Libyalı alim Dr. Ali Muhammed Es Sallâbî‘nin Gazze ve Filistin’deki Soykırıma İlişkin ABD Yönetimi ve Müttefiklerine Açık Mektubu
Bu açık mektubum; Amerikalı liderlere, müttefiklerine ve onların halklarına yöneliktir. Bu mektubu kaleme alan kişinin, Rab olarak Allah’a, din olarak İslam’a ve peygamber olarak Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e inanan bir Müslüman olduğunu; iyiliği emredip kötülükten sakındırma, zulme engel olma, insanlar arasında adalet, esenlik ve eşitliği sağlama esasına dayanan insanî ve manevî değerlere sahip biri olduğunu akılda tutulmasını umuyorum. Bu mektubu okurken, mektubu yazan kişinin dinine, derisinin rengine veya yaşadığı yer açısından bakmadan; her zaman yapıldığı gibi insanları yer, kültür, renk, halk ve ırkları kategorize etmeden okumalısınız.
Bu mektubu Kur’ân’ın yolundan giden bir Müslüman olarak açık ve net bir şekilde yazıyorum. Kur’ân-ı Kerim, Yüce Allah’ın insanlık tarihini onunla koruma altına aldığı güvenilir bir kaynaktır. Bu kaynak, atamız Hazreti Adem’den başlayarak Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti Harun, Hazreti Yakup, Hazreti İshak, Hazreti Yusuf, Hazreti Hud, Hazreti Salih ve Hazreti İsa (salat ve selam üzerlerine olsun) ve Peygamberlerin sonuncusu Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e varıncaya kadar, nebî ve resûllerin hayatlarını doğruluk ve tarihî gerçekler açısından birebir ve tam bir güvenilirlikle aktarır. Onlar yeryüzünün tamamında insanlık için lider, en güzel örnek ve en ideal önderlerdir.
Resûl ve nebîler, yeryüzünde insanlara yeryüzündeki gerçekleri dile getirmemizi öğrettiler. Umulur ki; düşünüp öğüt alır, tedebbür eder ve âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarlar. Böylelikle ıslah olanlardan ve ıslah edenlerden olurlar.
Hazreti Musa aleyhis selam’ın Firavun, Haman ve Karun’a; Hazreti İsa aleyhis selam’ın Roma hükümdarına ve Peygamberlerin sonuncusu Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in Mekke’de Ebu Cehil’e, Roma’da Herakleios’a ve İran’da Kisra’ya ulaştırdığı mesaj buydu. Mesaj verilmek istenen tarafın olumlu karşılaması veya kulak kabartması şart değildir, ancak bu, Allah’ın mesajını tebliğ etmek ve O’nun indinde mazur görülmek içindir.
ABD Yönetimi ve Müttefikleri Filistin’de İşlenen Soykırımın Suç Ortaklarıdır
ABD yönetimi ve müttefiklerinin Filistin’de (Gazze) bugünlerde cereyan eden olaylarla eşzamanlı olarak yaptıkları açıklamalar, insanları, yaşanan olaylardan daha çok şoke etmiştir. Siz Batılılar bir taraftan özgürlük, adalet ve insan onurunu koruma gibi değerlerden dem vururken, diğer taraftan ağır tehdit ve intikamdan dem vuruyorsunuz. Söz ve eylemlerinizin de bu minvalde olması, sizin bu ikircikli davranışlarınızdan adaletten yana hiçbir niyet taşımadığınızı ve düşmanca emellerinizden geri adım atmayacağınız yönünde hiçbir şüphe bırakmıyor.
Daha da şaşırtıcı olan; utanç verici beyanatlarınızla eş zamanlı olarak saldırılara bizzat iştirak etmeniz, sizin asla tarafsız olmadığınız ve aslında baskı kurmaktan yana olduğunuz yönünde kanaatleri teyit etmektedir. Nitekim savunmasız Filistinlileri katledip cezalandırmak için İsrail’e gerekli her türlü desteği sağlamak üzere Filistin kıyılarına Ford uçak gemilerini demirlediniz ve yakın zamanda uçak gemisi Eisenhower da ulaştı. Buna, İngiltere iki savaş gemisiyle, Almanya çok gelişmiş uçaklarla, Fransa ise siyasî ve güvenlik desteğiyle katkıda bulundu. Bu, mutlak manada İsrail’den yana taraf tutmak ve Gazze ve Filistin’deki masum çocuk ve kadınlara, savunmasız ve yoksul yaşlılara karşı yıkıcı bir savaş demektir. Aslında bu, Amerika ve Avrupa’nın Filistin ve dünyadaki ezilen mazlumların sorunlarına ilişkin tutumlarında, sicillerine işledikleri yeni bir katliamdır.
ABD Başkanı Joe Biden’ın açıklamalarını herkes izledi ve ne kadar çelişkili olduğunu gördü. Küresel açıdan bakıldığında İsrail’in en büyük destekçisi ve Batı politikasının lideri konumundadır. Biden beyanatında; Hamas’ın İsrail yerleşim birimlerinde yaşayan sivillerin kafalarını kestiğine, kadınlara tecavüz ettiğine, işkence yaptığına, insan kaçırarak dehşet saçtığına dair fotoğraflar gördüğünü söyledi. Ancak ABD basını CNN ve Washington Post, Beyaz Saray’ın resmî açıklamalarına dayanarak şunu aktardı: “Ne Biden ne de herhangi bir ABD yetkilisi; teröristlerin, çocukların kafalarını kestiğine dair bir fotoğraf gördü ne de bu yöndeki raporların doğruluğunu teyit etti.” Bu da yetmiş yılı aşkın süredir Siyonistlerin zulüm ve baskısına maruz kalan Filistin tarafını dikkate almadan, İsrail’in varlığı ve yerleşimcilerin güvenliği konusunda kör kararlar aldığınızı doğruluyor.
ABD Yönetimi, Müttefikleri ve Çifte Standart Politikası
Ülkedeki iki milyondan fazla Filistinliye yirmi yıldır nefes aldırmayan, insanlık ve yasa dışı kuşatmanın ağırlığı altında gözlerinizin önünde acı çekmelerine, aşırı sağcı Tel Aviv hükümetinin, Mescid-i Aksa‘ya yönelik saldırılarını derinleştirip, namaz vakitlerinin bölünmesi süreciyle neyi amaçladıklarının ortaya çıkmasına rağmen, yerleşimcilerin Filistinlilere ve Batı Şeria’daki mülklerine yönelik saldırılarının artmasına ve işgal hükümetlerinin, Batı Şeria’nın bazı kısımlarını ilhak etme niyetlerine rağmen, sizden, çekingen de olsa Filistin halkının insanî, kültürel ve dinî haklarını önemsediğinize dair en ufak bir beyanat bile gelmedi.
Filistinlilerin, tüm bu hak ihlallerine, çifte standart politikalarına ve hiç utanmadan uyguladığınız hukuk ilkelerini çiğneme politikalarına seyirci kalmasını mı bekliyorsunuz?
Dünyanın en büyük ülkelerinden birinin başkanı olan Joe Biden ile Doğulu ve Batılı birçok ülke liderinin; demokrasiyi korumak, insanları medenileştirmek, küresel barış ve istikrarı desteklemek konusunda övünüp dururken ve Rusya’nın acımasız ve haksız saldırısına maruz kaldı diye Ukrayna’yı kurtarmaya koşarken, bugün Gazze‘de (elektrik, su, sağlık ve insanî yardım gibi) yaşam haklarından mahrum sivilleri, İsrail ordusunun yoğun bombardımanında ölüm ve yıkım alevleri altında yalnız bıraktıklarını görüyoruz. Şüphesiz tarih bunu yazacaktır!
Batı’nın, İsrail’in İşlediği Suçlar Karşısındaki Tutumu, Medeniyet ve Değerlerin ve Uluslararası Hukuk İlkelerinin İhlali ve Batı İmajının Zedelenmesidir.
Batılı liderler ve bu ülkelerdeki medya propagandası ve Siyonist lobinin etkisiyle ikna edilen bazı siyasi ve medya elitleri; Batılı monarşiler ve cumhuriyetlerin üzerine kurulduğu İnsan hakları ilkelerine dayanan tüzüklerini görmezden geldiler. ABD, Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere ve Avusturya’da zor günlerinde Filistin’in yanında yer alan kişiler, Yahudi karşıtlığı bahanesiyle tutuklanmaya ve darp edilmeye maruz bırakılmaktadır. Tarih bunu da yazacaktır.
Peki, Ağustos 1949’da Cenevre’de diğer ülkelerden önce “İnsan Hakları Sözleşmesi”ni imzalayan bu ülkeler, bu anlaşmanın neresinde duruyorlar?
İmzaladıkları maddelerden bazıları şunlardır
15. Madde: Çatışmanın taraflarından herhangi biri, saldırgan tarafa, “savaşçı olsun veya savaşçı olmasın, yaralı ve hastaları” ve “herhangi bir saldırgan veya askerî nitelikli bir eylem girişiminde bulunmayan sivil kişileri” korumak amacıyla çatışmaların yaşandığı topraklarda tarafsız bölgeler kurulmasını önerebilir.
16. Madde: Yaralı ve hastaların yanı sıra yaşlı ve hamile kadınlar da özel koruma ve saygı altına alınmalıdır.
18. Madde: Yaralı, hasta, halsiz ve doğum sonrası kadınlara bakım sağlamak üzere düzenlenen sivil hastanelere hiçbir durumda saldırılamaz ve çatışmanın tarafları bu hastanelere her zaman saygı göstermeli ve onları korumalıdır.
51. Madde: Cenevre Sözleşmelerinin Ek I Protokolü şöyle der: “Kişiler ve sivil halk, askerî operasyonlardan kaynaklanan hatalara karşı genel korumadan yararlanacak ve saldırıların hedefi olmayacaktır.”
52. Madde: Bu madde, sivil unsurlara saldırmayı, saldırılara kalkan olarak kullanılma veya taciz etmeyi yasaklayan hükümler içerir: “Sivil unsurlara saldırı düzenlenemez ve onlar saldırılara kalkan olarak kullanılamaz. Saldırılar yalnızca askerî hedeflerle sınırlı kalmalıdır.
53. Madde: “Tarihî eserlere, sanat eserlerine veya ibadethanelere yönelik her türlü düşmanca eylemde bulunmak yasaktır.”
Peki sizce Batılı liderler ve hükümetler, süslü beyanatlar yapmadan ve güçlerini İsrail’in arkasında seferber etmeden önce, İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyanın üzerine kurulduğu temel niteliğindeki sözleşmelerine bağlı kaldılar mı? Yoksa bu sadece kendi ülkelerindeki durumlar için mi geçerli?!
ABD Başkanı Joe Biden ve yönetiminin (Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon) ve Batılı liderlerin açıklamaları ve medyanın yaptığı bir bütün olarak hayal kırıklığı yarattı. Dünyanın en yoğun nüfuslu bölgesi, en büyük mülteci kampı ve en büyük toplama kampı olarak nitelendirilebilecek Gazze Şeridi’ndeki şehirleri ve kampları yok eden yıkıcı bir savaşın gölgesinde cellat, kurbana karşı zafer kazanıyor. İki milyona yakın Filistinli korku, açlık, öldürülme ve katliamlarla karşı karşıyadır. İsrail’in, yerleşim ve genişleme projesine korkusuzca ve hiç kimseye hesap vermekten çekinmeden devam etmesi için Amerika ve Avrupa’nın ve hatta bazı Arap hükümetlerinin yeşil ışık yakmasıyla teşvik ettiği şey budur.
İsrail Filistin’de Neyin Peşinde!?
Bu zalimane savaşı başlatan İsrail’dir ve yaşananlar sadece askerî bir operasyondan ibaret değildir. İsrail, insanlığa karşı suç işlediğini bunu daha geniş çapta artırarak yapmaya devam edeceğini kamuoyu önünde ilan ediyor. İsrail Güvenlik Bakanı Yoav Gallant’ın kullandığı tabir ile Filistinlilere “hayvanımsı insanlar” muamelesi yapmak, onları “yiyecek, su ve ilaç” gibi temel yaşam haklarından mahrum bırakmak ve Filistinlilere sürekli saldırılarda bulunmak gibi davranışları ortaya çıkaran asıl neden; İsrail’in hiç beklemediği olaylar karşısında yaşadığı şok, onların apaçık ırkçı zihniyeti ve Batı’nın koşulsuz destek ve dayanışmasını arkalarına almalarından ötürüdür.
Filistin halkına karşı en sert hamlede bulunmayı destekleyen aşırı yönetici elitlerin sahip olduğu Siyonist ırkçı ve yerleşimci eğilim, İsrailli tarihçi Benny Morris’in 11 Ocak 2019’da Haaretz gazetesine “Bu yer batacak” başlığıyla verdiği röportajdaki yorum ve teorilerinden kaynaklanıyor. Röportajda Benny Morris, Filistinlileri bir halk olarak görme tenezzülünde bile bulunmadan, onlar hakkında acımasız bir tablo çizerek ve onları kaderlerinden sorumlu tutarak böylelikle onlar için en uygun olanın, onları öldürmek olduğunu haklı göstermeye çalıştı.
O, büyük olasılıkla bir tarihçi hissiyatıyla, bir ülkenin yerli halklarının kendi ülkelerinde tamamen soykırımdan geçmeden veya yerlerinden sürülmeden hayatta kalmalarının, dünyanın daha önce bildiği işgalci sömürge deneyimlerinin sona ermesine yol açtığını idrak edebiliyor. Çünkü, başka bir halkı tamamen kontrol altına almak, onlara baskı yapmak, onları sonsuza kadar askerî işgal gücüne boyun eğdirmek geçmişte rasyonel bir seçenek olarak sayılmadı. Peki bu seçeneğin üçüncü milenyumda var olma şansı var mı?!
İşgalci İsrail hükümetleri böyle saldırgan bir vizyona dayanarak, yerleşimlerin genişletilmesine, Filistinlilerin yaşama olanaklarının kısıtlanmasına, topraklarına el konulmasına, su kaynaklarının, ekonomilerinin ve üretim kaynaklarının kontrol edilmesine, Filistinlilere inşaat ve barınma kısıtlamaları getirilerek baskıcı koşulların dayatılmasına, günlük tutuklama operasyonlarına, ırksal ayrımcılık yapılmasına, şehir ve köyleri birbirinden ayıran kontrol noktalarının arttırılmasına dayanan yavaş, sessiz ve zorla yerinden etme politikalarını sürdürüyor. Bu durumu İsrail Meclisi (Knesset) üyesi Smotrich şöyle ifade ediyor: “Her yıl 20.000 Filistinli Batı Şeria’yı terk etmek zorunda kalıyor.”
Hamaset, bazı Siyonist çevrelerde öyle aşırı bir noktaya vardı ki, İranlı Cyrus ve Amerikalı Trump’ın yer aldığı, büyük bir tarihî mesaja işaret eden hatıra bir para bastılar. Onlara göre, Cyrus Yahudileri Babil esaretinden kurtarmıştı. Beyaz Saray’ın efendisinden özellikle istedikleri şey ise, -yeni bir felaket yaşanmasını gerektirse bile- Filistin davasını sonsuza kadar yok edecek son bir darbe ile tarihin sonuna karar vermesidir
Siyonist çevrelerin ve onların Batılı müttefiklerinin niyeti, ilk adım olarak Arapları Filistin’den sürmek, ardından Fırat’tan Nil’e kadar kendi varlıklarını (Büyük İsrail Devletini) kurmak olduğu gayet açıktır. Tabii burada Amerika ve Britanya’nın İsrail’in antisemitizmi suç sayan kanunlar kapsamında, İsrail’in suç işlerken bu suçları planlamaya ve desteklemeye aktif olarak katıldıklarını, aslında bunu yaparken Arapların da Sami kökenli olduklarını kabul etmeye göz yumduklarını görüyoruz.
İddia Edilen Süleyman Tapınağı ve Vaat Edilen Topraklar
Filistin’deki Siyonistlerin “kadim tarihî kökenlerini” kanıtlamak için uydurdukları en büyük iddialardan biri de “Tapınak ve Vaat Edilmiş Topraklar” yalanıdır. Söze sondan başlayıp Mescid-i Aksa’nın Hz. Süleyman zamanından çok önce inşa edildiğini söylersek, o zaman nasıl olur da “sözde” Süleyman Tapınağı Mescid-i Aksa’nın altında olabilir? Siyonistlerin Kudüs’ü işgal ettikleri günden bu yana Mescid-i Aksa’nın altında yaptıkları çok sayıdaki kazılar, tapınak iddialarından hiçbir şey kanıtlayamamışlardır.
Yahudi ve diğer arkeologlar, Siyonistlerin (burada tüm Yahudileri kastetmiyoruz, çünkü onların bir kısmı Siyonist oluşumun projesine ilk etapta karşı çıkmıştı.) Mescid-i Aksa’nın altında Tapınağın varlığına ilişkin iddialarını yalanladılar.
1930 yılında o zamanki Birleşmiş Milletler’in himayesinde uluslararası bir komite kurulduğunda, bu komite bir ay boyunca incelemelerde bulundu, çok sayıda Arap ve Yahudi tanığı dinledi. Ayrıca kendisine sunulan tüm belgeleri inceledi. Her iki grup tarafından getirilen avukatların savunmalarını dinledikten sonra şöyle bir rapor hazırladı: Batı (Ağlama) Duvarı’nın mülkiyeti yalnızca Müslümanlara aittir. Bu konuda gerçek hak yalnızca onların elindedir. Çünkü orası Selahaddin Eyyubi’nin yeğeni Melik el-Afzal’ın vakfiyesi ve Müslümanlara ait olan Mescid-i Haram alanının ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır.
Duvarın önünde ve El Meğâribe Mahallesi olarak bilinen bölgenin önünde yer alan kaldırımın mülkiyeti de İslam Hukuku hükümlerine göre vakfedildiği için Müslümanlara aittir. Bu uluslararası rapor, Müslümanların tarihî, dinî ve hukukî yönden “Burak Duvarı” üzerindeki haklarını doğrulamaktadır. Encyclopædia Britannica bunu şu sözlerle doğrulamaktadır: “Tapınağın Mescid-i Aksa hareminde olduğu kesin değil; özellikle de Titus MS 70 yılında onu yıktığında, orada hiçbir şey bırakmamış ve tüm izlerini yok etmişti. Bu yüzden Süleyman Tapınağı için herhangi bir arama/ araştırma abesle iştigaldir.”
Müslümanlar Filistin’i fethettiğinde, Müminlerin Emiri Halife Ömer b. el-Hattâb radıyellahu anh, Kudüs ve Filistin halkını güvence altına almak ve korumak için “el-Uhdetü’l Ömeriyye/ Ömer’in Taahhüdü” ilan etti ve ardından Filistin’in bütün arazileri ve hatta Mescidi Aksa ile birlikte sonsuza kadar Müslümanlara vakfedildiğini ilan etti. Ta ki bu hak kaybolmasın, insanlar onun bereketine ve ganimetlerine göz dikmesinler ve orada ikamet edenler güvende olsunlar. Bu taahhüt ve insanlığa barış mesajı, Kudüs’teki Kıyamet Kilise’sinde (bilinen ismiyle Kutsal Kabir Kilisesi’nde) mevcuttur.
Dolayısıyla Batılı liderlere düşen; Filistin toprakları ve Müslüman Arapların bu topraklar üzerindeki tarih boyunca süregelen hakları konusunda akl-ı selimi, insan mantığını ve hukukî delilleri hakem kılarak temel soruları yanıtlamaya çalışmaları gerekmektedir:
- Burası kimin toprağı?
- Buraya sonradan gelen kim?
- Neden Filistin halkını değil de Yahudileri destekliyorlar?
- Mescid-i Aksa’nın yahudileştirilmesine, yerleşim birimlerinin genişletilmesine ve insan hakları ihlallerine neden bu kadar körler?
Filistin halkının işgalci yapay Siyonist varlığa karşı dik duruşu, bir özgürlük mücadelesidir ve meşru bir mücadeledir. Onların bu konudaki dayanağı Azîz ve Cabbâr olan Allah’a olan imanları ve muhkem ayetleriyle Allah yolunda ölmenin, saldırganların ve zalimlerin karşısına dikilip onları engellemenin, Allah’a yaklaştıran en üstün ameller olduğunu beyan eden Kur’an-ı Kerim’in öğretileridir. Rab olarak Allah’a, din olarak İslam’a, nebî ve resûl olarak Muhammed’e iman eden kimse, bu konuda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaz. Yüce Allah şöyle buyurur: “… Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir. Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.”1
Bu soruları cevaplamaya çalıştığımızda, Batı Medeniyeti’nin, fikrî konularda ve din propagandasında uzmanlaşan Siyonist istihbaratının gerçek manada nüfuz ettiği, “Vaat Edilen Topraklar” ve “Süleyman Tapınağı” meselesine benzer pek çok tarihî gerçekleri çarpıttıkları dışında bir cevap bulamıyoruz. Batı’nın ahlakî ve hukuk sistemine nüfuz etme ve onları çarpıtma konusunda başarılı oldular. Üstelik bunu Batı’nın desteğiyle yaptılar. Bu fikirler, sağduyuya hitap eden değerlerin yok edilmesinde rol oynadı. Öyle ki farklı konumlardaki birçok Batılı liderin, halklarının değerleri, kurumları ve uzun zamandır savundukları insaniyet ve medeniyet şiarları pahasına tekebbür ve adaletsizlik çukurlarına düşmesine neden oldu.
Biz Müslümanlara gelince, bizim, inancımızdan ve tarihimizden esinlenen açık ve gerçek bir vizyonumuz var. Aziz Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in zikrettiği Davud, Süleyman ve İsrailoğullarının peygamberleri hakkındaki gerçek şudur: Onların metodu, barış, adalet, ıslah etme ve Allah’ın dinine tabi olmaya çağrıda bulunma, zulüm, haksızlık ve başkalarına karşı saldırganlıktan uzak durma çağrısıdır. Bu nedenle bu konuşmayı akıl ve mantık diliyle konuştuğumuzda, Allah’ın; insanlık hikayesi, nebî ve resûllerin akış hareketleri ve medeniyetlerin birbirini takip etmesi hususlarında bahsettiği gerçekleri dinleyeceğinizi umuyoruz.
İyiyle kötünün, hakla batılın mücadelesini anlamak isteyen, (yeni kaleme aldığım) “El Enbiyaü’l Mülûk/ Kral Peygamberler” adlı kitabımı okuyabilirler. Dileyen bu kitabı resmî web sitemde bulabilir. Bu kitap; Davut ve Süleyman aleyhis selam ve sözde Süleyman Tapınağı, Filistin ve tarihî hakkındaki gerçekler etrafında kafa karıştırıcı tüm sorulara tatmin edici yanıtlar içermektedir.
İsrail’in Filistin’i İşgal Etmesi, Fransa’nın Cezayir’i İşgal Etmesine Benzer
Sömürgecilik konusunda tecrübeli olan Batılı liderlerin, Filistin’i işgal eden İsrail’in yok olmaya mahkûm olacağını hesaba katmaları gerekir. Tıpkı, bu işin başını çeken Amerika olmak üzere, İngiltere’nin işgal ettiği birçok ülkenin ve Fransa’nın işgal ettiği diğer ülkelerin -en başta Cezayir olmak üzere- kaderi gibi. Cezayir halkı İslam’a ve onun hoşgörülü inancına tutundu, onun ilkeleriyle amel etti, inanç ve ilkelerle 1 Kasım 1954’te ayaklandı. Fransa 1830’dan 1954’ün başlarına kadar Cezayir halkına karşı sürdürdüğü Haçlı savaşı çerçevesinde yaklaşık 124 yıl boyunca Fransızlaştırma ve Hristiyanlaştırma ve politikasını uyguladı.
Cezayir toplumunun, Arap ve İslamî kimliğini ve kültürünü yok etmek ve Cezayir’i bir Fransız toplumuna dönüştürmek için tüm maddî, askerî, güvenlik ve kültürel imkanlarını seferber etti. Ancak Cezayir halkı inançlı bir halk olduğu ve İslam inancına, Kur’ân’a ve Arapça diline sımsıkı bağlı kaldığı için, o köklü ve inatçı direnişi ve güçlü imanı sayesinde, sarsılmaz dağlar gibi dimdik ayakta kaldı. Böylece Cezayir halkı; Fransa’nın, Cezayir’in inanç ve kültürüne nüfuz edip onu dininden, dilinden ve İslam ümmetiyle olan kültürel bağlarından ayırmaya yönelik tüm aşağılık girişimlerini boşa çıkardı.
Cezayir’in bağımsızlık mücadelesi, bir milyondan fazla Cezayirlinin şehit edildiği (Allah onlara rahmet etsin) onlarca yıl süren silahlı mücadelenin ardından 5 Temmuz 1962’de Fransa’dan bağımsızlığını ilan ederek en güçlü sömürgeci bir güçten kurtuldular. O zamanın en büyük küresel güçleri ABD ve Avrupa Birliği olmasına rağmen Sovyetler Birliği, Cezayir’i sömürgeleştirmelerinde ve Cezayir halkına karşı savaşlarında Fransızları destekledi. Bugün Filistin meselesinde de durum aynıdır. Zira Filistin halkı özgür, mücadeleci ve haklı bir millettir. Allah’ın izniyle diğer halklar bağımsızlıklarına ve özgürlüklerine kavuştukları gibi Filistin halkı da bağımsız ve özgür oluncaya dek hakkını elde etmeye kararlıdır.
Tavsiye: Amerikalı ve Avrupalı liderler, Amerika Tarihini ve Amerika Tarihinin Kurucu Babalarının Tavırlarını Okusunlar
İngilizlere karşı mücadelenin ve bağımsızlığın lideri, Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk kurucusu George Washington ne diyor? “Özgürlüğün kökleri derinlere kök saldığında, hızlı büyüyüp yayılır.” Washington’un ülkesini bağımsızlaştırmak için mücadelesine nasıl başladığını anlatan “George Washington ile Bir Röportaj” kitabı, okuyucularını Washington’un devrimci vizyonuna dair bir yolculuğa çıkarır. O “ülkenin babası” unvanını kazanmış savaşçı ünlü bir kahramandır. Bu yolculukta okuyucular, İngiliz sömürgeciliğinden kurtulduktan sonra Amerika’yı en iyi yer haline getiren kahramanlığın anlamından ilham alırlar.
Zulüm ve Kibir, Medeniyet ve İmparatorlukların Sonunu Getirir
İslam Şeriatı’na göre öğüt vermek, yüce değere sahip olup hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler için bir görevdir. Dünya aynı gemidedir ve dünyanın herhangi bir yerinde yaşananlar, olumlu-olumsuz her yere yansır. İslam ümmeti şu anda, Hazreti İsa aleyhis selam’ın Romalıların saldırısına maruz kaldığı ve Romalıların İsa aleyhis selam’a eziyet ettikleri durumuna benzer bir durumla, saldırı ve terörle karşı karşıyadır.
Roma, kendisini medeniyet değerlerinin sembolü, dünyanın süper gücü ve Yunan medeniyetinin mirasçısı olarak görüyordu. O zamanın şartlarında bir senatosu ve demokrasisi vardı. Romalı birey inanç ve şahsî davranışlarında özgürdü. Roma’yı o zamanın diğer bölgelerindeki zalim imparatorluklardan daha iyi yapan da buydu. Ancak, Romalıların Hristiyanlara yaptıkları iğrenç suçlar nedeniyle, insanlık tarihi bu ülkeyi pek iyi yad etmiyor. Bu süper güç; mutlak güç, mutlak kuvvet, izzet ve adalet sahibi olan Yüce Allah’a inanan bir gruba eziyet edince her türlü değerli meziyetlerini kaybetmiş oldu. Çünkü Yüce Allah’ın cezası şiddetlidir, zalime mühlet verir ama (asla ihmal etmez ve) bir gün mutlaka ondan intikam alır.
Yüce Allah, Romalılara kuzeydeki barbar halklar olan Almanları musallat etti ve oranın altını üstüne getirerek kültürel simgelerini yakıp yıktı. Almanlar, MS 5. yüzyılın sonlarında Romanın ihtişamını yerle bir etti.
Bundan iki yüzyıl sonra, Yüce Allah, Mesih aleyhis selam’ın yaşadığı kutsal toprakları, nebî ve resûllerin sonuncusu Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in ümmetini mirasçı kıldı ve burada Mesih büyük bir zafer kazandı. Çünkü İslam ümmeti, dünyanın birçok bölgesini fethederek zulüm ve diktatörlüklerden kurtardı ve oraları merhamet ve adaletle doldurdu. İnsanlara Mesih’in büyüklüğünü, risaletinin doğruluğunu, havarilerinin ve onlara tabi olanların faziletini ortaya çıkardı. Bütün bunlar Kur’ân-ı Kerim’de ayrıntılı olarak belirtilmiştir.
Zira İslam ümmeti kendisini, Halilürrahman Hazreti İbrahim aleyhis selam ile başlayan, Hazreti Musa aleyhis selam ve Hazreti İsa aleyhis selam’ı da içine alan, peygamberlere tabi olanların oluşturduğu aynı uzun zincirinin son halkası olarak görüyordu. Bu ümmet, Hazreti İsa aleyhis selam’ın düşmanlarının; Mesih’i yalanlayıp insanları ona karşı kışkırtan Roma ve onun gücüne tapanların veya Hazreti İsa’nın risaletini çarpıtan Pavlus ve onun peşinden gidenlerin, özgürlük ve insanî değerlere düşman olduklarını tüm dünyaya gösterdi.
Benim üzüldüğüm nokta ise; baskı ve zulümden kaçan göçmenlerin kurduğu ABD, Kanada, Avustralya ve bazı Batı ülkelerinin, kendilerini, zulüm ve işkencelerine maruz kaldıkları mütekebbir despotların yerlerine koymalarıdır. Bu, zulmü destekleyen güçlerin yok olacağının, korkunç sonlarının ve Yüce Allah’ın er ya da geç onları cezalandıracağının habercidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü ve yeryüzündeki eserleri daha üstündü. Böyle iken Allah, günahları sebebiyle onları yakaladı. Onları Allah’ın azabından koruyacak hiç kimse olmadı.”2
Hiç şüphe yok ki, Allah’ın milletler, halklar ve medeniyetler hakkındaki hükmü, takdiri ve sünneti işlemektedir ve belki de zulüm ve tekebbürün ortadan kalkmasını, Allah’ın kullarına yeryüzünü yönetmede ilahî bir imkân sağlaması ve ardından zulmeden müstekbir ve tağutlar için korkunç bir yenilgisi olacaktır. Bu ilahî sır bize, zulme uğrayan müstaz’af İsrailoğullarının eliyle despot Firavun’un başına gelenleri hatırlatmaktadır.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Tâ. Sîn. Mîm. Bunlar, apaçık Kitab’ın âyetleridir. İman eden bir kavim için (faydalı olmak üzere) Musa ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana gerçek şekliyle nakledeceğiz. Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı. Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak ve o yerde onları hâkim kılmak; Firavun ile Hâmân’a ve ordularına, onlardan (İsrailoğullarından gelecek diye) korktukları şeyi göstermek istiyorduk.”3
Cenab-ı Hak, aziz kitabında bize, bu topraklarda güç gösterisinde bulunup sağa sola saldıran, despotluk ve zulüm yapan Âd Kavmi’nin medeniyetinden bahseder ve onların, Peygamberleri Hz. Hud’a (a.s.) şöyle dediklerini bildirir: “Âd kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: Bizden daha kuvvetli kim var? dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah’ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi (mucizelerimizi) inkâr ediyorlardı. Bundan dolayı biz de onlara dünya hayatında zillet azâbını tattırmak için o uğursuz günlerde soğuk bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azabı elbette daha çok rüsvay edicidir. Onlara yardım da edilmez.”4
Bu kıssa, kibir, zulüm, baskı ve üstünlük sağlama üzerine kurulu olan, insan haklarını, kadınların, çocukların, savunmasız yaşlıların hayatlarını umursamayan, medeniyetler, krallıklar ve hükümetler için dersler ve ibretler içermektedir. Ellerindeki yıkıcı araçlarla lisan-ı halleri “bizden daha güçlü kim var?” der gibi. Bu insanlar için sünnetullah işlemektedir ancak onun zaman ve süresi Yüce Yaratıcı’nın katındadır. Medeniyetlerin dolaşım ve değişim yasasına şu ayet-i kerime de değinir: “O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.”5
İslam Ümmetinin Şiarı; Barış, Zulmü Reddetme ve Saldırganlara Tepki Göstermektir
Müslümanlar, adalet, barış ve iyiliği esas alan ve aynı zamanda ahlakî duruşu açısından da darda olan kimseyle alay etmeyi asla kabul etmeyen bir ümmettirler. Amerika’nın başını çektiği Batılı çevrelerin ve liderlerinin politikalarını gözden geçirip, adalete daha yakın olmalarını umarlar. Bu konuda emsal gösterilecek bazı liderler var ve bu da İslam ümmetinin Batı’nın attığı bazı adımları nasıl değiştirme yönünde katkıda bulunduğunu açıkça gösteriyor.
ABD Başkanı Wilson, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda açıkladığı on dört madde içerisinde en önemlisi şuydu: “Halklar, kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir.” İslam ümmeti bu açıklamayı, Müslüman halkların bağrına çökmüş Avrupa sömürgeciliğine karşı adil bir duruş olarak algıladı. Evet, Müslümanlar, Batılıların içinden yükselen bir sese ve ezilenlere yapılan zulmü ve halklar arasındaki ayrımcılığı reddeden ve onlara yönelik zulüm girişimlerini önleyen bir gücün ortaya çıkmasına sevindiler.
Ancak Amerika’ya ve onun insan hakları projesine olan güven kısa sürede sarsıldı. Ardından Amerika’ya karşı beslenen hüsnüzannı ortadan kaldıran delil niteliğindeki eylemleri nedeniyle söz konusu güven dibe vurdu. Bu kanıtların belki de ilki, Başkan Nixon ve Sekreteri Kissinger’ın 1973 Ekim Savaşı’nda ve ardından Filistin’deki işgale verdikleri destekti. Sonra baba-oğul George W. Bush geldi ve çifte standardı dünyanın gözü önünde yaptılar. Afganistan’ı ve Irak’ı işgal edip yok ettiler, halklarını öldürdüler ve onları yerlerinden ettiler.
Mescid-i Aksa’nın büyük azgınlar ve suçlular tarafından onlarca kez yağmalanmasının ve Filistin’de meydana gelen onca şeye rağmen Amerika’nın Siyonist oluşumla stratejik ittifakını devam etmesi, Amerika’nın ve Batılıların sergiledikleri duruş, insanî değerler pusulasından saptığı iyice pekişmiş oldu. Günümüzün Batılı liderleri, Amerika’nın Vietnam, Afganistan ve Irak’taki savaşlarda yaşanan trajediler ve buradaki halkların cesurca topraklarını savunduğunu ve düşmanlarını geri püskürttüğünü unutmasınlar. Filistin’deki Arapların ve Müslümanların, en az Afganistan Vietnam ve Kore halkı kadar cesur ve fedakâr olduğunu bilsinler.
Batı’da, özellikle Amerika ve İngiltere’de yaşayan Müslümanlar, yasalara uyum, seçimlere özgür katılım, demokrasinin uygulanması, adil rekabet, farklı kültürlerle bir arada yaşama ve iyiliğe çağrıda bulunma hususunda en güzel ahlakî tabloyu çizmişlerdir. Bunun üzerine uzun uzun düşünmeleri gerekir. Müslümanlar, Batılı halkların bir takım iyi niteliklere sahip olduğu kanaatine sahiptir. Onların en başında da Amerika halkı gelir. Çünkü onların çoğunluğu Allah’ın varlığına inanır ve onlar hayır işlerine dünyadaki diğer insanların harcadığından daha fazla para harcıyorlar. İslam’ın Batı Avrupa’da şaşırtıcı bir şekilde yayılması ve kabul görmesinin yanı sıra, Amerika halkı, dünyada İslam’ı en çok kabul eden ve en hızlı benimseyen halktır.
Allah’a hamd olsun, bu halklar geçmiş yıllarla karşılaştırıldığında yöneticilerine göre daha uyanıktır. Bu halklara düşen, temiz fıtratlarıyla, sahtekâr medyadan ve gerçeklerin basınyayın ve siyasî lobiler tarafından çarpıtılmasından kurtulmalı, insan haklarıyla ilgili değerleri benimsemeli ve dünyanın her yerinde onlar için yardım eli uzatmalıdır.
Son Söz Olarak: Amerika Yönetimi, Müttefikleri ve ABD Halkına
Size, saldırganlıktan vazgeçmenizi ve bu büyük insanî ve ahlakî meseleyi adalet, merhamet ve vicdanla çözmenizi tavsiye ediyor ve sizi Allah’tan korkmaya çağırıyorum. Kur’an’ın da bildirdiği gibi insanlar kardeştir ve bir baba ile bir annenin çocuklarıdırlar: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.”6
İnsan, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir ve O’nun mahlûkatı arasında en şerefli olanıdır. Bütün âlemler, insanın hizmetinde olmak üzere Allah’ın irade etmesiyle yaratılmış ve onun emrine sunulmaya amade kılınmıştır. İslam adaleti; insanlar arasında renk, cinsiyet veya mekân temeline dayalı ayrımcılığı reddeder. Hiçbir Müslüman “Aydınlıklar filozofunun” söylediğini söylememiştir! Fransa’da Montesquieu siyah ırk (Afrikalılar) hakkında şunları söylemişti: “Tanrı, siyah bir bedene ruh koymayacak kadar bilgedir.”
Biz, insanlık kavramını, halkların kendi kaderini tayin hakkını, af, bağışlanma, hayırseverlik, barış ve başkalarıyla barış içinde bir arada yaşama hakkını tesis etmede kadim medeniyete sahip bir ümmetiz. Batılı liderlerin de bu değerlere sahip olmaları gerektiğine inanıyoruz. Onların düzgün ve hazır kanunları var. İşgalcilerle birlikte kaosa, yıkıma ve saldırganlığa ortak olmak yerine, Filistin’de ve dünyanın diğer bölgelerinde iyiliğin ve barışın savunucusu olsunlar.
Dr. Ali Muhammed Es Sallâbî
İrfanDunyamiz.com
DİPNOTLAR:
1 Hacc 22/40-41.
2 Mü’min 85/21.
3 Kasas 28/1-6.
4 Fussilet 54/15-16.
5 Âl-i İmrân 3/140.
6 Nisâ 4/1.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.