavramına göre bizim zihnimizde daha somut bir yerde durduğu vakıadır. Laikliği benimsememiş olsak bile, “laiklik” kavramı iyi kötü zihnimizde bir yere oturmuştur. Ancak “sekülerizm” kavramı için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Sekülerizm kavramı laiklik kavramına göre biraz havada kalmıştır. Oysaki bizi laikleştirmeye çalışanlarla sekülerleştirmeye çalışanlar aynı kimselerdir. “Sekülerizm” kavramının bize yabancı gelmesinin sebebi, sekülerizmin bize laiklik markası altında empoze edilmesidir.

“Sekülerizm” kavramını bir zihniyet olarak ele aldığımızda, zihnimize cuk otururken, sosyal veya içtimai düzen boyutu ile ele aldığımızda ise onun laiklik, demokrasi ve liberalizm olarak karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla zihninde sekülerizmle laiklik, demokrasi ve liberalizmi birbirinden ayıran kimseler meseleyi sağlam bir zeminde ele alamazlar ve suya yazı yazmaya çalışan veya boşluğa kurşun sıkan kimselere benzerler.

Batıl inançtır

Sekülerizmin “laiklik” kavramı olmadan anlaşılamayacağını ortaya koyduktan sonra şimdi de seklerizmin imani açıdan tehlikelerine kısaca değinmeye çalışalım. Sekülerizm bir dünya görüşü olması ve hayata bakışı ifade etmesi hasebiyle aynı zamanda batıl bir inançtır. Üstelik de İslam’la taban tabana çelişen bir inançtır. Hıristiyanlığı ve Yahudiliği belki içerisinde barındırdıkları tahrif olmamış kısımları itibarı ile İslam ile kısmen bağdaştırabilseniz bile sekülerizmi İslam ile bağdaştırmanız mümkün değildir. Tıpkı hiçbir batıl inançla İslam’ı bağdaştıramadığımız gibi…

Burada onu batıl inanca benzetmemizde bir de incelik var. İnsanlar zaman zaman batıl inançlara kapılır ve bir zaman gelince de ondan kurtulurlar. Yani batıl inançların varlığı imani bir tehlikedir ama batıl inançları olan kimselere imansız diyemeyiz.

Burada şu inceliğe dikkat etmek zorundayız. Her ne kadar laiklik veya sekülerizm İslam’a taban tabana zıt olsa da bu ikisini benimseyen bir Müslümanı tekfir etmeye bizim hakkımız yoktur. Olguları değerlendirirken sapı samana karıştıran tekfirci zihniyetin yaptığı gibi yapamayız. Bu tür hassas konuların üzerinde konuşurken, her konuda olduğu gibi Ehl-i Sünnet itikadının prensipleri çerçevesinde meseleye yaklaşmak durumundayız. Aksi takdirde bu çizgiden sapılacak olursa tekfircilik de kaçınılmaz olacaktır. Ebu Hanife Hazretleri Fıkhu’l Ekber adlı kitabında itikadî çizgimizi net bir şekilde ortaya koymuş ve imanın dil ile ikrar kalp ile tasdik olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla bu şartları taşıyan bir kimseyi modern veya modern olmayan bir batıl inanca kapıldığı için imansız birisi olarak değerlendiremeyiz.

Sekülerizmi veya laikliği benimseyen bir kimsenin imanının gittiğine dair bir söylemimiz kesinlikle olmamakla birlikte, şahsi kanaatimiz odur ki böylesi bir tiplemenin ideal ve makbul bir Müslüman tipi olduğunu da söyleyemeyiz. Meselenin bu boyutunu da net olarak ortaya koymak zorundayız ki sekülerizmin imani yönden nasıl ciddi tehlikelere yol açtığını izah edebilelim ve insanları da bu konuda uyarmış olalım.

Eğer meseleyi sulandırır ve işin tehlikesini net bir şekilde ortaya koyamazsak; “Ne olacak canım seküler/laik dindar da olur” dersek, sırtımızda taşıyamayacağımız kadar ağır ve büyük bir vebalin altına gireriz. Saf ve temiz bir muvahhid olarak Rabbimizin huzuruna çıkmayı diliyorsak, seküler düşüncelerden kendimizi arındırdığımız gibi insanları da sakındırmak durumundayız. Cenab-ı Allah cümlemizi ahirete seküler anlayışlarla gitmekten muhafaza eylesin.

Dünyevi egemenliğin ve yegâne otoritenin Alemlerin Rabbi ve Hâkimi olan Yüce Allah’a ait olduğunu iyice kavrayan müminler zaten sekülerizm gibi düşüncelere tevessül etmezler. “Allah’ı ahirete hapsedip, dünya işlerinden soyutlama” gibi düşüncelerin ne kadar sapkın ve tehlikeli düşünceller olduğunu idrak ederler. Her ne kadar sekülerizmin tarihsel olarak adlandırılışı son iki yüzyılda gerçekleşmiş olsa da, bütün inançlar gibi onun da kökünün mazide olduğunu, klasik inkâr zihniyetinin güncel bir versiyonu olduğunu ve yer yer müşrikçe zihniyetle örtüştüğünü fark ederler.

Seküler insan

Şimdi bu imani tehlikeyi ortaya koyabilmek ve insanları bu sapkınlıktan sakındırabilmek için seküler insan modelini genel hatlarıyla ortaya koymaya çalışalım. Kimdir seküler insan? Seküler insan; Allah’ı ve O’nun dinini hayattın her alanından dışlamayı hedefleyen, ibadet dışındaki alanlarda O’nu ve hükümlerini görmek istemeyen, O’nu dünya işlerine karıştırmayan, dini Allah’la vicdan arasına hapsetmeye çalışan, O’nu yönetim ve hukuk gibi alanlardan koparan, dinden soyutlanmış bir dünya kurgulayan, dinle alakası olmayan bir sosyal hayatı benimseyen ve Allah’la barışık düzeni bilinçli olarak benimsemeyen kimsedir.

Çerçevesini bu şekilde ortaya koyduktan sonra, böyle bir insan modeli ile; Allah’ın hükümlerini hâkim kılmak isteyen, emr-i maruf ve neh-yi münker yapan, adaletin tesisi için çalışan, sosyal hayattan ferdi hayata kadar İslam’ın bütün nizamını benimseyen, cihad eden, tebliğ ve irşat yapan, hakkı tavsiye eden, zulme engel olmaya çalışan ve Müslümanca düşünen bir model nasıl bağdaşabilir? Seküler insan modeli ile İslam’ın ideal Müslüman modelinin bağdaşacağını veya uzlaşacağını iddia etmek kelimenin tam anlamıyla bir akıl tutulması olur. İslam’ı ve sekülerizmi bilen bir kimse böyle bir iddiada bulunmaz. Ancak böyle bir uzlaşmanın varlığını “Ilımlı İslam” projesini kurgulayanlar ya da onların yerli taşeronları kabul edebilir.

Birisi sosyal hayatta dini baş tacı ederken, diğeri onu bir kenara fırlatmayı düşünür. Birisi dinin şekil verdiği bir dünyayı inşa etmeye çalışırken, diğeri dine şekil vermeye kalkar. Birisi hukukun referansları ve düzenin yapısı gibi konularda dini merkeze alırken, diğeri beşeri sistemleri merkeze alır. Sekülerizm dinden bağımsız düşünen insan tipi üretirken, İslam ise İlâ-yı Kelimetullah için canını vermeye hazır olan “mücahid” yetiştirmeyi hedefler.

Bu dinin peygamberi ve onun tertemiz eshabı ömürlerini savaş meydanlarında geçirmişlerdir. Cihad emri, İslam’ın birtakım dünyevi hedefleri olduğunun en güzel ispatıdır. İşte bunun içindir ki İslam’ı sekülerizm ile bağdaştırarak “Ilımlı İslam” modelini ikame ettirmeye çalışanların İslam’da en çok sulandırmaya çalıştıkları kavram “cihad” kavramı olmuştur. Çünkü cihadı benimseyen bir Müslümana, dinin dünyevi hedeflerinin olmadığını kabul ettiremezler.

İdeal bir dindar olmaz

Çağdaşlık adı altında kendi değerlerini bize yutturmaya çalışan batılılar, bize sekülerizmi benimsetmek ve ona karşı direncimizi kırmak için içimizdeki bir takım beyinsizleri kullanmakta bir beis görmemişlerdir. Oryantalistlerin kötü bir taklidi olan tarihselciler dini hükümlerin tarihsel olduğunu iddia ederek, vahiyle dolması gereken bu alanın akıl ile doldurulması gerektiğini söyleyerek, sekülerizmin Müslüman toplumlardaki alt yapısını hazırlamışlardır.

Şunu baştan net bir şekilde ifade edelim ki sekülerizm fitnesi anlaşılmadan tarihselcilik fitnesine anlam vermeye çalışmak da beyhudedir. Bu ikisi arasındaki ilişkiyi kavramamak için herhalde man kafa olmak gerekir. Çünkü tarihselci dediğimiz kimseler de seküler dediğimiz kimseler de dini hükümlerin günümüzde toplumsal hayatta bağlayıcı olmaması gerektiğini savunurlar.

Tarihselciler insanlara akıllarınca hem Müslüman kalıp hem de dini hükümlerden kurtulmanın imkânını sağlarlar. Çünkü bir insan dini hükümlerin eski çağlara hitap ettiğini, günümüzde bir bağlayıcılığının olmadığını düşünmeye başladığında tarihselcilik denilen fitneye kapılmış olur ve artık o kimsenin seküler düşünmemesi için bir engel de kalmamıştır. İslam şahsiyeti ise bu tür bir yaklaşımı şirki reddeder gibi reddeder. Dini hükümlerin çağlar üstü olduğuna ve her çağa hitap ettiğine iman ettiği için, fertlerin ve toplumların kendi aralarındaki ve devletle olan münasebetlerindeki ilişkilerinde dini hükümlerin her zaman bağlayıcı olduğuna inanır.

Tarihselcilerin Kur’an ayetinin tarihsel olduğunu iddia ederek, dini hükümlerin bağlayıcılığını sarsmaya çalışmalarının ve dünyevi “hüküm” alanından dini soyutlamaya çalışmalarının nedeni, sekülerizmle İslam’ı bağdaştırmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Çünkü sekülerizmin de ana gayesi olan “dini dünya hayatından dışlama” hedefinin gerçekleştirilebilmesi için, dinin dünya hayatına bakan hükümlerinin ortadan kaldırılması gerekir. İşte sekülerizmin kadrolu toplum mühendisi olan tarihselcilerin misyonu da tam da bu noktada başlar. Müslümanların bu fitnenin önüne geçebilmeleri için tarihselcilerin nasıl bir şeytanlık peşinde olduklarını vakit kaybetmeden fark etmeleri gerekir.

Dinle çelişir

Yukarıda seküler dünya görüşünün Müslüman’a yakışmadığını ana hatları ile ortaya koymaya çalıştık. Sekülerizm Müslümanlar için biçilmiş bir deli gömleğidir. Eğer kafayı üşütmemişsek bu gömleği giymeyi reddetmeliyiz. Bu hakikatlere rağmen bugün bazı kimseler sekülerizmin/laikliğin dinle çelişmediğini, dine karşı olmadığını, dine asla karışmadığını, hele ki samimi dindarlara ilişmediğini iddia ederler. Dolayısıyla seküler veya laik bir dindar tipi olabileceğini savunurlar. Açık ve net olarak ifade edelim ki bu iddianın sahipleri ya dini bilmiyorlar ya sekülerizmin veya laikliğin ne demek olduğunu bilmiyorlar ya da bilerek münafıklık yapıyorlar. Buradaki söylediklerimiz ile yukarıda söylediklerimizin çeliştiğini düşünebilirsiniz ancak biz bir çelişki olduğunu düşünmüyoruz. Yukarıda “Seküler/laik Müslüman” modelinin imanını kesinlikle tartışmadığımızı söylerken, onun gerçek anlamıyla ideal bir dindar olamayacağını da söylemiştik. Çünkü bu model, gerçek bir dindar modeli değildir.

Bu model Cenab-ı Allah’ın hükümlerinden haberi olmayan bir modeldir. Etliye sütlüye karışmayan, kendi halinde saf sefil bir tiptir. Hazreti Ömer radıyellahü anh’ın adalet kıssalarını anlatan ama Hazreti Ömer’in neyle hükmettiğini bilmeyen/ bilmek dahi istemeyen ya da bilerek gizleyen bir tiptir. Bu modelin kendi gölgesi ile bile yüzleşecek iradesi yoktur. Toplum mühendisleri tarafından üretimi teşvik edilen dünyadan el etek çeken sahte derviş tiplemesi de yine bu nevidendir. Bu kimseler gerçek dindar olmadıkları gibi gerçek derviş de sayılamazlar. Zira tasavvuf tarihimizi okuduğumuzda gerçek dervişlerin aynı zamanda birer akıncı ve mücahid olduklarının görürüz.

İşte, “Laiklik gerçek dindarlara ilişmez” diyenlerin bahsettiği dindarlık böylesine şuursuz bir dindarlıktır. Sekülerizmin de laikliğin de zaten bu tip dindarlıkla bir problemi yoktur. Ama ne zaman ki İslam’ın hükümleriyle hükmetmekten, adaleti tesis etmek veya Allah’la barışık düzeni kurmaktan bahsedecek olursanız o zaman Demokles’in kılıcı başınızda bitecektir. Onlara göre “din” üzerinde çok fazla konuşulacak bir mevzu değildir ve dindarlık da dışarıya aksettirmemek koşuluyla yaşanılabilir. Din Allah ile kul arasında kalmalı, mümkünse rüyaların dışına çıkmamalıdır. Öyle olmayıp kamusal alana ve toplumsal hayata taşarsa, hele hele de her alanda söz söylemeye kalkarsa o zaman da toplum mühendisleri devreye girmeli ve bu dini ehlileştirmelidir. Görüldüğü gibi seküler/laik anlayış dine müdahale etme cüretini kendinde bulan cüretkar bir zihniyet olarak dine yukarıdan bakmaktadır. Bu durumun toplumsal yansımaları ise “kamusal alan ayrımı” ve “katı laiklik uygulamaları” olarak karşımıza çıkmıştır ki yakın tarihimiz bunun örnekleri ile doludur.

Din ve dünya ayrımı

Sekülerizmin Müslüman düşünce yapısına verdiği zararlara da değinecek olursak kanaatimize göre sekülerizmin en büyük zararı bölünmüş algı modelidir. Seküler mantık hayatı dini ve dünyevi hayat olmak üzere ikiye ayırmıştır. İslam’da ise hayata bir bütün olarak bakmak esastır. Din ve dünya adeta iç içe geçmiştir ve dini alan veya dünyevi alan diye bir ayrım söz konusu değildir. Nitekim Efendimiz sallellahü aleyhi ve sellem yeryüzünün tamamının bir mescid kılındığını bildirmiştir. (Müslim, Mesâcid 3, hadis no: 521; Buhârî, Salât 56, hadis no: 84) Her yer ibadet alanı olduğu gibi, insanın bütün davranışları da ibadet olma potansiyeli taşımaktadır.

Müslümanca düşünen bir insan için bir mesele ne kadar dini bir meseleyse o kadar dünyevi, ne kadar dünyevi bir meseleyse o kadar da dini bir meseledir. Faraza Müslüman, bir kira sözleşmesini veya bir alım satım akdini tamamen dünyevi bir olgu gibi algılamaz. Bu örnekler mutlaka helal ve haram dairesi içerisinde bir yerdedir ve dolayısıyla da dinle ilgilidir. Eğer ev sahibi fahiş bir kira artışı yapıyorsa bu mesele modern hukuka göre bir suç olmakla birlikte dine göre de bir “günah”tır. Mesela namaz ibadetini örnek verecek olursak, bu ibadet insanın yirmi dört saatini tanzim eden bir ibadet olması hasebiyle dünyevi alanla da ilgili bir olgudur.

Seküler dünyada kafalarımız genellikle din ve dünya ayrımına programlandığı için bu meselenin anlaşılması pek de o kadar kolay olmayabilir. Seküler mantığın alışkanlıklarından dolayı buna şöyle bir itiraz gelebilir: “Karton fabrikasında çalışan bir işçinin yaptığı işin din ile ne alakası olabilir, bu peki hâlâ dünyevi bir iştir! Ya da bir vidayı sıkıştırmayı veya çivi çakmayı ya da herhangi bir teknik işi dini bir iş olarak değerlendirmek ne derece doğrudur?” İlk bakışta mantıklı gibi görünen bu itiraza şöyle cevap verebiliriz: Çivi çakmaktan bilgisayar programlamaya kadar hangi iş olursa olsun; ister gündelik sıradan bir iş ister teknik bir iş olsun, eğer o işe “besmele” ile başlamışsak artık o iş dini bir anlam kazanmıştır. Bu anlamda “besmele” sekülerizmin en büyük düşmanıdır. Peki; “İnsanın tuvalete gitmesi bile mi dini bir iştir?” diye soracak olursanız. Evet, onun da dini bir boyutu vardır ki bu ilmihal kitaplarında “taharet adabı” olarak geçer.

Müslüman zihni

Müslüman zihni görüldüğü gibi din ve dünya ayrımı yapmadan düşünmekte ve dini boyutu olan bir şeyi tamamen dünyevi olarak nitelememektedir. Bununla beraber gündelik konuşma dilinde kısmen bir ayrımın olması söz konusu olabilir. Şöyle ki gündelik dilde belki bir insan camiye gidiyorsa dini, işe gidiyorsa dünyevi bir iş olarak bunu mecazen ifade edebiliriz. Hakikatine baktığımızda ise rızkı için işe giden bir kimse aslında dini bir amelin içindedir. Hakikatte hiçbir mesele yoktur ki onu dinden bağımsız olarak düşünülebilelim.

Gündelik dilde “dünya işleri” ifadesini kullanıyor olmamız o işin din ile alakası olmadığı anlamına gelmez. Faraza alışveriş veya ticareti ele alalım. Nur Suresi 37. ayette yaptıkları alışverişin kendilerini Allah’ı anmaktan alıkoyman bir takım kimselerden bahsedilir. Şu durumda Allah anılırken yapılan bir ticareti tamamen dünyevi bir iş olarak tanımlamak ne derece doğrudur? Ticaret gibi diğer teknik konular da dinden bağımsız değildir.

Ticaret, ekonomi, iktisat ve sağlık gibi bütün teknik konulara Allah’ı karıştırmama ve bilimleri dinden soyutlama düşüncesi esasında seküler bir hastalıktır. Ya da sekülerizmin bilinçlere sokmak istediği bir aldatmacadır. Seküler mantığa sahip kişilerin laboratuvara girerken dini kapıda bırakma düşüncesini bilimsellik adına savunuyor olmalarının nedeni, şayet laboratuvara İslam girerse ilmin her verisinin Mevla’ya götüreceğini bilmelerinden dolayıdır. Onlar Allah’ı düzen ve hukukla beraber sosyal hayata, ticarete, ekonomiye, iktisada karıştırmama düşüncesini de rasyonalizm adına savunurlar ki bunun sebebi de iktisada ve ekonomiye İslam girerse o zaman da kapitalizmin yaşayamayacağını bilmeleridir.

Son olarak şunu da ifade etmeliyiz ki bir toplumda sapkın düşünceler yaygınlaşıyorsa bunda mutlaka din adamlarının da bir emeği vardır. Ülkemizde de Belam sınıfı adı verebileceğimiz bir kesim, “seküler/laik Müslüman” modeli üretmek için canla başla çalıştılar. Bugün abdestli namazlı ama seküler düşünen bir takım kimseler varsa, bunda Belam sınıfının telkinatının epeyce bir katkısı olmuştur. Böyle bir şeyin olmadığını iddia edenler, Fetö’yü anlamamış ve ondan ibret de alamamışlardır. Bu tür örgütlere batılı değerlerin benimsetilmesinde çok önemli roller biçilmiştir.

Onlar ve onların ağababaları ne kadar uğraşsalar da Müslümanca düşünmenin önüne geçemeyecekler. Müslüman, hayatının merkezinde her zaman “din” kavramı olmaya devam edecek. Laiklik ve sekülerizmin pompaladığı din ve dünya ayrımı düşüncesini, Müslümanca düşünenlere kabul ettiremeyecekler. Allah’ın izni ile toplum mühendisleri başarısız olacak ve her şey aslına dönecek…

Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Mehmet Feyzi Efendi farklı bir zattı…

İmam hatipte okurken yaz tatillerinde İstanbul gibi manevi üstadların bol olduğu bir şehirde birçok güzel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.