Uçak kazası ve annemin rüyası…

Ülkemizin önemli ilim adamlarından Prof. Dr. Yücel Oğurlu Hoca hayatında hiçbir zaman unutamadığı, yıllar önce yaşadığı o acı ve ibretli olayı anlatıyor.

Mesleğin ilk yıllarından başlayarak Erzincan‘da 13 yıl süren gurbet hayatım, aileden ve özellikle anne-babamdan ayrı kalmam, onların yaşlılık dönemlerinde yanlarında olamamak haliyle bizleri üzüyordu. Haftada bir kaç kez yaptığımız telefon görüşmeleri ne onlara ne de bize yetiyor, yanlarında durup biraz vakit geçirememek içimizi burkuyordu.

Akademik dosyam oldukça dolgun olmasına rağmen, Türkiye’deki konjonktürel ve siyasi atmosfer dolayısıyla kimse bulunduğu üniversiteden diğer üniversitelere geçiş yapamıyordu. Bu durum yaklaşık olarak 2005 yılına kadar devam etti. Sözü uzatarak sizleri sıkmayayım, en sonunda, İstanbul Ticaret Üniversitesi`nden kabul alarak ailemin hemen yanındaki bir binada oturma imkanına kavuştum.

Güzel günler

2006 Haziranından itibaren yaklaşık bir buçuk yıl onlarla beraber yaşama fırsatımız oldu. Sabahları üniversiteye giderken babamın demlediği sabah 7 çayını birlikte içmeden geçmemeye çalışıyordum. İki ablamla birlikte her fırsatta onların sevdiği yiyeceklerden almaya çalışır, sık sık onların dünyasında en hoş faaliyet olan kıtlama “çay seremonisi”ne katılır, birlikte vakit geçirmeye çalışırdık. Biz de, geçen 13 yılın açığını kapatmaya çalışıyorduk.

Bütün aileyi, torunları bir arada görmek o yaşlardaki insanlar için ne kadar da değerlidir ve hatta bundan daha önemli ne olabilir, değil mi? Onların iç dünyalarında hissettikleri hazzı yüzlerinden okuyabiliyordum, belki de onlar için tek ve en büyük mutluluk buydu. Bunun için her fırsatta büyük ablamın da desteğiyle hafta sonları toplanır ve onlarla güzel zamanlar geçirmeye çalışırdık.

Anemin rüyası

2007 yılı Ekim ayı içerisinde annem kendisini etkileyen bir rüya gördüğünü ve 40 gün içinde öleceğini söyledi. Yaşlılık psikolojisine girdiğini düşünerek, ona moral vermeye çalışarak birlikte neşeli vakit geçirmeye ve onu mutlu etmeye çalışıyorduk. Bundan bir ay kadar sonra, bir sabah bütün aile bir hafta sonu kahvaltısında buluşmuşken, bir rüya daha gördüğünü, rüyadan etkilenmiş haliyle biraz da ürpererek anlattı.

Rüyasında babamla birlikte Balıkesir Manyas‘ta bir dağ köyündeki (İrşadiye) yazlığın önüne birlikte ektikleri asmayı birlikte nasıl kökünden kestiklerini anlattı. Yazın yıllık izinlerimizi alarak baba ocağı olan bu evde, yaz sıcağını engelleyen ve altında toplanıp yemeğimizi, çayımızı bir seremoni kıvamında paylaştığımız o aşmanın özelliği, ailenin birliğini temsil ediyor olmasıydı.

Bu rüyayı da aile birliğini bozacak kötü bir olay olarak yorumlamıştı annem. Ona moral vermek için kesilen ağaçların budanmış olacağını ve daha güçlü çıkacağını, etrafındaki torunlarının da bunun işareti olduğunu söyleyerek rüyayı güzel yönde yorumlayıp moral vermeye çalışmıştım. Pek ikna olmuş gibi görünmüyordu, tedirgindi.

Bir kaç gün sonra, annem rüyada Kur’an`dan bir ayeti kendisine birilerinin okuduğunu ve bunu rüyasında ezberlediğini söyledi. Ayetin yarısından çoğunu bir çırpıda okuyup durakaldı, hatırlayamadı. Ayetin anlamını kırık dökük Arapçamla anlamıştım, ölümle ilgiliydi ama bunun kötü bir anlamının olmadığını, konuyu kapatmak üzere söyledim.

Ayeti ezberlemiş

Ertesi gün ayetin tamamını ezberden okuyup; “Bu gece tamamen ezberlettiler” deyince, ayetin yerini bir hafızdan sordum ve yerini bulup mealdeki anlamını kendisine gösterdim. Al-i İmran Suresi 27. ayetti. “Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.”

Bu ayetin içinde sıradan bir ölüm değil. ölümle birlikte bir müjde vardı aslında: Şehitlik… Çünkü başka ayetlerde “hesapsız rızıklandırma” ifadesi şehitler için geçiyordu. Annemi yine, hayra yorma (güzel yönde yorumlama) ile teselli vermeye çalıştım. Fakat hiç de bana inanmamıştı ve “o öyle değil, oğlum” diyerek ikna olmadığını göstermişti. Annem hissettiklerinden gayet emindi.

Babama; “Isparta`da fazla kalmayın, çocuklar özlüyor” dediğimde, “hazır olun oğlum, hayatta daha uzun ayrılıklar da var” demişti o gece. Isparta`ya hep birlikte yola çıkacaktık. Isparta’ya kadar otobüs yolculuğuyla iki yaşlı insanı göndermek de istememiştik. Annem, babam, ablam ve kendim için rezervasyonu yaptırmıştım. Ablam duruşması, ben de vermek zorunda olduğum Yüksek Lisans dersim dolayısıyla biletleri iptal ettirdik.

Yolculuk günü

Uçak biletlerini aldım. Ben onları İstanbul’dan havalimanından yolcu edecek, ağabeyim de oradan karşılayacaktı. Böylece hiçbir sıkıntıyla karşılaşmadan onları yerlerine ulaştırmış olacaktık. Halbuki hesapların üzerinde bir hesap, yazıların üzerinde bir yazı vardı tabii ki. O uçak Isparta havaalanına hiç inemedi. Hesapsız dua kaynağımız, iki gözümüz, kalbimiz, canımız o uçakla birlikte ümit ediyoruz ki Uçmağa, Cennete uçtular.

Bu rüyaların yaşandığı haftanın sonunda “Atlas Jet Isparta” kazasında hem annem ve hem de babamı bir anda ellerimizin arasından uçurup “ebedi yurda” gönderdik. İnsan olarak hepimiz gibi onların da hataları da vardı. İkisi de bizler kadar çok bilmezlerdi ama benden daha çok ve tertemiz bir şekilde, dupduru bir inançla Yaradan’a bağlıydılar.

Allah, bu iki kendi halinde, zararsız, ama hayatlarını ailelerine adamış iki güzel kalpli insanın ve sizlerin de bütün geçmişlerinizin mekanlarını cennet kılsın ve emanetini alma zamanı geldiğinde bizleri ebedi yurtta en güzel mekanında buluştursun.

Prof. Dr. Yücel Oğurlu/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Mutluluk bir sırdır…

Mutluluk mutsuzluğun içinde bir sırdır. Mutsuzluk da mutluluğun içinde bir sırdır. Daimi mutluluk yoktur. Yedi …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.