Yaratıcı kelimesinin insana nisbet edilmesi

Geleneğimizde “yaratma” kelimesinin Allah’a mahsus olarak kullanılması yönünde bir hassasiyet oluşmuştur. Kimileri bu hassasiyetin oluşmasında Ehl-i Sünnet ve mutezile arasındaki tartışmanın rolü olduğu düşüncesindedir. Fakat bize göre gelenekteki bu hassasiyetin oluşmasının nedeni, bizzat yaratmanın Allah’a mahsus olması ile ilgili ayetler ve “halq” kelimesinin insana nisbet edilmesine dair ayetlerin tefsiri ile ilgilidir.

Dindar kesim eskiden beri bu kelimeyi insana nisbet ederek kullanmamış, kullanılmasına da pek sıcak bakmamıştır. Bu kelimeye tereddütle yaklaşılmasındaki psikolojik duvar sebepsiz yere oluşmamıştır. Gelmiş geçmiş birçok âlimin gösterdikleri hassasiyet, meseleye sığ bakmalarından dolayı değil, bazı itikadî endişelerden dolayıdır.

Kavramın kullanımı

Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan hocamıza bu kelimeyle ilgili malumat sorduğumda; “Biz çocukken büyüklerimiz yaratma kelimesini sadece Allah için kullanırlardı, insan için kullanana ben hiç rastlamadım” dedi. Kur’an’da yaratma kavramı üzerine doktora tezi yapan Prof. Dr. Veli Ulutürk hocaya sorduğumda ise; “Yaratmak Allah’a mahsustur, insana nisbet etmek doğru değildir” dedikten sonra seküler kesimin yaratılış düşüncesini zayıflatmak için bu kelimeyi insana nisbet ettiğini söyledi.

Beşir Eryarsoy hocaya Arapların bu konudaki hassasiyetini sorduğumda bazı gazetelerde bizdeki bazı kesimlerin kullandığı gibi insana nisbet edenlerin olduğunu ancak, Arapların “halq” kelimesinden genellikle yoktan var etmeyi anladığını söyledi. Alaeddin Mücahidi hoca ise bu kullanımın itikadi tehlikelere yol açabileceğini ifade etti. Buna ilaveten tanıdığım veya eserlerini okuduğum birçok hocanın, caiz görsünler veya görmesinler, bu kelimenin insana nisbet edilmesini pek de hoş karşılamadıklarını biliyorum.

Ülkemizde özellikle son yıllarda “yaratıcı” kelimesinin Allah haricindeki varlıklara nisbet edilerek kullanılması git gide yaygınlaşmaktadır. İnsanımızın gelenekçi refleksleri de git gide zayıfladığı için, birçok şeyi muhafaza edemediği gibi bu konudaki hassasiyetini de koruyamamıştır. Sanat eseri yaratma, düşünce yaratmak, sorun yaratmak, yaratıcı drama vs. gibi belki yüzlerce kullanımları ile bu kelime gündelik hayatımızda sık sık karşımıza çıkmaktadır.

Meselenin ilk bakışta birkaç boyutu olduğu anlaşılıyor. İtikadi boyutu, fıkhi boyutu, ahlaki boyutu, edebi boyutu ve gelenek boyutu… Yaratmanın Allah’a mahsus olması itikaden veya fıkhen bu kelimenin insan için kullanımına engel teşkil eder mi? Yahut böyle bir engel olmasa bile edeben bunu kullanmak doğru mudur? Gelenekte bu konuyla ilgili oluşan hassasiyetin sebepleri nelerdir? Kelimenin insana nisbetle kullanımlarının çok yaygın olduğu bir dünyada “yaratıcı” kelimesini sadece Allah’a tahsis etme geleneğini sürdürmeli miyiz? Yoksa bu geleneğinin temelsiz olduğu varsayımı ile bu işten vaz mı geçmeliyiz? Yaratma deyince zihnimize Allah’ın yaratmasını mı kodlamalıyız, yoksa kelimenin sıradan kullanımını normal mi karşılamalıyız?

Bu sorulara cevap aramadan önce bu konuda aşırı gitmek ve tevazu dışı davranışlara meyletmenin pek doğru bir tutum olmayacağını ifade etmek isteriz. Yine bunun gibi; “Bu meseleyi ben hallettim, ben çözdüm, bu iş kesin böyledir” edasında olan, farklı görüşü dinlemeye tenezzül etmeyen kimselerin de muvaffak olamayacağını düşünüyoruz. Cenab-ı Allah böylesi sabit fikirli insanlara hakikat ve hikmetlerini nasip etmeyecektir. Allah aşırı gidenleri sevmeyeceği için dengeli bir yaklaşım sergilemek durumundayız. Bizler kuluz ve hakikati arayışımız hiçbir zaman bitmeyecektir. Bildiklerimizden o kadar da emin olmamalıyız.

Özellikle “yaratıcı” kelimesi etrafındaki tartışmalarda, farklı fikri savunanları konuyu bilmemekle suçlama, önyargılı olma ve kimi zaman da küçümseme gibi tutumlarla karşılaşıyoruz. Bu tavır maalesef her iki görüş için de söz konusudur. “Bu kelimeyi insanlar için de kullanabiliriz” diyenlerin suçlanması, “Bu kelimeyi Allah haricindeki kimseler için kullanmayalım” diyenlerin de efendim vahhabi, zahiri, sanat bilmez, mecaz bilmez vs. gibi sözlerle tezyif edilmesi yanlıştır. Bu girişten sonra Kur’an’ın “yaratma” kelimesi üzerinden nasıl bir zihin inşa ettiğini anlamak için bu konudaki bazı temel bilgilere atıf yapmak istiyoruz.

Yaratma kavramı

“Yoktan yaratmak” ve “vardan yaratmak” olmak üzere Allah’ın yaratması iki şekildedir. “Allah yoktan yarattı” denildiği zaman bu sözden Allah’ın hiçbir hammadde olmadan bir şeyi yarattığı anlaşılır. Kur’an’da bunun örneklerinden biri; “O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır.”(Enam, 101) ayetidir.

Mantık kurallarına göre “Allah yoktan yarattı” hükmünden “İnsanlar da vardan yaratır” sonucuna ulaşmak mümkün değildir. Ancak yine de bu ifade psikolojik olarak, “İnsan da vardan yaratır mı” gibi bir istifhamı akla getirmektedir. Kur’an’da yoktan var etmeye dair birçok delil bulunmakla beraber, lafzen “Allah ademden/yoktan yarattı” gibi bir ifade bulunmamaktadır. Belki de bunun hikmetlerinden birisi de böyle bir istifhamın oluşmaması içindir.

Bu ayette zikredilen “Bedi” ismi Allah’ın yaratmada eşsiz olduğunu ve yoktan var ettiğini ifade eden ismidir. Bakara Suresi 117. ayetinde de “Bedi” ismi ile beraber “Kün fe yekün” yani “Ol der oluverir” ifadesinin kullanılması “yoktan yaratma” anlamını desteklemesi cihetiyle manidardır. Yoktan yaratmanın kelamî izahında ise şu ayet delil getirilmiştir: “Daha önce sen (Zekeriyyâ) hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım’ meâlindeki âyette geçen (Meryem, 9) ‘hiçbir şey değilken’ ifadesi ‘sırf yokluktan yaratma’ şeklinde açıklanmıştır.” (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXI, 161; Diyanet Ansiklopedisi “yaratma” Md.)

“Allah var olan bir şeyden yarattı” denildiği zaman ise bu sözden, Allah’ın haşa yoktan var etmediği anlamı çıkmaz. Allah yoktan yarattığı gibi, bir şeyi başka bir şeyden de yaratmıştır. Buna “yapma” da denilebilir. Sonuçta Allah’tan başka yaratıcı düşünülemeyeceğine göre, yarattığı şeyin hammaddesini yaratan da yine Allah’tır. Bunun Kur’an’daki örneklerinden biri; “İnsanı alaktan yarattı” (Alak, 2) ayetidir.

“Yaratma” kelimesinin Arapça karşılıklarından biri olan “halq” kelimesi bir şeyden yaratma anlamına geldiği gibi (Bkz. Nahl, 4) hiçbir asıl, temel, kaynak ya da dayanak olmadan ve hiçbir şeyi örnek almadan inşa etmek, vücuda getirmek anlamlarına da gelir. (Bkz. Enam, 1; Araf, 11)

Ku’an’da bir yerde elif lamlı olarak geçen “el Haliq” ismi “yaratma adına ne varsa her şeyi yaratan” anlamındadır. (Bkz. Hicr, 86) Yine aynı şekilde “Yaratan, bilen Rabbindir…”(Hicr, 86) ayetinde geçen “el Hallâq” kelimesinin başında harf-i ta‘rif bulunduğunda sadece Allah için kullanıldığı belirtilir. (Bkz. Lisânü’l-ʿArab, “ḫlḳ” md.; İslam Ansiklopedisi, Yaratma md.) Yaratma namına ne varsa sürekli olarak yaratan anlamındadır.

“Ela lehül hulqu vel emir” yani “Dikkat edin yaratmak da emretmek de Allah’a aittir.” (Araf, 54) ayetinden, yaratmanın Allah’a mahsus olduğu anlaşılmaktadır. “Allah her şeyin yaratıcısıdır.” (Zümer, 62) ayetinde ise Allah’ın yaratması dışında hiçbir şeyin var olamayacağı ifade edilmiştir.

Cenab-ı Allah; “Yoksa bir şey (bir yaratıcı) olmadan mı yaratıldılar? Yoksa o yaratıcılar kendileri midir?” (Tur, 35) ayetinde, kullara “siz yaratıcı olamazsınız” mesajı vermektedir. Yine Kur’an’da; “Allah’tan başka bir yaratıcı mı var” (Fatır, 35) diye sorularak O’nun mutlak yaratıcı olduğuna çarpıcı bir şekilde dikkat çekilmiştir.

Kur’an’da bir şeyden yaratmaktan bahsedilmediği takdirde “yaratma” kelimesi “yoktan yaratma” anlamı ile kullanılmıştır. Dolayısıyla Müslümanlar da bu kelimeyi “yoktan yaratma” olarak anlamış ve “yaratıcı” denilince de sadece Allah’ı hatırlama gibi bir hassasiyet geliştirmişlerdir. Bu anlayışla “yaratıcı” kelimesini de Allah’a tahsis etmişlerdir. Bu anlam kendiliğinden şekillenmemiş yukarıda naklettiğimiz bu ve benzeri ayetlerin bütünlüğü içerisinde Müslümanların zihinlerinde yer etmiştir.

Yaratma kelimesini Allah’a mahsus olarak kullananlara zaman zaman; “Senin dediğin yoktan yaratmadır” şeklinde itirazlar gelmektedir. Oysa yazımızın başında da ifade ettiğimiz gibi Allah Kur’an’ında ademden/yokluktan yarattı gibi bir kayıt kullanmamış, yaratmaktan bahsetmiştir. İşte bu kelime Müslümanların zihninde de Kur’an’ın tarzına, âdetine, üslubuna uygun olarak yer etmiştir. Burada şu soruları sormakta fayda vardır. Niçin her şeyi Yaratan bir Allah her yaratmaktan bahsettiğinde ayrıca yoktan var ettiğini söylesin? Niçin Müslümanlar “yaratıcı” ifadesi yerine “yoktan yaratıcı” ifadesini kullansınlar? Zaten “yaratıcı” denildiğinde anlamaları gereken şeyi anlıyorlar. Bunun için de bu kelimeyi Allah’tan başkası için kullanmıyorlar.

Müslümanların “yaratıcı” kelimesini Allah’a mahsus olarak kullanmalarının sebepleri arasında, kelimenin Kur’an’daki kullanımlarının da büyük rolü olmuştur. “Halq” kelimesi Kur’an’da toplam 236 yerde Allah’a nisbet edilerek kullanılmıştır. Bunun haricinde bir de Allah’a nisbet edilen “yaratma” anlamına gelen diğer kelimeler vardır ki bütün bunlar bu kelimenin Allah’a mahsus olduğu hakikatini desteklemektedir.

Dinin dile etkisi

Kur’an’daki bu ifadelerden anlaşıldığına göre sürekli yaratmaktan bahseden bir din dili söz konusudur ve bu dinin kitabında yaratmanın Allah’a mahsus olduğu söylemi çok güçlü bir şekilde ortaya konulmuştur. Kur’an’ın oluşturduğu bu atmosfer de Müslüman zihnini şekillendirmiştir. Birkaç istisna hariç Kur’an’da “yaratma” ifadesinin bu kadar çok yerde Allah’a nisbet ediliyor olması, göstermektedir ki bu kelimeyi Allah’a nisbet etmek Kur’an’ın yöntemi yani bir anlamda sünnetullahtır. Müslümanların da sünnetullahın hikmetine mebni olarak, bu kelimeyi Allah’a nisbet etmelerine sebep olmuştur.

Yaratanın ancak Allah olduğunda şüphe yoktur. Yaratmak elbette Allah’a mahsustur. Bütün Müslümanlar bunu bilir. Peki, bütün bunları niçin bu yazıda dile getiriyoruz? Dinin dile nasıl etki ettiğini anlatmak ve dinin Müslüman zihnine nasıl şekil verdiğini ortaya koymak için bu örnekler üzerinde duruyoruz. Ayrıca “yaratma” kelimesi üzerinde gösterilen hassasiyetin psikolojik temellerinin anlaşılması açısından da Kur’an’ın oluşturduğu bu atmosferin kavranması faydalı olacaktır.

Dinin dilin kılcal damarlarına kadar işlediğini düşünecek olursak, kelimelere mana veren en güçlü etkenlerden birinin de din olduğunu söyleyebiliriz. “Yaratma” kelimesinin zihnimizdeki anlamı ayet ve hadislerden bağımsız olarak teşekkül etmemektedir. Biz Müslümanlar ayet ve hadislerin bize sunduğu bakış açısı ile kelimeleri zihnimizde bir yere oturturuz. Dinin kavramlarının birçoğu bu şekilde teşekkül etmiştir. Salat ve zekat kavramları gibi “halq” kavramı da kendi anlamını bulmuştur.

Malum olduğu üzere bir kelimenin akla gelen ilk anlamı o kelimenin gerçek anlamıdır. Türkçede “yaratma” denildiğinde bundan ilk olarak “yoktan yaratma” anlaşıldığı malumdur. Araplarda da “halq” denilince ilk olarak “yoktan yaratma” anlaşılmaktadır. Bundan dolayıdır ki sözlüklere de dini terminolojiye de bu anlamıyla geçmiştir.

İslam Ansiklopedisi’nin ilgili maddesinde bu konuda şu bilgilere yer verilmektedir: “Halq kavramı dinî terminolojide özellikle Allah’a mahsus olmak üzere “yaratmak, yoktan var etmek” şeklinde tanımlanır. İbn Sîde mutlak bir ifadeyle, “Allah bir şeyi halketti” denildiğinde bunun, “Yokken var etti” manasına geldiğini belirtir. (el-Muḥkem ve’l-muḥîṭü’l-aʿẓam, IV, 388; İslam Ansiklopedisi, Yaratma Md.)

İstisnaların olması

Yukarıda “halketme” kelimesinin insana nisbet edilmesi ile ilgili bazı istisnaların olduğunu söylemiştik. Burada şöyle bir itiraz yapılabilir. Peki, Ku’ran’da bu kelimenin insana nisbeti söz konusu ise insanları bu kullanımdan sakındırmak ne derece doğrudur? Öncelikle şunu ifade edelim ki Kur’an’ın genel tavrı yaratmayı Allah’a nisbet etmektir. Şu durumda Kur’an’ın genel tavrını baz alarak insanlara bu kelimeyi kullanmamalarını tavsiye etmemizde bir sakınca olmasa gerektir.

Kur’an’da birkaç ayette “halq” kelimesinin insana nisbet edilmesi, Arapça dil açısından “halq” kelimesinin lafız olarak insana nisbet edilebileceğine delildir. Ancak Araplar açısından düşünecek olursak, Araplar ilgili ayetleri okurken, “halq” kelimesinin ayette “yaratma” anlamı dışında kullanıldığını bilmekte, yaratmanın Allah’a mahsus olması konusunda herhangi bir çelişkiye düşmemektedir. Bir başka ifade ile “halq” kelimesi Allah’a nisbet edilerek kullanıldığı zaman “yaratma” anlamında kullanılmış, insana nisbet edilerek kullanıldığı yerlerde ise “yaratma” anlamında kullanılmamıştır.

Râgıb el-İsfahânî’ye göre “halq” kavramı “bir şeyin ölçülerini belirlemek” veya “uydurmak, yakıştırmak” anlamıyla insanlara da nisbet edilebilir. Hazreti Îsâ’nın İsrâiloğulları’na mûcize olarak çamurdan kuş biçiminde bir şey yapacağını söylediğine dair âyette geçen halq (Âl-i İmrân, 49) “takdir” mânasındadır ve Hazreti Îsâ’nın yoktan ortaya çıkarmayı kastetmediği özellikle belirtmiştir. (Bkz. Lisânü’l-ʿArab, “ḫlḳ” md.; İslam Ansiklopedisi, Yaratma Md.)

Bu yazıda mecaz konusuna pek fazla girmek istemememizin ve “Halq kelimesi insana nisbet edildiğinde mecaz anlamı kastedilir“ gibi bir cümle kurmayışımızın nedeni mecaz konusunun belagat ilminde tartışmalı bir konu olmasıdır. Âlimlerin mecaz tanımları ve anlayışları birbirinden farklıdır. Kelimelerin mecaz anlamları olabileceği gibi birden fazla gerçek anlamları da olabilir. Mesela “halq” kelimesinin “takdir” anlamı ile kullanıldığında; bu mecaz mıdır değil midir bu konuyu belagat ilminin uzmanlarına havale ediyoruz. Konuyla ilgili İslam ansiklopedisinde şöyle bir açıklama bulunmaktadır:

“Arap dili uzmanları, halq kelimesinin temel mânasının ‘takdir’ olduğunu kabul ederler. Mütercim Âsım Efendi’nin takdire verdiği Türkçe karşılık ise oranlamak ve ölçümlemektir. (Kāmus Tercümesi, III, 835). ‘Halq’ın, ‘bir işi ölçülü ve âhenkli biçimde yapmak’ mânasından hareket ederek hâlikı ‘planlı ve amaçlı (bir anlamda şuurlu) bir şekilde yaratan’ diye tanımlamak mümkündür. (Bkz. İslam Ansiklopedisi, Halik Md.)

Anladığımız kadarıyla buradaki sorun Arapça açısından değil, daha çok Türkçe açısındandır. Çünkü Arap onun “yaratma” olmadığını biliyor, insana nisbet edilen ayetlerde “halq” kelimesinin “takdir etmek, yapmak, şekil vermek” anlamında olduğunu anlıyor. Biz de ise her “halq” kelimesini gördüğümüz yere “yaratma” anlamını vermek gibi bir hataya düşüldüğü için bu konuda bir kafa karışıklığı meydana gelmektedir.

Burada şu soruyu sormak istiyoruz: Acaba yaratmanın insana nisbet edildiği ayetlere bakarak “Allah dışındaki varlıklara yaratma vasfının verilebileceği caiz görülmüştür” hükmüne ulaşmak mı doğrudur? Yoksa “Halq kelimesinin yaratma dışında anlamlarıyla kullanılması caizdir” hükmüne varmak mı daha doğrudur? Elbette birincisinde yoktan yaratmak kastedilmemektedir, ancak Türkçedeki algının ne kadar yanlış anlamaya müsait olduğunu göstermek amacıyla bu örneği tercih ettik.

Merhum Prof. Dr. Bekir Topaloğlu hocamız bu konuyu ilgili maddede şöyle izah ediyor: “Halq kavramının Allah’tan başkasına nisbet edilmesine gelince Kur’ân-ı Kerîm, evrenin yaratıcısı ve yöneticisi olan gerçek mâbudun dışında edinilen tanrıların yaratıcılık vasfı bulunmadığını ifade ederek bu kavramın Allah’tan başkasına nisbet edilemeyeceğini beyan etmektedir. Kur’an’ın iki âyetinde Hazreti Îsâ’nın çamurdan kuş modeli yaptığı ifade edilirken ‘halq’ masdarından türeyen kelimeler kullanılmıştır (Âl-i İmrân, 49;Mâide, 110). Ancak burada halq, ‘ana maddesi ve modeli olmadan yaratma’ mânasında olmayıp ‘mevcut bir maddeden belli bir şekil meydana getirmek’ demektir. Bu ise ‘halq’ın ‘sûret verme’ şeklindeki mecazi mânasıdır. Nitekim iki âyette yer alan ‘ahsenü’l-hâlikīn’ terkibindeki hâlikīn kelimesi ‘yaratıcılar’ değil ‘şekil verenler’ mânasında anlaşılmıştır. Esasen Hazreti Îsâ’ya atfedilen halq fiili sürekli olarak ‘Allah’ın izniyle’ kaydı ile sınırlandırılmıştır.” (İslam Ansiklopedisi, Halik Md.)

Peki, Arapçada “haliq” lafzı “yaratıcı” anlamı dışındaki ikinci bir anlamıyla veya mecaz anlamıyla kullanılabiliyorsa, Türkçedeki “yaratıcı” kelimesi de aynı şekilde mecaz anlamda kullanılamaz mı? İşte işin bu kısmı Türkçeyi ilgilendiren bir meseledir. Arapçadaki her şeyi aynen Türkçeye tatbik edemezsiniz. Diyelim ki Arapçada “haliq” kelimesinin on tane anlamı varsa bu on anlamı da Türkçedeki “yaratıcı” kelimesine yüklemek doğru olmasa gerektir. İşte burası meselenin Türkçeye bakan yönüdür; burada Türk dili açısından konuya yaklaşmak gerekir.

Mesela bazı edebiyatçı ve dilciler eski Türk lehçelerindeki “yaratma” dışındaki anlamlarını da delil göstererek kelimenin farklı anlamlarda kullanılabileceğini söylerler. En azından bunu söyleyenler “yaratma” kelimesi Türkçe bir kelime olduğuna göre Türkçe üzerinden giderek kelimenin anlamlarına ulaşmaya çalışmışlardır. Fakat başka bazı dilciler de “yaratmak” kelimesinin “yarmak”tan geldiğini “yokluğu yararak var olmak” anlamında “yoktan yaratmak” demek olduğunu söylerler. İkinci anlayış Müslümanların algısına daha yakın gibi görünmektedir.

Arapça ve Türkçe’de hangi kelimenin birbirini karşıladığı meselesi ise daha çok âlimlerin hangi kelimenin nerede ne anlamda kullandığına dair görüşlerine başvurularak bilinebilir. Bilhassa Kur’an kavramları açısından baktığımızda bu konu dinde böyledir. Mesela Allah ve meleklerin salat etmesi ile ilgili ayette (Bkz. Ahzap, 56) “salat” kelimesi Allah için kullanıldığında farklı, melekler için kullanıldığında farklı, insanlar için kullanıldığında farklı anlamlara gelmektedir. Her “salat” gördüğümüz yere “namaz” diyemeyiz. Nasıl burada “yusallune” kelimesini görüp haşa “Allah namaz kılıyor” diyemiyorsak “halik” kelimesinin insana nisbetini gördüğümüzde de “yaratıcı” diyemeyiz. İşte bundan dolayı âlimleriz de genellikle bu anlamı vermemişlerdir.

Kur’an’da yaratma kavramı ile ilgili doktorası olan Prof. Dr. Veli Ulutürk hoca ile yapmış olduğum telefon konuşmasında kendisi yaratmanın Allah’a mahsus olduğunu, insanlar için “yaratıcı” ifadesinin kullanılmaması gerektiği söylemişti. Veli Ulutürk hocanın “Kur’an’da Yaratış Kavramı” adlı kitabında Saffat Suresi 125 ve Mü’minun Suresi 14. ayetlerindeki “ahsenü’l-hâlikīn” ifadesi hakkında şu izahlara yer verilmektedir.

“Kelime manâsıyla ‘Yaratanların en gü¬zeli’ demek Allah’tan başka yaratıcılar bulunduğu şeklinde yanlış anlamalara yol açmıştır. Bilhassa Mu’tezile firkası ‘kul fiilinin halikıdır’ iddialarına bu âyetle de bir mesnet bulmaya çalışmış¬tır. Hâlbuki yukarıda “halk” kelimesinin mânâlarını izah eder¬ken Allah hakkında bu kelimenin hangi mânâları ifade ettiğini belirtmiştik. Arapça’da ism-i tafdil, bazan hükmü, zikredilen iki şeyden birine isbat edip öbüründen selb etmek mânâsını ifade eder. Cennetlikler ve cehennemlikler mukayese edilirken “O gün cennet halkının kalacakları yer, daha iyi, dinlenip safa sürecekleri yer daha güzeldir” mealindeki (Furkan. 24) âyette ‘ahsenu makilâ’, ‘hayrun mustakarra’ tabiri kullanılır. Bundan cehenne¬min de aynı vasıfları daha az olarak taşıdığı anlamı çıkmaz. Bilâ¬kis cehennemden bu vasıfları tamamen sebedip cennete verdiği anlaşılmaktadır. Çünkü cehennemin azap yeri olduğu pek çok âyetlerle bildirilmiştir. ‘Daha güzel’ tabiri burada mukayese edilen cehennem ve cennetten, cennetin daha üstün olduğunu ifade etmemektedir. Bir kimse ‘Bal sirkeden daha tatlıdır’ der¬ken, sirkeye de bir miktar tatlılık mânâsı vermiş olmaz. Maksat tatlılığı sirkeden tamamen selbedip bala vermektir. Allah’tan başka yaratıcı olmadığına göre burada ge¬çen ‘halikın vasfı’ bu kökün başka mânâlarını ifade etmektedir. Halk kelimesinin takdir mânâsı bulunduğuna göre, ‘ahsenu’l-hâlikîn’ ahsenu’l-mukaddirin {takdir edenlerin en güzeli) de¬mek olabilir.”

Bediüzzaman Said Nursi de Risalelerinde ‘ahsenu’l-hâlikîn’ kelimesi hakkında; “Bu nevi kelimeler sizin anladığınız gibi değil” diyerek iki sayfa izah yapmaktadır. Kısaca bu konuda şöyle demektedir:

“Kur’ân baştan başa tevhidi ispat ettiği ve gösterdiği için, bir delil-i katîdir ki; Kur’ân-ı Hakîmin o nevi kelimeleri sizin fehmettiğiniz gibi değildir. Belki, Ahsenü’l-Hàlıkîn demesi, ‘Hàlıkıyet mertebelerinin en ahsenindedir’ demektir ki, başka hàlık bulunduğuna hiç delâleti yok. Belki, hàlıkıyetin, sâir sıfatlar gibi, çok merâtibi var. Ahsenü’l-Hàlıkîn demek, ‘Merâtib-i Hàlıkıyetin en güzel, en müntehâ mertebesinde bir Hàlık-ı Zülcelâldir’ demektir. Ahsenü’l-Hàlıkîn gibi tâbirler, hàlıkların taaddüdüne bakmıyor; belki, mahlûkıyetin envaına bakıyor. Yani, “Herşeyi, herşeye lâyık bir tarzda, en güzel bir mertebede halk eder bir Hàlıktır.” Nasıl ki, şu mânâyı, “Ahsene külle şeyin halegahü/ O her şeyi en güzel şekilde yarattı.” (Secde Sûresi: 7.) gibi âyetler ifade eder.” (Sözler, 32. Söz, s.569)

Yukarıdaki izahlardan anlaşıldığına göre Arapçada ism-i tafdil ile kıyaslanan iki şeyden birisinde kıyaslanan vasıf hiç olmayabileceği için “ahsenül halıkîn” ifadesi “en güzel şekilde yaratan” anlamına gelmektedir. Zaten bu sözün ilk muhatabı olan sahabiler de bundan haşa Allah’tan başka yaratma vasfına sahip kimselerin olduğunu anlamamış, yaratmanın en güzel şekilde yapıldığını anlamışlardır. Sonraki zamanlarda zihinler kirlenince, yanlış düşünce tarzları yaygınlaşınca, bu izahların yapılması da elzem olmuştur. Çünkü Kur’an’ın bir bulmaca kitabı olmadığını bilen bir Müslüman bu ayeti; “Allah en güzel şekilde yaratmıştır” şeklinde anlayacak ve geçecektir.

Tehlikeli yaklaşımlar

Böyle yapmayıp ayetleri gönderiliş gayesinden ayrı düşünerek felsefi düzleme çekmenin bir takım sıkıntıları da bulunmaktadır. Nitekim tarihte “yaratma” konusunda mutezile Ehl-i Sünnet’ten ayrılmış ve insanın yaptıklarından sorumlu olabilmesi için fillerinin yaratıcısının da kendisi olması gerektiğini savunarak imanî açıdan çok tehlikeli bir viraja girmiştir. İnsana özgürlük vereceğiz derken, Allah’tan başka yaratıcılar tahayyül etme noktasına gelmişlerdir. İnsanın fiillerinin yaratıcısı olduğunu iddia etmişlerdir. Üstelik bu mutezilenin ilk sapkınlığı değildir. Şerrin yaratıcısının da Allah olmadığını iddia etmişlerdir. Oysa Cenab-ı Allah Saffat Suresi 96. ayetinde; “Sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı” buyurmaktadır. İnsanların fillerinin kimisi şer kimisi hayır olduğuna göre Ehl-i Sünnet hayır ve şerrin Allah’tan geldiğini söyleyerek mutezilenin tutarsızlığını ortaya çıkarmıştır.

Mutezilenin yaptığı gibi Allah’tan bağımsız bir yaratmanın olabileceğini tahayyül etmek insanı, imanî açıdan cidden tehlikelere sokabilecek bir düşüncedir. Bu bağlamda günümüzde bu kelimenin insana nisbetini savunanların hepsinin değil ama hararetli bir kısmının mutezili esintilerle bunu yaptığını söyleyebiliriz. Bu kimseleri agresif tavırlardan, tezyif etmelerden, muhataplarını aklı kullanmamakla suçlamalarından tanırsınız. Maalesef günümüzdeki mutezile mensupları tarihtekiler kadar dürüst değiller. “İmam-ı Azam da akılcıydı, Matüridilikte akıl ön plandadır” gibi lafların arkasına gizlenerek fikirlerini ortaya koymayı tercih ediyorlar. Yaratma kelimesini adeta bayraklaştırma derecesinde insana nisbet ediyor ve kendilerinde bir varlık hissederek bunu çok sık kullanıyorlar.

Konunun felsefi düzlemde ele alınmasının sakıncalarından bahsederken felsefecilerin tamamını zan altında bırakmak istemiyoruz. Meseleyi felsefeye yatkın meşreplerinden dolayı felsefi düzlemde ele alanlar ve bu konuda kafası karışık olanlar da vardır. Bu gruptakilerin kimisi felsefi olarak konuyu bir yere oturtamamış; ya geleneksel olarak bu kelimeyi insana nisbet ederek kullanmamayı tercih etmiş ya da diğer görüşü benimseyerek kullanmıştır. Bir de uçsuz bucaksız bir tartışma alanına girip oradan çıkamayanlar vardır. Mesela tarihte “kün fe yekün” yani “Ol der olur” (Yasin, 82) ayeti üzerinde konuşurken; “Allah olmayan şeye ol der mi” gibi sorular soranlar olmuştur. Olmayan şeye yokluğa dönülüp de ol denilir mi gibi bir mantık yürütmüşlerdir. Allah yoktan mı yaratmıştır, vardan mı yaratmıştır? İnsanın fiillerini kim yaratmıştır? Vs. vs. Bu gruptakiler meşreplerinin galebesi ile bu konulara girdikleri için belki mazurdurlar.

Mealcilerin ve modernistlerin konuya bakışları ise birbirine benzer niteliktedir. Genellikle mevcudu yıkmaya yönelik bir refleksleri söz konusudur. Böyle düşünmeyenler ise onlara göre tutucu ve akıl düşmanıdır. Onlara göre bu konuda hassasiyet gösteren âlimler binlerce yıldır yanılmıştır, hocaların da bir şey bildiği yoktur, zaten onlar ne de olsa statükocudur. Müslümanların genel tutumlarının, tavırlarının, geleneklerinin de onlar için dini açıdan hiçbir önemi yoktur. Bu kimseler felsefi düşündükleri için ya da meseleyi birçok yönüyle inceledikleri için değil, geçmişe ve geleneğe dair her şeyden nefret ettikleri için yeni olan yaklaşımı sevimli görürler. Yaratma kelimesinin kullanımına da bu tarzda yaklaşırlar.

Bir de bu kelimeyi ideolojik saiklerle ve dini kaygıları olmaksızın kullananlar vardır ki onlar için dine dair bir açıklamanın hiçbir önemi yoktur. Bu kelime ile ilgili gelenekteki psikolojik duvarın yıkılması için ellerinden geleni yaparlar. Cumhuriyetin ilk yıllarında yöneticilerin yağcılığını yapan bir kısım şairler liderlerini “yaratıcı” olarak nitelendiren çok sayıda şiirler yazmışlardır. Yakın zamana kadar bu şiirlerin bir kısmı Edebiyat ders kitaplarında bulunmaktaydı. Bu ideolojinin mensupları, bu kelimeyi kendilerini müminlerden uzaklaştıran kâfirlere yaklaştıran bir inat ve refleksle bilinçli olarak adeta gözümüze sokarcasına kullanmaktadırlar.

Mutezilenin itikadî bir sapkınlıkla, ideolojik kesimin de Allah’ın yaratmasına inat edercesine bu kelimeye sarıldığı bir ortamda, bu kullanımın tamamen de masum bir kullanım olduğunu söylememiz doğru olmaz. “Yaratıcı” kelimesinin insana nisbet edilerek kullanılması en azından söyleyenin niyetine göre insanı dinsiz ya da günahkâr edecek ya da etmeyecektir. Mantık kitaplarında meşhur bir örnek vardır, bir kimse “bahar çimenleri yeşerti” dediğinde, bunu söyleyen kimse mü’minse bunu mecaz olarak kullandığına hükmedilir. Hakikatte çimenleri Allah yeşertmiştir ancak bu mecazen bahara nisbet edilmiştir.

Aynı prensibi “yaratma” kelimesine de işletecek olursak, dini hassasiyeti olan kimselerin kullanımı ile dini hassasiyeti olmayan kimselerin kullanımının eş değerde olmadığını söyleyebiliriz. İmanı olan kişinin kullanımı ile imanını yitirmiş kişinin kullanımı bir değildir. Birisi mü’min olarak kullanmakta, diğeri ise küçük dağları ben yarattım edası ile kullanmaktadır. Mü’min olan kimseler netice de “yoktan var etmeyi” kastetmemekte ve kelimeyi “yaratma” anlamı dışında varsaydığı diğer anlamları ile kullanmaktadırlar. Bu kelimeyi kullananların çoğu hakiki anlamı ile yaratmanın Allah’a mahsus olduğunu kabul etmekte ve mecazen kullandıklarını söylemektedir.

Mutedil yaklaşımlar

Bu durumu da dikkate olarak kelimenin insana nisbeti konusunda Ehl-i Sünnet çizgisinde üç mutedil görüş olabileceğini düşünüyoruz.

1. Ehl-i Sünnet çizgisinde olup, yaratmanın Allah’a mahsus olduğuna dair ayetleri delil getirerek insanın yaratmasının söz konusu olmayacağını söyleyerek, bu kullanımın caiz olmadığını söyleyenler. Bu gruptakiler “yaratma” kelimesinin insan için kullanımının Allah korusun çok tehlikeli bir şey olduğunu söyler ve bu kullanımın önünü kapamak için buna caizdir demezler. Bu gruptakilerin geleneğe bağlılıktaki hassasiyetleri çok yüksektir. Bu görüşü savunmalarındaki bir diğer neden de başlangıçta masum olarak kullananların ileride kendisinde varlık hissederek kullanmalarının önüne geçmektir. Bu konudaki tavırlarını belirlerken mutezileye sapma tehlikesini de dikkate alırlar.

2. Ehl-i Sünnet çizgisinde olup, “halq” kelimesinin Ku’an’da insana nisbet edilerek kullanılmasından dolayı kullanımın caiz olduğunu fakat yine de kullanmamanın daha güzel olduğu söyleyenler. Bu görüşte olanlar kendileri bu kelimeyi insana nisbet ederek kullanmadıkları gibi insanları da bu kullanımdan sakındırmaktadırlar. Kullanana “haram işlemiş” demezler ama kullanılmasını da tercih ve tavsiye etmezler. Geleneğe yakın bir tavır sergilerler. Bu gruptakilerin çoğunun yaklaşımı mutedildir. Günümüz ilahiyat ve diyanet mensuplarının birçokları bu görüştedir.

3. Ehl-i Sünnet çizgisinde olup, ikinci maddedeki gerekçelere ilaveten “yaratma” kelimesinin mecaz anlamı ile insana nisbet edilerek kullanılmasında hiçbir sakınca olmadığını söyleyenler. Bu görüştekiler Allah’ın hakiki manada yaratıcı olduğundan şüphe etmezler ve bu kelimenin “yoktan yaratma” anlamı dışında kullanılmasında da bir mahsur görmezler. Fakat yeri geldiğinde kullanır, pek sık da kullanmazlar. İkinci görüşten farkı olarak kullanılmasını teşvik ederler. Dış etkenlerden dolayı değil Kur’an’daki delillere dayanarak bunu söylerler. Bunlar da usul dâhilinde meseleye yaklaştıkları için mutedildirler.

Sonuç olarak şunu ifade edelim ki bu konudaki gelenekteki hassasiyetin yerinde olduğunu, kelimenin insana nisbet edilerek kullanılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Özellikle günümüzde bu hassasiyet daha da anlamlı hale gelmiştir. Çünkü modern insan icat ettiği teknolojiden tutun genetik kopyalamasını yaptığı canlılardan bahsederken bile yaratma ifadesini tercih etmektedir. Kimileri de bu kelimeyi “on yılda on beş milyon genç yarattık” diyerek ideolojilerine alet etmektedir. Bütün bu endişelerden dolayı bu kullanım bizce de hoş karşılanmamaktadır.

İşin caiz olup olmaması meselesine gelince her ne kadar Kur’an’daki istisnai kullanımlarda bu kelime insana nisbet edilse bile istisnaların değil Kur’an’ın genel üslubundan bu kelimenin Allah’a nisbet edildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Müslümanlar olarak bizler de bu kelimeyi sadece Allah’a nisbet etmeye devam etmeliyiz. Fakat istisna bile olsa bu kullanımın dil açısından caiz olduğu anlaşılmakta olduğundan ikinci görüşe yakın olduğumuzu söyleyebiliriz.

Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com

İlim Hazinem ↗

Ehl-i Sünnet usulüne uygun yazılmış ilmî makaleler okumak için tıklayın

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İz bırakan mal müdürü Neşet Özerdem

Bir mal müdürü düşünün, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapmış ve her gittiği yerde iz bırakmış. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.