Konya’nın yakın köylerinden birinde babasını kaybetmiş hafız bir çocuk İmam Hatip okulunda okumak için Konya’ya gelir. Hasta annesi elinde avucunda ne varsa torbaya koyup, hoca olması için biricik oğlunu evden dualarla yolcu eder. Tek arzusu hafızlığını ikmal eden yavrusunun alim olup dinine milletine hizmet etmesidir.
Çocuk daha önce Konya’ya hiç gelmemiş, şehrin tamamen yabancısıdır. İmam Hatip okulunu bulur, kaydını yaptırır. Okulun yakınındaki Kadı İzzettin Camii’nde akşam namazı kılar. Yabancısı olduğu bu şehirde garipliğin verdiği mahzunluk yüzüne ve tavırlarına yansır. Eli yüzü düzgün ama üzgün olan bu çocuk cemaatten birinin dikkatini çeker.
Parası biter
Çocuk hafız olduğunu, Konya’ya okumak için geldiğini, kalacak bir yerinin olmadığını utana sıkıla söyler. Soran şahıs hafızı yanına alarak yakındaki bir mescide götürür. Mescid, imamı olmadığı için aylardır kapalıdır. Mescidin bahçesinde bir oda mutfak mabeyni olan imam evi vardır. İsterse imamlık mukabili burada kalabileceğini evde kalmasına mukabil kira alınmayacağını söyler.
Çocuk memnuniyetle kabul edip hemen odaya yerleşir. Yatsıya mescidi açar ve namazı kıldırır. Yine de kimseyi tanımadığı için mahzundur, mahcuptur, himayeye muhtaçtır. Günler, haftalar okulla mescid arasında gelip geçer. Okulunu çok sevmiş hayallerine bir adım daha yaklaşmıştır. Hamili olduğu Kur’an’ın alimi, amili ve muallimi olacaktır.
Ne yazık ki çocuğun getirdiği azık ve paralar biter. Yavrucak birkaç gün aç olarak okula gider gelir. Açlık onu zorlamaya başlayınca derslerini, hayallerini ve annesine verdiği sözleri düşünür, sırtını odanın kapısına dayayıp ağlamaya başlar. Hiç kimseye açamadığı, hiç kimsenin de sormadığı dertler onu pes etme noktasına getirmiştir.
Cemaatten de kimse ne yersin ne içersin diye sormamış, koskoca Konya’da kimse elinden tutmamıştır. Eşyaları, kitapları ümitleri gibi odanın ortasında yığılmış kalmıştır. Oysa birkaç ay önce ne ümitlerle gelmişti. Büyük adam olacak vatana millete büyük hizmetler edecekti. İşte ne kadar hevesle geldiği Konya’dan ne büyük hüzünle ayrılacaktı.
Kapı çalar
Çünkü okumak için para lazım, himaye lazımdı; o ikisi de onda yoktu. Bir ara yüzme bilmeyen birinin suda boğulurken çıkardığı sesler gibi sesler çıkarmaya başlamış böylece dalmış gitmişti. Tam bu esnada sokak kapısı çalar. Kulaklarına inanamaz… Bunca zaman kapısını çalan, hatırını soran olmamıştır.
Bir yandan göz yaşlarını silerek kapıya koşar ve açar. Atmış yaşlarında bir zattır gelen. Çocuk daha önce onu hiç görmemiştir. Gelen zat; “Bu mescidin İmam Hatip okuluna giden imamı sen misin?” diye sorup müspet cevap alınca; ‘’Al yavrum bu parayı sana Hacıveyiszade Hoca gönderdi. Selamı var derslerine devam et, ye’se kapılma sana gereken yardım yapılacak‘’ deyip gider.
Çocuk kapıyı kapatıp İhtiyarın eline tutuşturduğu parayı görmek için avucunu açar bakar elli lira. Ona rahat bir aydan fazla yetecek kadar bir paradır bu. Erzurumlu İbrahim hakkı ne güzel söylemiştir:
Nâçâr kaldığın yerde,
Nâgâh açar ol perde,
Derman olur her derde,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler..
Adını ilk defa duyduğu Hacıveyiszade kimdir, halinden nasıl haberdar oldu bir türlü akıl erdiremez. Hemen bir şeyler alıp yemiş kendine gelmiştir, gözlerinin önündeki sis perdesi kalkınca güneşli bir güne uyanır gibi olur. Para yardımı her ay gelirken dersleri de çok iyi gitmeye başlamıştır. Hem imam hem öğrencidir.
Güzel Konya
Güzel Konya‘da elinden tutan bu güzel insanı merak ile araştırmaya başlamıştır. Arkadaşları onun Aziziye Camii‘nde imamlık yapan muhterem bir Allah dostu olduğunu söylerler. Hem tanışmak hem de teşekkür edip elini öpmek, duasını almak için Aziziye Camii’ne gider.
Mihrapta sakallı, nur yüzlü zata gözleri takılır kalır. Dua sırasında gözlerini ondan ayıramaz. Genç hafız caminin ortasında bir yerdeyken mihraptan kalkan Hocaefendi hayır duasını almak isteyen ziyaretçiler arasından hücresine doğru ağır ağır ilerlerken gencin olduğu yere gelir. Genç adam ellerine kapanırken Hacıveyiszade hacı olması, alim ve fazıl olması için dua ettikten sonra kulağına eğilip ‘’Derslerine devam et, sıkıntıya düşmekten korkma‘’ deyip gerekli yardımların devam edeceği müjdesini de verir.
Genç adam bu muhterem bu makama nasıl ulaştı acep diye düşünerek camiden ayrılır. Sonra ziyaretler ve yardımlar devam eder. Genç adamın eli bollaşınca yardımlar kesilir. Hafız gencimiz İmam Hatip okulunu, Yüksek İslam Enstitüsü’nü parlak bir şekilde bitirip İstanbul‘da Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce dört dil bilen alim bir hoca olarak millet ve dinine hizmet etmeye başlamıştır. Kendisi de nice gençlerin elinden tutup yetiştirmektedir.
Değerli kardeşim, bu hikayeyi fakirin de hocası olan merhum Dr. Hasan Özönder Hocamın yazmış olduğu Konya Velileri adlı güzel kitaptan okuduğumda çok etkilendim. Sizlerle de paylaşmak için dilimin döndüğünce özetlemeye çalıştım. Rabbim bu güzel insanların ikliminden bizleri iki cihanda mahrum etmesin. Rabbim geçmişlerimize rahmet etsin, geri kalanlarımıza selamet versin!
Bu hikayeden acizane şu dersleri de çıkarabiliriz. Bir insanın derdi ve nesil endişesi olmalı. Çevresine ilgi duymalı, bir yaraya merhem olmalı. Garip ve kimsesizlere yakın olmalı. Allah dostu alimlere varis olmaya niyet etmeli. “İman varsa ümit de vardır” gerçeğini unutmamalı. Dava ve aşk eri insanların destansı hayatları ve mücadeleleri yeni nesillere aktarılmalı. Kalın sağlıcakla…
Recep Uzun/ İrfanDunyamiz.com
KONYA ÇEVRESİ İRFAN DÜNYAMIZ
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Allah rahmet eylesin.
S.a. Keşke bu âlim olan hafız çocuk adını da yazsaydiniz.
Aleyküm selam, Hocam hafızın adını vermemiş bizde sormadık belki rencide olur mülahazası ile isim tarih edilmemiş. Hasan bey âhirete göçtü Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun