Nefsin halleri ve ruhun terakkisi

Üzerinde en çok konuşulan kavramlardan biri olan “nefis” kelimesi dînî literatürde ve kelimeyi kendi bilgi kaynaklarına göre anlamlandıranların dilinde, farklı şekillerde yorumlanmıştır. Doğru ve yerinde anlamlandırıldığında hayatın anlamını olumlu, yanlış yorumlandığında da olumsuz etkileyen bu kavramı bilmek, insana, varlık konumunu da sıhhatli anlamayı sağlar.

Bu bağlamda nefsin anlamları şunlardır: Can, benlik, ruh, alt ego, aşağı duygular. Kulun kötü huyları ve çirkin vasıfları, kötü his ve huyların mahalli olan cism-i latif,[1] beşerî özelliklerin ve sıfatların çoğunu bir araya getirmek suretiyle insanın varlığına delâlet eden şeydir.[2] Tasavvufî anlamda nefis dendiği zaman; insana kötülükleri yapmayı emreden, “Nefs-i Emmare” hatıra gelmektedir.[3] Doğru anlaşılmakta ve anlatımda güçlük çekilen nefis kavramını Kur’an-ı Kerim’de şu başlıklar altında toplayabiliriz.

1-   Nefis kelimesiyle “Zat”ın kastedildiği naslar.

2-   Nefis kelimesiyle “Ruh”un kastedildiği naslar.

3-   Nefis kelimesiyle, bedenle birleşip onun arzularına boyun eğen ruhun kastedildiği naslar.

4-   Nefis kelimesiyle “kalb”in kastedildiği naslar.

Bu başlıkları, naslarla örneklendirirsek kavramı daha iyi kavrayabiliriz.

1-Nefis Kelimesiyle Zat’ın Kastedildiği Naslar:

 “Öyle bir günden sakının ki o gün hiç kimse bir başkası adına bedel ödeyemeyecek, hiç kimsenin (başkasının kurtuluşu için aracılık, yani) şefaat etmesine izin verilmeyecek, (Allah katında sözü geçtiği varsayılan hiçbir varlık, insanları hak ettikleri cezadan kurtaramayacak,) hiç kimseden kurtuluş fidyesi kabul edilmeyecek ve (ilâhî yardımı hak etmeyen) hiç kimseye yardım edilmeyecektir.”[4] Örnek olarak verdiğimiz bu ayette “nefis” kelimesi “kişi, zat ve varlık” anlamlarında kullanılmıştır.

Nitekim şu hadis-i şerifte de aynı anlamda kullanılmıştır. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Nefislerinize (zatınıza, kendinize) beddua etmeyiniz. Çocuklarınıza beddua etmeyiniz. Hizmetçilerinize beddua etmeyiniz. Mallarınıza beddua etmeyiniz. Allah Teâlâ’nın, dualarda istenileni verdiği bir zamana rastlar da (bu bedduanız) kabul olur.”[5]

2-Nefis Kelimesiyle “Ruh”un Kastedildiği Naslar:

Nefsin “ruh” anlamındaki kullanılış biçimine meşhur “misak” ayetini örnek olarak verebiliriz. Yüce Allah bu ayette buyuruyor ki; “Rabb’in, Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve: “Ben sizin Rab’iniz değil miyim?” diye, buna ruhlarını (nefislerini) şahit tutmuştu…”[6]

Resûlullah da, bazen kelimeyi ruh anlamında kullanmıştır. Şu hadisi örnek olarak verebiliriz: “Bir adam, Resûlullah’a şöyle dedi: “Annemin aniden nefesi kesildi (ruhu çıktı, öldü) Şayet konuşmaya imkân bulabilse idi zannımca (vasiyetle ) tasaddukta bulunacak idi. Eğer onun yerine ben tasaddukta bulunacak olsam, ona sevabı ulaşır mı?” Resûlullah sallellahu aleyhi ve sellem: “Evet” buyurdu”[7]

3-Nefis Kelimesiyle, Bedenle Birleşip Onun Arzularına Boyun Eğen Ruhun Kastedildiği Naslar:

Konuyla ilgili birçok ayetten örnek vermek mümkün olmasına rağmen şu ayet maksadı anlatmaya yeterlidir: “Gerçi ben, bu sözlerle kendimi temize çıkarıyor değilim. (Eğer günahlardan uzak durabildiysem, bu ancak Rabb’imin lütuf ve inâyeti sayesinde olmuştur. Rabb’imin yardımı olmasaydı, şeytanın ayartmaları karşısında kim günaha düşmekten kurtulabilirdi?) Çünkü arzu ve ihtirâslar, insanı dâima kötülüğe çağırır; ancak Rabb’imin rahmet edip esirgemesi hâriç.”[8]

Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem de bu tip bir nefisle mücadele edip onun çirkin arzularına itaat etmemeyi hakiki anlamda bir mücahitlik olarak şu buyruğunda ifade etmiştir: “Mücahid, nefsiyle cihad eden kimsedir.”[9]

Eğer insan kötü arzu ve tutkularının esiri olur ve hayatı onunla anlamlandırır; genel geçer bir referans olarak nefsani arzularını kabul ederse onu ilah edinmiş olur. Şu ayeti kerime çok net olarak bu duruma işaret etmektedir: “Arzu ve tutkularını kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? (Zevklerini, çıkarlarını, ihtiraslarını hayatın biricik ölçüsü hâline getirerek bunları kendisine tanrı edinen kimsenin ne kadar zavallı, ne kadar aşağılık hale geldiğini görüyorsun, değil mi?) Şimdi, onun inkârından sen mi sorumlu olacaksın?”[10]

4-Nefis Kelimesiyle Kalbin Kastedildiği Naslar:

Nefis kelimesiyle kalbin kast edilmesinin çeşitli hikmetlerinin olduğu şüphesizdir. Bu kelimenin kullanılmasıyla kalbin kavrama ve anlamada mekân olmasına bir işaret olduğu gibi ayrıca, “Nefislerin tezkiye” edilmesini emreden naslarla da kalbin sürekli temiz tutulması istenmiştir. Her iki manayı da kapsayacak şekilde Allah celle celaluh şöyle buyurmaktadır: “Hayır! İnanan bir Müslüman, Allah’ın kanunlarına nasıl karşı gelebilir? Ey Muhammed!) Rabb’ine yemin olsun ki onlar, aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda seni hakem tayin edip de verdiğin hükme karşı içlerinde en ufak bir burukluk bile duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkları sürece, iman etmiş olamazlar!”[11]

Resûlullah Efendimizin de nefis kelimesini, “kalb” anlamında kullanmasına bizim için bir işaret taşı mahiyetinde olan şu sözünü örnek olarak gösterebiliriz: “Kim Allah yolunda gaza etmeden ölürse, hayattayken gaza etmeyi kalbinden (nefsinden) geçirmezse o, münafıklıktan bir şube üzerine ölmüş olur.”[12]

Nefis kelimesiyle ilgili Kur’an merkezli araştırma yapanlar nefsi genel anlamda, “Emmare, levvâme ve mutmainne” şeklinde kategorize ederler.[13] Aslında, “Nefs-i emmare” şeklinde bir adlandırma, Kur’an’da isim olarak kullanılmaktan ziyade, nefsin en aşağı durumunun fonksiyonlarından yola çıkılarak yapılmış bir adlandırmadır. Ayrıntılı taksimatta ise nefsin yedi mertebesinden bahsedilmiştir. Bunlar; nefs-i emmare, nefs-i levvâme, nefs-i mülhime, nefs-i mutmainne, nefs-i râdiye, nefs-i merdıyye ve nefs-i kâmile’dir. Bunların her birisinin nitelikleri, tedavileri, virtleri, terakkileri, hâl ve makamlarıyla alakalı detaylı malumatlar tasavvuf kitaplarında mevcuttur.

Tüm tedaviler ve terakkiler yol güvenliğini bilen kâmil bir mürşidin denetiminde ve tâliminde sağlanır. Yol güvenliğini bilmeyen sözde mürşitlerin söylediklerine sahih tasavvuf anlayışında asla itibar edilmez. Sahih tasavvuf anlayışında, söylenenler Kur’an ve Sünnet’le mukayyettir. Vahye aykırı söylemlerin zerre kadar değeri yoktur. Unutulmamalı ki kâmil mürşid, ruhun terakkisi konusunda müçtehittir. Nefsin hastalıklarının tedavisinde onun tedavisi çok önemlidir.

Ayetler çerçevesinde ağırlıklı bir taksimat yaparsak; insan nefsini zâtı itibariyle üç boyutlu olarak ele almak daha doğrudur:

1.  Nefsin en aşağı hâli/ boyutu:

Bu durumdaki bir nefis, sahibine vesvese verir. Kişiyi kötü olan şeylere sevk ederek zararlı şeyleri öğrenmeye teşvik eder. Nefsin bu kötülük yapmayı emreden durumunu Kur’an, bizlere şöyle haber vermiştir: “Andolsun ki insanı Biz yarattık; arzu ve ihtiraslarının ona neler fısıldadığını da çok iyi biliriz. Çünkü Biz ona, şah damarından daha yakınız.”[14]

Nefsi bu halden kurtarmak amacıyla ahlâk bilginleri riyazat ve daimi bir mücahedeyi şart koşmuşlardır. Kötülüğü işlemenin süslü gösterildiği ve dayatıldığı bir hâlden kurtulmak için maddi-manevi temizlik, Allah’a mutlak teslimiyet, cömertlik ve adalet; evrende Allah’ın istediği gibi olmaya çalışmak istenmiştir. 15] Nefsin bu en aşağı hâlinin etki alanından çıkmayan kişiler, üstün şeylere layık olma lutfuna eremedikleri gibi, kötülük yapmayı kolektif eylem haline getirirlerse insanlığın geleceğini de yokluğa doğru sürüklerler. Belki de böyle kötü bir sonun olmaması için Kur’an-ı Kerim, altı yüzden fazla ayette cihadı/ her türlü kötülüğe müdahil olmayı emretmiştir.

2. Nefsin en üstün hâli/ boyutu:

Daimi ve ilkeli bir terbiye ile üstün bir konuma getirilen nefis, bu konumda sahibine, iyilik yapmayı ve zararlı şeylerden sakınmayı emreder. İnsan iradesinin merkezini oluşturan özgür irade, bu tip pozitif isteklere olumlu cevap verdiğinde nefis bununla tatmin olup sükûnet bulur. Güzel olan eylemlerin tadını, çirkin eylemlerden de kaçınmanın zevkini tadar.[16] “Nefsi Mutmainne” dediğimiz şey de budur.

Nefis bu hâlde Allah’ın Rububiyyetini ve ulûhuyetini yakîn makamında bilir, yalnızca O’na muhabbet edip emirlerine itaat gösterir ve mutlak anlamda sadece Allah’ı sever.[17] Bu hâle gelince de şu ilahi hitaba mazhar olur: “Ey gönlü (vahiyle, Allah’a kullukla) huzura ermiş kişi!Rabb’ine dön; O’ndan razı olmuş ve O’nun rızasını kazanmış olarak! Sen O’ndan hoşnut, O de senden hoşnut bir hâlde! Haydi, sen de katıl seçkin kullarımın arasına! Haydi,gir cennetime!”[18]

Nefis bu konuma geldiği andan itibaren Kur’an’ın referans olarak verdiği model insana doğru bakışlarını döndürür ve ona benzeme yoluna girer.[19] Onun gibi olmanın yolunun, salih kulların arasına girmekle, sosyalleşmekle gerçekleşeceğini bildiği için toplumdan ayrı ve uzak bir hayatı tercih etmez. Halk içinde Hak ile beraber olur. Allah Teâlâ’dan başka varlıkları gönlüne koymaz. Yegane meşguliyeti Yüce Allah’tır. Hayatını “El kârda, gönül yârda” prensibiyle devam ettirir.

Bir gönülde iki sevginin olamayacağını bildiği için ilâhi sevginin dışındaki sevgiler sınırlı ve izafidir.  Nefsin bu hâle gelebilmesi için, hayatın tüm boyutlarında ve anlarında Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem ile aynîleşmesi esastır. Çünkü Allah Teâlâ’yı gerçekten sevmenin ölçüsü; hayatın tüm boyutlarında Sünnet’e ittibadan geçer. Konuyla ilgili ayet açıktır “(Ey Muhammed! Allah’ı sevdiğini iddia eden ve O’nun sevgisini kazanmak isteyen kimselere) de ki: “Eğer siz gerçekten de Allah’ı seviyorsanız, (Allah’ın emirlerini size ileten bir elçi olarak) bana (ve bana indirilen Kur’an’a) uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah, (pişmanlıkla tövbe edildiği takdirde, en büyük günahları bile) bağışlayandır, merhamet edendir.”[20]

3. Özgür iradenin bulunduğu ortacıl boyut:

Nefis bu durumda yüksek olana da, en aşağı olan şeylere/ değerlere de eğilim gösterir. Yüce Allah da kulu bu durumda serbest bırakmıştır. Şu ayette nefsin bu özgür bırakılma durumuna değinmektedir. “(İslâm’ın kendilerine muhtaç olduğunu zanneden bu câhillere)de ki: “İşte size Rabb’inizden, hakîkatin ta kendisi olan Kur’an geldi! Artık (sonucuna katlanmak kaydıyla) dileyen iman etsin, dileyen de (nankörlük edip) küfretsin…”[21] İnsanın iyiyi ve güzeli tercih ederek fıtrat üzerine kalabilmesi için daimi bir nefis eğitiminin olması esastır. Rabbimiz, insanı, nefsi ve fonksiyonlarıyla beraber tanıtmış ve onu terbiye etmenin gerekliliğini de vurgulamıştır.

Rabbani iradeye değer veren ahlâkçılarımız da nefis eğitimi ile sürekli ilgilenmişlerdir. Çünkü nefis denen şey ne kadar iyi eğitilirse, neticede eğitimi güzel insanların oluşturacağı toplumsal yapı da salih olur. Toplumun salih olması, ilahi emaneti taşımaya liyakat/ehliyet kazanması demektir. Cenâb-ı Allah nefis eğitimini, ahlâkî bir gerçeklik olarak tevhidle ilgili ayetlerin peşine koymuştur. Kısacası bir toplum, tevhid eğitiminden sonra eğitim ağırlığını, Allah, insan ve evren arasındaki ilişkileri sağlıklı düzenleme ameliyesi olan ahlâka/ davranış fıkhına vermedikçe istikbal vaat etmez.

Bireylerin hâllerini Resûlullah’ı örnek alarak şekillendiremeyen İslâmi hareketler de marjinalliğe dönüşür ve fiilen yok olurlar. İnsan ve cemaat olarak var olmak istiyorsak Kur’an’ın bu ahlâk mektebinden geçmek zorundayız. Bu konuda terakkinin zirvesi olan Peygamber Efendimiz’e benzemedikçe bireysel ve toplumsal iflah söz konusu değildir. Bütün bunların gerçekleşmesi için insanın önce “nefsini tanıması” gerekir. “Nefsini bilen Allah’ı bilir” kuralından hareketle, marifeti olmayanın terakkisi de olmaz.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR

1 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 405.
2 el-Meyzânî, Abdurrahman Hasan, el-Ahlâku'l-İslâmiyye, 215.
3 Uludağ, a.g.e, 405,
4 Bakara 2/48.
5 Ebu Dâvûd, c. II, s. 88.
6 A'raf 7/172.
7 Buharî, Kitabu’l-Cenâiz, c. III, s. 254.
8 Yusuf 12/53.
9 Tirmizi, Kitabu Fedâili'l- Cihad, c. IV, s. 165.
10 Furkan 25/43.
11 Nisa 4/65.
12 Müslim, Kitabu’l-İmare, c. III, s. 1517, Ebû Dâvûd, Kitabu’l-Cihad, c. III, s. 10.
13 Cürcani, Tarifat, s. 243.
14 Kâf 50/16.
15 Şah Velîyyullah, Huccetullah el-Baliga, c. I, s. 192-195.
16 el-Meyzânî, Abdurrahman Hasan, el-Ahlaku'l-İslâmîyye, s. 235.
17 Taberi, Câmiu’l-Kur'an, c. XII, s. 580-81.
18 Fecir 89/27-30.
19 Ahzab 33/21.
20 Âl-i İmran 3/31
21 Kehf 18/29.

Şahsiyet Gelişimi↗

Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.

Adab-ı Muaşeret

Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Unutamadığım bir hatıra…

Rahmetli babam en zor zamanda, samanlıklarda, dağlarda jandarma korkusundan kaçarak hafız olmuş. Allah o devirleri …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.