Batılı hayat tarzından hicrete ne dersiniz?

Vahyin belirlediği rotada Peygamber Efendimiz, Mekke döneminde kesintisiz ve fıkıhlı bir çalışma yapmıştır. Peygamber kıssalarının rehberliğinde zamanı iyi kullanıp anını bile heba etmemiştir. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle “Kendisini helak edercesine”[1] tempolu ve nitelikli bir çalışma ortaya koymuştur.

Çokça değindiğimiz gibi, Mekke’de uğramadığı ev, konuşmadığı kimse, ziyaret etmediği panayır, tebliğe gitmediği köy ve kasaba, karşılamadığı misafir, yardım etmediği yoksul, İslâm’a davet için çağırmadığı akrabası kalmamıştır. Mekke’nin küfür önderlerinin bile ayaklarına defalarca gitmiştir. Tüm bunlara rağmen Mekke’de kitlesel bir dönüşüm ve cahiliyeden çıkış yaşanmamıştır.

Yer yüzü geniş

Dinin tek mekânla mukayyet olmadığını bilen Peygamber Efendimiz, İslâm için yeni yurt arayışlarında bulunmuştur. Önce Habeşistan, sonra da Taif’le ilgili arayışları Müslümanların ayaklarını sağlamca basıp emniyetlerini sağladıktan sonra da cihada devam edecekleri bir dar’ü-l İslâm’ı inşa edebilmek içindir. Habeşistan’ın stratejik olarak uygun olmayışı ve uzaklığı, Taif’in de Peygamberimizi kabul etmeyişi yüzünden dinimize sağlam bir yer arayışını devam ettirmiştir. Taif’te gördüğü işkence ve tepkinin büyüklüğünden dolayı Rabbimiz, elçisini İsra ve Miraç’la ödüllendirmiştir. İsra Suresi’nin ilk kırk ayeti bu dönemde gelmiştir.

Bir bildirge niteliğinde olan bu ayetler, örtülü olarak bir devlet kurabilmenin ve yeni bir yurdun müjdesini vermektedir. Nitekim bu müjdeler gerçekleşmiş ve bir hac mevsiminde Peygamber Efendimiz ile tanışan Yesrib’li altı kişinin Müslüman olmasıyla daha sonraki yıl Birinci, bilahare İkinci Akâbe Görüşmeleriyle beraber İslâm, Yesrib halkının gündemine girmiştir.

Resulullah, Akâbe’de yeni Müslümanlarla biatleşmiş ve onlardan; “Allah’a şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, (ar duygusu, cinsiyet ayırımı veya yoksulluk korkusuyla) çocukları öldürmemek ve kimsenin namusuna iftirada bulunmamak konularında söz/biat almıştır.”[2]

Sözleşme maddeleri iman ve ahlakla ilgilidir. Bu maddelerin içerikleri bizlere, ideal siyasetin ve yeni bir toplum inşa etmenin iman ve ahlak üzerine bina edilmesinin gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Zira tevhid ve ahlak üzerine bine edilmeyen iktidarlar varlıklarını devam ettiremezler; Müslümanlar nazarında da meşruluk kazanamazlar. Bu tespit Müslümanlar için geçerlidir.

Musab bin Umeyr

Bu süreçte Peygamber Efendimiz’in seçip gönderdiği Kur’an muallimi ve örnek davetçi Musab bin Umeyr’in ve Yesrib halkından Esad bin Zürare’nin katkılarını unutmamak gerekir. Musab bin Umeyr’in çalışma yöntemi ve kişiliği ayrı bir çalışma konusudur. Tek tek incelenip fıkıh yapılması gereken bir tebliğ ortaya koymuştur. Onun sayesinde Müslümanlık halkın gündemine girmiş ve her evde İslâm konuşulmuştur. Bütün bunların neticesinde İslâm’a yeni bir yurt doğmuş ve Allah Teâlâ’nın emri ve Peygamberimizin irşadıyla Mekkeli Müslümanlar Yesrib’e hicrete başlamışlardır.

Hicret yeni bir olay değildir. Birçok peygamberin dinleri uğruna yaşadıkları bir vakıa ve nebevi bir sünnettir. Kur’an-ı Kerim bizlere; Hazreti Nuh’un, Hazreti İbrahim’in, Hazreti Lut’un, Hazreti Yusuf’un ve Hazreti Musa’nın hicretlerinden bahsetmektedir. Bu hicretlerden Hazreti Yusuf’un ve Hazreti Musa’nın hicretleri çok teferruatlı olarak anlatılmıştır.

Unutulmamalı ki Hazreti Âdem’in yeryüzüne gelişi de yitik cenneti yeniden kazanmak için dünyaya geçici bir yerleşmedir. Bu anlamda Hazreti Âdem ilk muhacirdir. Ayrıca yeryüzündeki birçok medeniyet hicretle kurulmuştur. İslam devleti ve medeniyeti de hicretle kurulmuştur.

Eğer hicreti bir yer değiştirme olarak anlarsak; sosyal, ahlaki, iktisadi, ailevi ve ilmi nedenlerle hicretler olmuştur. İnsanlık tarihi bu tür hicretlere de şahittir. Müslümanlık açısından ise hicreti iki kısımda ele almak mümkündür. Enfüsi anlamda hicret; bireyi ümmet yapma ameliyesidir. Her türlü ahlaksızlıktan ve fıtrata aykırı davranıştan arınma çabasıdır. “Allah Teâlâ’nın yasakladıklarından uzaklaşmaktır.”[3] Her türlü haramdan uzaklaşmak ve helallerde sebat etmek; Allah’a isyandan kaçınıp itaatte daim olmak enfüsi hicrettir ki bu anlamıyla aynı zamanda cihaddır. Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, enfüsi hicreti veciz ifadesiyle bizlere tanımlamıştır: “Hatalardan ve günahlardan uzak durmaktır.”[4]

Enfüsi hicret

Şu ayet enfüsi anlamdaki hicreti çok güzel tanımlamaktadır: “(Kur’an’ın, onaylamadığı maddî-manevî, görünen-görünmeyen inanç, putlara saygı, zalimlere meyil, düşünce, ahlâk ve davranışlarla ilgili her türlü çirkinlik, kötülük ve) pislikten uzak dur!”[5] Mekke döneminin başlarında nazil olan bu ayet, kâfirlere teşebbühü yasakladığı gibi onların hayat tarzlarıyla ahlaklanmayı da yasaklamaktadır. Ayette her türlü putperestlikten uzak durmak emir edilmekle beraber kabalıktan, katılıktan ve itici davranışlardan uzaklaşmak da tavsiye edilmektedir.

Enfüsi hicret, kâfir ahlakıyla ahlaklanmamaktır. Şeytanın ve hevanın velayetinden uzak durmaktır. Tağutlaşmamak ve tağutlara boyun eğmemektir. Cahiliyenin pisliklerine batmamaktır. Müslümanlık iddia edip kâfirler gibi olmamaktır. Rabbimiz bu bağlamda, Mekke döneminde imanla ilgili konuları içeren ayetlerle, ahlaki içerikli ayetleri eş zamanlı göndererek mü’minlerin enfüsi anlamdaki hicretlerini ikmal etmiştir. Günümüz Müslümanları için ise enfüsi hicret; batılı hayat tarzından hayatın bütün alanlarında uzak durmayı; moderniteye entegre olmamayı ifade eder.

Günümüz Müslümanları için ise enfüsi hicret; batılı hayat tarzından hayatın bütün alanlarında uzak durmayı; moderniteye entegre olmamayı ifade eder.

Ahlak konusuyla ilgilenen ve zühd hayatını bir program dâhilinde sunan ulemanın, ümmeti hayırlara; liyakat makamına getirebilmek için enfüsi hicret konusunu derslerinde öncelemeleri şarttır. Hicretin bu alanını ikmal etmeyenler ne afaki hicret, ne cihad yapabilirler, ne de hayırların nüzulüne layık bir ümmet olabilirler. Allah Teâlâ’ya imanda yakine ermeden, farzları hakkıyla eda etmeden, hayatı Sünnet üzere anlamlandırmadan, nafilelerle Allah’a yaklaşmadan, haramlardan uzaklaşmadan, mekruhlardan kaçınmadan, şüphelilere karşı bile teyakkuz hâlinde olmadan, ahlak-ı hamide ile donanmadan, başa gelenleri rıza ile karşılamadan, Müslümanlarla araları ıslah etmeden, ana-baba hukukunu hakkıyla gözetmeden, hak sahiplerine haklarını iade edip helalleşmeden, sılayı rahmi devam ettirmeden, kazanılanları yoksullarla paylaşmadan, hayatın her anını cihada dönüştürmeden enfüsi hicret gerçekleştirilemez.

Hatta Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem; “Fitne/küfür velayetinin etkin olduğu zamanlarda yapılan ibadet, bana hicret etmek gibidir”[6] buyurmuştur. Bu açıklamasıyla enfüsi hicrete bir başka boyut getirmiştir. Enfüsi hicreti ikmal edemeyenler ise diğer hicreti asla yapamazlar. Peygamber Efendimizin on üç yıllık Mekke hayatı, Mekke’yi/gerektiğinde Allah celle celaluh için vatanı dâhil her şeyini terk edebilecek gerçek Müslümanları yetiştirmekle geçmiştir.

Yol güvenliği

Enfüsi hicretin de bir takım tehlikeleri olduğu için afaki hicrette de yolu ve yol güvenliğini bilen insanların refakati çok önemlidir. Yol ve yol güvenliği bilinmeden hicretin hiçbir türü gerçekleşmez. Zaten büyük hicretin yol arkadaşları, enfüsi hicreti ikmal edenler arasından seçilir. Bu nedenle,  “Er refik kable’t tarik/önce arkadaş sonra yol” özdeyişi çok önemlidir.

Enfüsi hicrete delalet eden ayetlerden hareketle İbni Kayyim el-Cevziyye, hicretin bu türünü; “min” …den, “ilâ” …ya yapılan yolculuktur” şeklinde tanımlamıştır. Bu anlamda hicret; küfürden imana, şirkten tevhide, nifaktan ihlasa, zulümden adalete, fısktan itaate, hevadan vahye, cahiliyeden İslâm’a, sapkınlıktan istikamete, dalaletten hidayete, bidatlerden Sünnet’e, anarşiden cihada, korkaklıktan cesarete, sızlanmaktan sabra, cimrilikten cömertliğe, fuhuştan nikâha, kabalıktan nezakete, kinden muhabbete, tefrikadan vahdete, tüketimden üretime, bencillikten paylaşıma, hasetten gıptaya, cehaletten ilme, ataletten gayrete, politikadan siyasete yapılan yolculuktur.

Bu anlamda enfüsi hicret, afaki hicretin alt yapısıdır. Konuyla ilgili Peygamber Efendimiz’in şu hicret tanımı oldukça önemlidir: “Hicret; fuhşiyatın aleni ve gizlisini terk etmek, namazı hakkıyla kılmak ve zekâtı da hak sahiplerine vermektir. Bunları yerine getirirsen sen muhacirsin…”[7]

Müsneddeki başka bir rivayette de;  “Hicret; hataları ve günahları terk etmektir”[8] şeklinde tanımlanmıştır. Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem; “Hicretin ki özelliği vardır: Birincisi her türlü kötülüğü terk etmendir. Diğeri ise Allah Teâlâ’ya (tam teslimiyet) ve Resulüne (ittiba)dır”[9] buyurarak günahlara düşmemenin ve ilâhî emirlere uymanın enfüsi hicret oluşuna dikkat çekmiştir.

Afaki hicret

Âfaki hicret ise bizim kanaatimize göre siyasal/velayetle alakalı hikmetler içermektedir.[10] Bu anlamda hicret; fitnenin/şirkin iktidar olduğu mekânlarda kâfirlerin iktidarlarına son vermek, velayeti kâfirlerden almak, küfür hâkimiyetinde yaşamamak ve “makasıd’ı-ş şeria” diye bilinen din, akıl, mal, can ve namus emniyetlerini korumak için yapılan bir göçtür. Bu göç evvela Müslümanların kendilerine ayak basacak bir yer bulmak, sonra da Allah Teâlâ’nın arzını zalimlerden ve kâfirlerden kurtarmak için bilinçli ve niyetli bir şekilde yapılır. Kısacası hicret; yeryüzü velayetinin Müslümanlarda tahakkuku için yapılan nitelikli ve amaçlı bir göçtür. Özünde kâfirlerin yönetimiyle hesaplaşmak ve yönetimi onlardan almak vardır.

Peygamber Efendimize risalet görevi verildiğinde insanlık, cahili bir hayat sürüyordu. Mekke de bu hayattan nasibini fazlasıyla almıştı. Din, hukuk, siyaset, ahlak, iktisat ve hayatın diğer alanlarında Allah’ın emirlerine ihtimam gösterilmiyordu.

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem on üç yıl gece gündüz böyle bir hayat tarzını ilahi olanla değiştirmek için davet ve tebliğde bulunmasına rağmen siyaset başta olmak üzere gerekli değişikliği yaparak bir İslâm yurdu kuramamıştır. Darunnedve’deki tağutların ellerinden velayeti devir alamamıştır. Hukukun kaynağını Kur’an-ı Kerim ve Sünnet yapamamıştır. Şirkten tevhide toplu geçişi sağlayamamıştır.

Hicret, vahyi hukuka kaynak yapmak ve emniyetleri tesis edebilmek için yeni bir vatan arayışıdır. Özünde kâfir tasallutunu kırma ve hiçbir kâfiri hâkimiyet makamına layık görmemek vardır. Hicret; yeryüzünü mescid yapabilmek için toprağı necasetten/şirk ve türlerinden arındırmak eylemidir.

Yesrib artık Medine

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem bütün bunları tahakkuk ettiremeyince Akâbe Görüşmelerinin ardından hicret yurdu olmasına karar verilen Yesrib’e göçe karar vermiştir. Önce izin alan Müslümanlar tek tek Mekke’den hicrete başlamışlar, daha sonra da Peygamber Efendimiz hicret etmiştir. Müslümanların güvenliğini sağlamadan Mekke’den ayrılmamıştır.

Resulullah’ın hicretiyle beraber Yesrib Medine olmuştur. “Medine” kelimesinin kök harflerinin; D-Y-N den oluştuğunu düşünürsek, dinin sunduğu hayat tarzının uygulanma mekânı olmasıyla “medine” kavramı arasında ilgi vardır. Sanki dinin etkin ve ameli hâle gelmediği yerler “medine” olamaz gibi örtük bir tariz var. Bu nitelik çerçevesinde toprağı medine yapmak Peygamber Efendimizin sünnetidir. Unutmayalım ki medineler yatıp rahat etme mekânları değildirler. Medine, teklifler yurdunun adıdır.

Mekke’de anını dahi değerlendiren Peygamber Efendimiz, velayeti müşriklerden devir alamayıp vahye göre sosyal hayatı şekillendiremeyince yeni bir yurt için Müslümanların hicretine izin vermiştir. Resulullah, deyim yerindeyse gemiyi en son terk eden olmuştur. Zira liderin gitmesiyle zayıf Müslümanların olası bir katliama uğramalarını önlemiştir. Hicretin özünde Allah için adanmak vardır.

Bu anlamda hicret; vatan, aile, mal, mülk dâhil hiçbir şeyi putlaştırmamak ve yerine göre Allah rızası için hepsinden vazgeçebilmektir. Zaten hicret esnasında kendi mallarından hem vazgeçen hem de Mekkelilerin kendisine emanet bıraktığı malları sahiplerine iade etmesi için Hazreti Ali’yi yatağına yatıran Peygamber Efendimiz’in mala bakış tarzı Müslümanlar için ideal olandır.

Ayrıca o yatakta yatmanın ölüme razı olmak anlamına geldiğini bilen Resulullah’ın böyle riskli işe en yakınını seçmesi de ümmetin kendisine güveni ve kendisinin de ümmetine merhameti açısından çok manidardır. Resulullah bu uygulamasıyla yakınlarını mala, mülke, makama gark etmek yerine adeta ölüme razı etmiştir. “Nimet bize, külfet halka” anlayışı İslâm’ın siyaset anlayışında asla yoktur. Peygamber Efendimiz, işin hep külfet tarafını tercih etmiştir. Nebevi siyasetle, zalim siyasetin ayırım noktalarından birisi de budur.

Peygamber Efendimizi ve Mekkeli Müslümanları hicrete sevk eden en önemli saik; Müslümanların can ve din başta olmak üzere emniyetlerini kaybetmeleri, dinlerini yaşamak uğrunda çekmiş oldukları dayanılmaz bedeni işkenceler ve hayatı anlamlandırmada müşriklerin vahye karşı gösterdikleri emsalsiz düşmanlık olmuştur.

Habeşistan’a varınca muhacirler orada bir İslâm devleti kuramamışlar ama “adil bir hükümdarın” gözetiminde din, akıl, can, mal ve namuslarından emin olarak yaşamışlardır. Tüm bu emniyetlerin temininde siyaset belirleyici üst kurum olduğu için hicret; velayeti Müslümanlara teslim etmek için yapılan bir göçtür diyoruz. Bu göçün amacı; Allah Teâlâ’nın arzında, hayatın tüm alanlarında hakkı âkim kılmak ve zulme onay vermemektir.

Zulmün kurumsallaştığı ve devam ettiği yerlerde önce cihadın farziyeti devreye girer, başarısız kalınınca da hicret devreye girer. Fakat biz, dünyanın yapısını da göz önünde bulundurarak illa da cihad diyoruz. Fakat bu cihad; kurallarını Kur’an-ı Kerim ve uygulamasını Peygamber Efendimiz’in yaptığı bir cihaddır.

Cihad; davet, tebliğ, tebşir, temsil, inzar, marufu emretmek ve münkeri yasaklamak ve şartlar oluştuğunda mukataleyi de içine alan bir ibadettir. plânlı ve fıkhlı bir çalışmadır. İcrasında asla anarşiye ve kaosa yer verilmez. Haksız yere karıncanın bile incitilmesine izin verilmez.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR
1 Bak.  Şuara 26/3
2 Bak Mümtehine 60/12
3 Tahavi, Müşkil’ü-l âsâr, Had. No: 2825, c. III, s. 179.
4 Ahmed, Müsned, c. VI, s. 21.  
5 Müddessir 74/5
6 Ahmed, Müsned, c. V, s. 27.
7 Ahmed, Müsned,(Tah: uhammed Şakir, Had. No: 7095), c. Xıı, s. 45-6
8 Ahmed, a.g.e, c. VI, s. 21; İbni Mace, Fiten, Had. No: 3934, c. II, s. 1298.
9 Tahavî, Müşkil’ü-l âsar, had. No: 2825, c. III, s. 179.
10 Hicretle ilgili bak: Bakara 2/218; Âl-i İmran 3/195; Nisa 4/89, 97, 100; Enfal 8/72, 74, 75; Tevbe 9/ 20; Nahl 16/41, 110; Hac 22/58; Haşr 59/9. 

İslam İlmihalimiz ↗

Dini sorularınıza güvenilir kaynaklardan cevaplar bulmak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İlk Japon Müslüman kimdi?

Japonya’nın en eski ve en büyük İslamî kuruluşu olan Japonya İslam Merkezi Başkanı Dr. Salih …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.