Muhterem Osman Nuri Topbaş Hocaefendi çocukluk ve gençlik yıllarındayken kendisini etkileyen şahsiyetleri şöyle anlatıyor:
Beni çocukluk yıllarımda en çok etkileyen bilhassa iki kıymetli şahsiyet vardır: Annem ve babam… Buna ilâveten de elbette güzel bir çevre… Annem, ufak yaşlardan itibaren bizlerin gönül âlemine çok kıymetli hazîneler yığan melek ruhlu ve mübârek bir şahsiyet idi. Bize her vesileyle Allâh dostlarının muhabbetini telkin eder ve firâseti ile gönül bahçelerimizde nûrânî güzellikler yeşertirdi. Onun, kardeşimi dünyaya getirdikten sonra, yâni iki evlâdının hizmetine ve diğer meşgalelerine rağmen hâfız olması, bana hak yolunda gayret ve Kur’ân aşkı bakımından çok te’sir etmiştir.
Babam ise; Allâh aşkı, vecdi, îmân, ihlâs, takvâ, güzel ahlâk, vakar vesâir hasletleriyle her bakımdan benim için âbide bir şahsiyetti. Duygu derinliğine sahipti. Yüksek ufukların insanıydı. Meselâ o zaman İmam-Hatipler yeni açılmıştı ve mezun olanlar için hiçbir dünyevî istikbal yoktu. Fakat babam, büyük bir sevinçle bizi İmam-Hatip Lisesi’ne kaydettirdi. Son sınıfı da yatılı okuttu.
Hastalara yemek yapardı
Tatil günlerinde bize câmîleri, Topkapı Sarayı’nı ve diğer tarihî yerleri gezdirir; seviyemize göre ecdadımızın, dîne, îmâna, vatana ve millete yaptıkları hizmet ve fedâkârlıkları anlatırdı. Bizlere, onlara lâyık bir nesil olmayı telkin ederdi. Zaman zaman büyük hocaefendileri ziyâret ettirir; onlardaki nezâket, hassâsiyet ve terbiyeyi dimağımıza işlerdi. Numûne gönül insanlarını tanıtırdı.
Babamın fakir-fukarâya olan sevgisi ise, engin bir deryâ gibiydi. Onlara yapacağı bir hizmeti, kabul ettikleri zaman bir teşekkür edası içinde olurdu. Maddî bir hediye vereceğinde onu zarif zarflar içerisinde takdim ederdi. Hattâ zarfların üzerine: “Kabul buyurduğunuz için teşekkür ederim!” ibaresini yazardı. Bu hâl, Yaratan’dan ötürü yaratılanları severek onlara nezâket ve zerâfetle davranmanın tabiî bir neticesiydi.
Annemle birlikte hastalara yemek yapıp hastahanelere götürürlerdi. O çocuk yaşta bu merhamet tezâhürleri, rûhumu ben farkında olmadan bir nakış gibi işliyordu. Velhasıl annem ve babam benim için büyük bir rahmet ve bereket olmuşlardı.
Yaman Dede hocamızdı
Çocukluğuma âid bana ayrıca tesir eden birçok hâdise ve hatıradan en mühimleri daha ziyade İmam-Hatip Lisesi’nde okuduğum yıllara rastlar. Hele derslerimize gelen hocaefendiler açısından çok talihli idik. Çok değerli ve unutulmayacak sîmâlar tanıdık. Bunlardan:
Celâleddin Öktem hoca, yetmiş yaşında, felçli bir kimse idi. Buna rağmen bir arkadaşımızın kolunda sınıfa gelir; 25’lik bir delikanlı heyecanıyla ders anlatırdı…
“Yaman Dede” mahlası ile mârûf Abdülkadir Keçeoğlu, on dakîka Farsça gramer anlattıktan sonra iki mesnevî beyti okur ve bütün ders ağlaya ağlaya onları şerh ederdi. Gözlerinin altı havuz gibi çukurlaşmıştı. Gözyaşlarını oraya döküp oradan da yüzünden aşağı sızdırırken ayrı bir rûhâniyet tevzî ederdi. Gönlü Peygamber muhabbetiyle bambaşka doluydu. O günden bugüne bir çok şey geldi, geçti. Ama onun bizim rûhumuzda askseden vecdinin izi kaldı. Yazdığı meşhur na’tinden: “Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Rasûlallâh!” derken bir sonbahar gazeli gibi titreyip bahar şebnemleri gibi ağlaması, hâlâ gözlerimin önündedir…
Üstü açıkların üstünü örterdi
Diğer bir hocamız, sabah 07:00’de gelir, çorbalarımızı koyardı. Başka bir hocamız, sofrada kalmış bir ekmek parçası görse kimseyi azarlamadan: “Bak evlâdım, bu nîmeti bulamayan nice muhtaçlar var. Nîmete hürmet eder ve şükredersek, Allâh daha çok artırır. Ancak onun kadrini bilmezsek, elimizden alınır” diye tatlı tatlı nasîhatler ederdi.
Diğer bir hocamız, hüsn-i hat dersi verirdi. Ancak talebelerin kamış ve mürekkebini kendisi getirirdi.
Bir diğeri, yatakhanede geceleyin dolaşır, üstü açık olanların üzerlerini örterdi.
Bazı hocalarımız da, son dersi müteâkib, derslerde geride kalan talebelerin eksiklerini telâfî için ilâve ders yaparlar ve her talebenin daha iyi yetişmesi için bitmez bir heyecanla emek sarfederlerdi.
Hocalarımızın bize en çok öğretmeye çalıştığı husus ise, cânı ve malı kullanmayı bilebilmenin dersi idi. Bu dersi, fiilî davranışları ile sergilerlerdi.
O günlerden bugüne aradan kırk yıl geçti. Ancak o günlerin güzel insanlarından bize aksedenler hâlâ silinmedi. Lâhûtî ve bereketli izleri, akıl ve gönlümüzde hâlâ canlı ve müessir… Dolayısıyla o demleri güzelleştirenlere her vakit duâ hâlindeyim… Cenâb-ı Hak hepsinden râzı olsun!.. Lâkin sıra şimdi bugünleri ve yarınları güzelleştirmekte… Bu da bizlere düşüyor. Allâh Teâlâ cümlemizi buna muvaffak kılsın!..
Not: Bu yazı Nisan 2003 tarihli Şebnem dergisinde yer alan “Cennet Çiçeklerinin Terbiyesi” başlıklı mülakattan kısaltılarak iktibas edilmiştir.
Osman Nuri Topbaş/ İrfanDunyamiz.com
ERENKÖY ÇEVRESİ İRFAN DÜNYAMIZ
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.