Kendi dilinden Orhan Çeker hocamız

1953 Ankara/Haymana, Sındıran Nahiyesi‘nde doğmuşum. İlkokulu köyümde okudum. Ailemiz okumuş bir aileydi. Her iki dedem de hocaydı. Özellikle anne tarafından dedem iyi okumuş birisiydi. Sanıyorum 70 yıldan fazla imamlığı vardı. Sultan II. Abdülhamid zamanında İstanbul’da okumuş, talebe olduğu için askere almamışlar. O da köyümüzde imamlığa başlamış, 1969’da ölünceye kadar vazifeye devam etmiştir. Bu bakımdan dînî bilgiler, çevrede bizim aileden bekleniyordu.

Özellikle annem bana “Bir şey sorulduğu zaman, ‘bilmiyorum’ demeyeceksin, ayıptır” derdi. Hoca çocuğu, hoca torunu bilmeliydi. Hatta ilkokula daha gitmiyorken amcam bir mevlid okutmuştu. Ben o mevlide gitmedim. Bana bir soru sorarlar da bilemezsem ayıp olur diye. Mevlid cemaati dağıldıktan sonra gittim.

İmam Hatip yıllarım

İlkokul 2’de iken öğretmen ileride ne olmak istediğimizi sormuştu. Yanımdakiler doktor, mühendis demeye başladılar. Ben ”hafız olacağım” demiştim. Annem “Seni hatıp imam okuluna göndereceğim” diyordu. Gün geldi, Yozgat İmam Hatip Okulu’na parasız yatılı (leylî meccanî) olarak girdim. 7 yıl Yozgat’a talim ettik.

İmam Hatip’te fen derslerine aşırı düşkünlüğüm vardı. Fizik hastası idim. Matematik yazılı kâğıdını hoca, okumadan üzerine tam not yazıyordu. Arkadaşlar benden fen (sayısal) ile ilgili bir fakülteye gireceğimi bekliyorlardı. Fakat içimde İslam’ın garipliği vardı. “İslam garib gelmiş ve tekrar garibliğe dönecektir” mealindeki hadis-i şerif benimle geziyordu.

İslam Enstitüsüne başladım

Nihayet tıp fakültesini kazanmış olmama rağmen gitmedim ve Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nde karar kıldım. Tıbbı kazandığımı kimseye söyleyemedim. Çünkü o günkü şartlarda tıbbı bırakıp bir yüksekokula gitmek tek kelime ile delilikti. Nitekim halen öğretim üyesi olan bir arkadaşım; “Tıp fakültesini kazandın, niye gelmiyorsun” diye bana mektup yazmıştı. Ama sonraları herkes “İçimizde en doğru tercihi sen yaptın” diyecekti.

Kulaklarımı aksi laflara tıkadım ve huzurla Yüksek İslam Enstitüsü’nde okumaya başladım. Rabbim öyle ikramlarda bulundu ki huzur en üst seviyede, durmadan okuyordum. Unutma yok, yorulma yok. Allah Teâlâ bu iki hissi benden almıştı sanki. Birinci sınıfın bahar yarıyılında fıkıh ilmine karar verdim. Artık bütün merak ve çalışmalarımı fıkha teksif ettim.

Birinci sınıfta kütüphanedeki eser kartekslerini karıştırırken Kitâbü’l fıkh ‘ale’l mezâhibi’l erba‘a ismi dikkatimi çekti. 622 numarada kayıtlı o kitabı hemen aldım. Baktım ki rahat okuyabiliyorum. Dili kolaydı ve çok hoşuma gitmişti. Böylece Arapça fıkıh kitapları ile ilk münasebetim başlamış oldu.

İki yıl sonra bir umre programı vesilesi ile Medine-i Münevvere’ye gittiğimde 117 riyale aldığım kitap bu olmuştu. Sonradan daha birçok kitapla tanıştım. Istılahat-ı Fıkhiyye Kâmusu’nu ikinci sınıfta 240 liraya satın aldım. Bu iki eseri üçüncü sınıfın yazında elden geçirdim diyebilirim.

Fıkıhtan o kadar fazla zevk alıyordum. Yorulma ve unutma hali yoktu. Hatta yatsıdan sonra fıkıh okumamayı düşünmüştüm. Çünkü uykum kaçıyordu ve geceyi uyanık geçirme durumu oluyordu. Yatakta gözlerim yumuk ama kafa meselelerle uğraşıyordu. Bir günde Istılahat’tan 70 sayfa okuduğumu ve akşam olunca hemen hemen hepsinin aklımda bulunduğunu hatırlıyorum. Sonraları bu eseri harf atlamadan okudum.

Talebelik yıllarında Arapçaya ve ilm-i kıraate de çok ağırlık verdim. Kıraat-ı aşere kursunu ve hafızlığı bitirdim. Arapçadan “emsile-bina” serisini okudum. Bunları Allah Teâlâ’nın ikramı olarak anmam gerekiyor. Tabii ki yetkin hocalarımızdan çok ilgi bekliyorduk ama bu konuda maalesef diyorum. Bizleri dizlerinin dibine oturtup okutmalarını bekliyordum, yapmadılar. İş başa düşüyordu.

Asistan oldum

Böylece Enstitü bitti. Tayin torbasından Siirt-Batman Kız Meslek Lisesi çıktı. 8 Eylül 1976’da orada göreve başladım. Kasım sonunda açılan asistanlık imtihanlarına girdim. Konya’da fıkıh asistanı olarak tayinim yapıldı (7 Şubat 1977).

O zaman Din Öğretimi Genel Müdürü Tayyar Altıkulaç Bey Türkiye çapında 101 asistanlık kadrosu açtığı için bize 101’ler diyorlardı. Şimdi kimisi emekli kimisi halen görevde etkin hocalar o 101’lerdendir. Tayyar Bey hocamızı bu vesile ile hayırla yâd etmiş olalım. Diğer hocalarımızı ve saygı değer arkadaşlarımı hatıratımı yazdığımda inşallah yâd edeceğim.

Bizim fıkıh serüvenimiz işte böyle başladı. Asistanken bir süreliğine Bağdad’a gittim. Mustansıriye Üniversitesi Arap Dili Enstitüsü’nü bitirdim. Asistanlık bitiminde Çanakkale’de 4 ay er olarak askerlik yaptım.

Yüksek İslam Enstitüsü’nde asistanlığımız esnasında öğretim üyesi olmak için tez hazırlamamız gerekiyordu. Ben de akidler üzerine çalışmaya başladım. Tabii ki pek çok esere müracaat ettim. Konu muamelatı ilgilendirdiği için Ali Haydar Efendi’nin Mecelle Şerhi ve Abdurrezzâk es-Senhûrî’nin Masâdiru’l Hak adlı eserlerini mutlaka zikretmem gerekiyor. Diğerlerinin de hakkını yemiş olmayalım. Onları da unutmamamız görevimizdir.

Öğrencilikte ve sonrasında en çok müracaat ettiğim bir eser de Kâsânî’nin el-Bedaî’i. Mevsılî’nin el-Muhtar’ını sanıyorum iki yüz defadan fazla okutmuşumdur. Kenarına yazdığım Arapça ta’likat ayrıca 4. baskıyı yaptı. Nevevî’yi, Kaffâl eş-Şâşî’yi, İbn Rüşd’ü… tüm fukahamızı hürmetle yâd ediyorum.

Usulden Gazzâlî, Şâtıbî ve Dehlevî unutulmamalıdır. Ayrıca kavaid müellifleri de listemizin içinde olmalıdır. Her mezhepten meşhur ve temel metinler de önem verdiğim eserlerdir.

Konya yılları

Konya’da talebelik yıllarını hariç tutarsanız asistanlıktan bu yana görev sürem 2017 yılı şubat ayında 41. yıla girmiş olacak. Elhamdulillah. Eskiye göre imkanlar çok çok fazla. Fıkıh ifadesi ile kıyas maa’l fârık. Tabii ki imkanlar kendisi oranında sorumluluk yükleyecektir. Bizim kesim bu sorumluluğu hiç unutmamalıdır. Nimetlerden mutlaka hesaba çekileceğiz.

Fakülte dışında epeyce programa katılıyorum. Diyanet Dini İhtisas Merkezi’nde derslere gidiyorum. Hem Konya hem diğer illerde müftülüklerin düzenlediği ve genellikle iki gün süren meslekî programlara katılıyorum. Sivil toplum örgütlerinin düzenlediği kurslar var. Valilik ve üniversite işbirliği ile eski medreseler faaliyete geçirildi. Onların derslerini iki yıl deruhte ettim.

En güzel program olarak düşündüğüm bir program daha var: Türkiye çapında genç meslektaşlarım için kurslar düzenliyorum. Şimdiye kadar 5 tane yaptık, altıncısını bu yaz için Yozgat’ta düşünüyorum. Maddi giderleri bir şekilde halledip birkaç günlüğüne ders yapıyoruz. Katılım ortalama olarak 50-70 kişi civarında oluyor. Bu meyanda müstakil feraiz kursları da yapıyoruz.

Ayrıca İstanbul’a zaman zaman sivil dersler için gidiyorum. Şimdiye kadar epeyce gittim-geldim. Bundan başka Helal ve Sağlıklı Gıda Platformu’muzun çalışmaları var. TSE’nin Helal Gıda Kurulu’nda görevim var. Dünya Alimler Birliği Konya Şubesi sorumluluğunu şahsıma tevdi ettiler. Üniversitedeki yoğunluğu ise az çok tahmin ediyorsunuz.

Şunu da zikretmede fayda görüyorum: Hanefilerde meşhur mütûn-i erbaadan matbu olmayanı İbnü’s Sââtî’nin Mecmau’l-Bahreyn’ini yüksek lisans tezi olarak hem konu seçimi hem de baştan sona takip ederek, gayri resmi danışmanlığını yaparak yayınına vesile oldum. Böylece mütûn-i erbaa matbu halde tamamlanmış oldu.

Not: Bu yazı şu kaynaktan kısmen iktibas edilmiştir: (Tuncay Başoğlu, Orhan Çeker ile Türkiye’de Fıkıh Çalışmaları Üzerine Mülakat, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 13, Sayı 25-26, 2015, 183-195)

Prof. Dr. Orhan Çeker/ İrfanDunyamiz.com

KENDİ DİLİNDEN İSLAM ALİMLERİ

İslam Alimleri ↗

Kıymetli İslam alimlerini tanıtan birbirinden güzel yazılar okumak için tıklayın.

Abide Şahsiyetler ↗

İslam’ın çilesini çekmiş öncü şahsiyetlere dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Dişçi Mehmet Efendi’nin zikri…

Allah dostlarını sevmek ne büyük kazanç, öyle değil mi kardeşlerim. Bu, insana Allah’ın bir lütfu, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.