Konya’nın burçlarından Kurucu ailesi

“Bu şehrin hisarı taştan ve topraktan değildir. Merdan-ı İlahi himmetidir. Bu diyarın burc ve barusu bizimdir. Zira Cenab-ı Hüda’dan tasarruf bize emrolunmuştur. Bizim rızamız olmayınca kimse el uzatıp zapt eylemeye kadir olmaz.” 

Moğol kumandan Baycu Noyan, Konya’yı işgal etmek için surlara dayandığında korkuya kapılan şehir ahalisini böyle teselli etmiştir Mevlana.

Konya’yı kim bilir kaçıncı defa ziyaret ediyorum. 1995 yılından beri istisnasız her seferinde bu şehrin emanet ettiği kâfurdan yontulmuş iri bir gülü koklaya koklaya dönerim.

Lakin bu sefer farklı bir oyun sahnelendi. Gideceğim geceden itibaren onun tesir altına öyle bir girdim ki, bu hafta bu köşede siz başka bir mevzu okuyacakken ne yaptı etti, bana kendisinden bahsettirdi; ki bu satırları Konya’nın bağrından yazıyorum.

Mevlana ne demişti: “Bu şehrin hisarı taştan ve topraktan değil, Allah erlerinin himmetinden yapılmıştır.” Nitekim oğlu Sultan Veled de ona Can Şehri demişti. O kadar ki gözbebeğinden akan ve karşındakini içine alıp boğan bir nurdur bu. 

Sevâkıb-ı Menâkıb adlı eserde bu cümleleri ilk okuduğumda Mevlana’nın çağındaki derinliğe hayran olmuş, o devirde yaşamadığıma hayıflanmıştım. Lakin bu defa öyle bir halet-i ruhiye içindeyim ki, Konya’nın taştan ve topraktan değil, erenlerin himmeti ile örülmüş hisarlarının yüzünde daha yakın zamanlarda yaşamış bazı suretler seyretmeye koyulmuş bulunuyorum.

İşte bu “merdan-i ilahi”den biri de 5 Şubat 1960 günü ebediyete intikal eden Hacı Veyiszade Mustafa Efendi’dir. Bir yıl farkla aynı dünya zamanında yaşama şansını kaçırdığım bu büyük veli ve âlim zat bir başka Moğol hücumuna karşı hem de aile boyu mücadele vermiş ve şehrin hisarı suretâ aşılsa bile Allah erlerinin  himmeti ile inşa edilmiş manevi duvarının baki kalacağının en müşahhas timsali olmuştu. 

Ali Ulvi Kurucu’nun amcası olan Hacı Veyiszade Mustafa ve babası olan Veyiszade İbrahim efendilerin varlıkları 20. asır Konya’sı noktasından olduğu kadar Türkiye’nin 1923 sonrası tarihi bakımdan da çarpıcı sahnelere ev sahipliği yapmış kutlu bir ocaktır. Bu ocakları söndürmemek, yeniden tüttürmek içindir bütün gayemiz, bütün gayretimiz. O ocakları söndürmeyi başarırlarsa ancak Konya‘nın ve Türkiye‘nin ruhunu uçurabilirler çünkü.

Hacı Veyis Efendi’den çıktık yola 

Kadirşinas Konya halkının adına muazzam bir külliye yaptırdığı Hacı Veyiszade’nin babası olan Hacı Veyis Efendi de meşhur bir âlimdi. O kadar ki abdesti ağır ağır alırmış. Sebebini sormuşlar. “Oğlum” demiş; “Ben abdest suyunu semadan inen manevi bir bulut kabul ederim. O bulutun gelip kollarımı yıkadığına inanırım, onu için ağır ağır alıyorum.” 

Şapka inkılabından sonra imam olduğu için sarık giymeye başlayan Hacı Veyis Efendi 1934’te o da kanunla yasaklanınca takkesi ile dışarı çıkar olmuş. Devrime muhalefet etitğine inanan bir subay ona takmış, bir gün atını üzerine sürüp korkutmuş. “Bir daha bu takkeyle görürsem atımla seni çiğnerim” diye de tehdit etmiş. Gönlü pek kırılan Hacı Veyis Efendi ise “Allah’ım celaline sığınırım, cemaline değil” diye dua etmiş. Tam üç gün sonra o subayın bir buğday kamyonu altında kalıp öldüğü haberi gelmiş. (Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar 1, s. 135) 

Bir gün Hacı Veyis Efendi’nin camisi ot deposu yapılıp ibadete kapatılmış. Devlet o tarihlerde camilere sudan bahanelerle el koyup kapatıyor, sonra da ihtiyaç fazlası diye kiraya veriyor veya satıyormuş. Minaresi kesilen bir caminin hikâyesinden tutun da 1935’teki vefatına kadar ibretlerle dolu bir ömür sürmüş. İki âlim evlat ve binlerce talebe yetiştiren Hacı Veyis Efendi’nin vefat ettiğinde cenaze namazına uzun zamandır benzeri görülmemiş bir kalabalık katılmış. Böyle nice hikmetlerle dolu sahnelere şahit olmuş bir hayat onunkisi. 

Verem Hastanesi yaptıran veli

Hacı Veyiszade Mustafa Efendi ise 1939 yılında yeğeni Ali Ulvi Kurucu ile birlikte baskılar yüzünden Medine’ye hicret etmeye karar verir ama son anda bir sebepten dolayı vazgeçer ve o karanlık yıllarda Konya’nın himmetten örülen hisarını berkitmeye koyulur. 

Lakin 1930’lar Konya’sı tanınmayacak bir haldedir. Mevlana dergâhı yanı başında bulunan Sultan Selim Camii’nin bitişiğinde bir gazino açılmış, burada çalınan müzik sesi müezzinin ezanını bastırmakta, sarhoş naraları Kur’an seslerini boğmaktadır. Cami müezzininin morali iyice bozuktur. Hacı Veyiszade onu teselli eder: “Senin şu güzel ezanını yeryüzündeki insanlar dinlemiyorsa da merak etme Sema halkı, gökteki melekler dinliyor.” Nitekim bir hadis-i şerifte; “Sema halkı yeryüzünden ancak ezan seslerini duyar” buyrulmamış mıdır? 

Hacı Veyiszade sadece camilerde vaaz vermekle kalmaz, imkân buldukça insanların ayaklarına gitmekten çekinmezdi. Haftada bir gün hapishanelere, bir gün Çingenelere vs. gider, cahil bırakılmış insanları irşada gayret edermiş. Konya halkı da ona o kadar hürmet gösterirmiş ki, selamını almak için büyük küçük demeden insanlar yollara çıkar, hatta müşterisini dükkânda bırakıp dışarı çıkan esnaf bile görülürmüş. 

1950’lerin sonunda bir Verem Hastanesine ihtiyaç vardır ancak devletin yaptıracak gücü olmadığı ifade edilir halka. Belediye başkanı üzüntülüdür. Ona bu işi Veyiszade’nin başarabileceği söylenir ama inanmaz, zamanın valisi de inanmaz. Lakin görev tevdi edilince Hacı Veyiszade harman zamanı köyleri dolaşıp her köylüden bir kile (200 kg) da olsa bağış ala ala 15 günde inanılması güç miktarda buğday toplamış. 

Ali Ulvi Bey; “Amcam kâmil, arif bir insandı. Tarikatın bütün seyr u sülukunu geçmiş, tekamülünü elde etmiş, velayet-i suğra, velayet-i kübra (küçük ve büyük velilik) mertebelerine vasıl olmuş bir zat idi. Büyük, geniş, engin bir ilahi feyze mazhardı” diye anlatır. Derdi insan yetiştirmektir; memleketin imanını, irfanını, ahlakını kurtaracak bir nesil yetiştirmek… Bu büyük gayeye varmak için ağyarın, düşmanların, rakiplerin kahrını çeker, cezalarına, cefalarına tahammül ederim” dermiş. 

Yâr için ağyare minnet ettiğim ayb eyleme
Bağban bir gül için bin hare hizmetkâr olur

beytini söyler ve kendisinin bahçıvan olduğunu ifade edermiş. Şahsına yapılanları unutur, asıl gayeye dikermiş gözünü! 

Asıl gaye ne midir? Bu memlekette Mevlana’nın Moğolların cefasına katlanıp irşadına hız kesmeden devam ettiği o manevi yol, yani Allah eri yetiştirme tezgahı. O tezgah boş kalmasın da icap ederse nefsimiz eza ve cefa içinde acı çeksin. Tek ki o pınar kurumasın, zira o pınar kurursa taştan ve topraktan yapılan burçlar gün gelir, bir hücumda yıkılır. 

Baki olana ayarlamalıyız nefesimizi, ibremizi, rotamızı… Ne mutlu o yolun geçmiş ve gelecekteki şanlı yolcularına.

Mustafa Armağan/ Yeni Akit

KONYA ÇEVRESİ İRFAN DÜNYAMIZ

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir yorum

  1. ALLAH RAZI OLSUN.TEŞEKKÜRLER

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.