Bereketin sırları…

Allah’ın güzel kulları Yüce Allah’ın verdiği nimetleri kendilerine aitmiş gibi hissetmezler. Her şeyin Yüce Allah’ın mülkü olduğunu bilir, kendilerini de birer emanetçi olarak görürler. Bu bilinçle ellerindeki emanetleri insanlarla paylaşır ve insanlara her fırsatta iyilik yapmaya çalışırlar. Yüce Allah da onlar üzerindeki nimetlerini arttırdıkça artırır. Bu artırma işlemine ”bereket” adı verilir.

Bazı insan zengindir, cimrilik duygusunu yener ve maddi imkânlarını paylaşır; Cenab-ı Hak da ona çok büyük hayırlar yapmayı nasip eder. Nerede hayırlı bir iş var, onu orada görevlendirir. Böylece hem maddi hem de manevi berekete nail olur. Şu ayet-i kerimede bu berekete işaret edilmektedir: “Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tanenin bulunduğu yedi adet başak çıkaran bir tohum tanesi gibidir. Allah dilediğine katlayarak verir, Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir.” (Bakara, 261)

Nefis ise daima cimriliği emreder. Cimriyi Allah sevmediği gibi insanlar da sevmez. İnsanların gönüllerinde yer eden insanların tamamı cömert insanlardır. Ebu Hüreyre radıyellahu anh’den rivayet edildiğine göre İki Cihan Güneşi Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Her Allah’ın günü iki melek iner. Bunlardan biri ‘Allah’ım! Malını verene yenisini ver!’ diye dua eder. Diğeri de: ‘Allah’ım! Cimrilik edenin malını yok et!’ diye beddua eder.”(Buhar, Zekât 27; Müslim, Zekat, 57)

Bereketli hayatlar

Bu hadis-i şerifte bahsedilen birinci meleğin duasını alan güzel insanlardan birisi de Ordu’nun gönül zenginlerinden, -aynı zamanda İhramcızade Hazretleri’nin de müridi olan- merhum Hacı Ali Eriş Efendi’dir. Biz bu müstesna şahsiyetleri hatırlamak ve hatırlatmakla onlardaki feyizlere de bir nebze ortak olmuş oluyoruz. Onların tatlı hatıraları yazılarımıza da can katıyor. 28 Şubat sürecinde öğretmenlik yapan Recep Uzun Hocamız onunla ilgili bir hatırasını şöyle anlatıyor: 

“28 Şubat’ın karanlık planlarının uygulandığı kara günlerde eskiden 2250 öğrencisi olan Fatsa İmam Hatip Lisesi’ne iki sene hiçbir talebe gelmemiş, tek bir sınıf açılmamıştı. Sınıflar boşalmış koskoca okul, bal arısı kaçmış boş kovana dönmüştü. Zamanın yerel televizyon kanalı okuldaki boş sınıfları gösterip yetkilileri okul binasının devri için harekete geçirmeye çalışıyordu. Hatta üniversiteye devri için heyetler gelmeye başlamıştı bile…

O günlerde köy köy dolaşıp -kız erkek fark etmez- yatılı sözü vererek öğrenci arayışına girmiştik. Okulun zaten erkek öğrenci yurdu vardı, kapasitesi de 250 öğrenciye rahatlıkla yeterliydi. O yıl 150 öğrenci kaydı yapıldı, bunların 60 tanesi kız öğrenci. Bunun için üç katlı bir ev bulundu. Barınma yükü bizlere kalınca Ali Eriş Abi‘ye telefonla ulaştım. Hatırladıkça burnumun direği sızlıyor.

Ondan sadece ekmek ihtiyacı için destek istemiştim. Diğer ihtiyaçlar için ilçemizin hayır sahipleri elimizde tutmuştu. O günün şartlarında 110 çuval unu bir kamyona yükleyip bize gönderdi. Bir fırınla anlaşıp ekmek yaptırdık. Çocukların ekmek ihtiyacı Ali Eriş Abi’nin himmeti ile giderilmiş oldu. Sanki çölün ortasında ölümü beklerken suyu bulmuş olduk. O günkü sevincimiz unutulacak gibi değildi.”

Elindeki bütün imkânları seferber ederek mü’minlerin sıkıntısını gideren bu güzel insana nasıl bu kadar zengin olduğu sorulduğunda şu esprili cevabı vermiş: “Ben verdim Allah verdi. Ben verdim Allah verdi. Onunla yarış olur mu? O daha çok verdi. Sonuç böyle zengin oldum.’’ Onun bu latif cevabında da bereket kavramının sırrına işaret edildiğini görüyoruz. İşte infakın bereketi, işte iyilik yapmanın güzelliği…

Ağlatan infak

İnfakın güzelliğine dair bir başka hatırayı merhum Prof. Dr. Bekir Topaloğlu Hoca anlatıyor: “1972- 1978 yılları arasında bir grup esnaf arkadaşla Kur’an dersi yaptık. O aralar Anadolu Yakası’nda ikinci bir İmam Hatip Okulu yaptırma arayışına girmiştik, arsa arıyorduk. Birkaç yere baktık ama beğenmedik. Üzüldük neredeyse umutsuzluğa kapılacaktık ki iş adamlarından Ahmet Sani Gezici Bey beni bir kenara çekti ve dedi ki: ‘Hocam benim Acıbadem’deki arsamın bir kısmını kendime ayırsam sonra da geri kalanı bu İmam Hatip Okulu projesine versem olur mu?’

Ben de; “İmar açısından uygun mu hem sen oraya ev yapıp satmayı düşünüyordun?’ dedim. O da başka yerlerde de arsası olduğunu, onları oralarda değerlendireceğini ve bu teklifinin kabul edilmesini çok arzu ettiğini belirtti. Ben de diğer arkadaşları da çağırıp durumu anlattım. Hep beraber o kadar çok sevindik ki birbirimize sarılıp ağladık.

Sonra Ahmet Sani Bey ile baş başa kalınca bu fedakârlığında nereden etkilendiğini sordum Kur’an meali çalışırken “Sana Allah yolunda servetlerinin ne kadarını harcayacaklarını sorarlar. De ki ihtiyaçtan fazlasını.” (Bakara, 119) mealindeki ayeti okuyup düşündüğünü ve anlattığı gibi hesabını yaptığını ifade etti.” (Prof. Bekir Topaloğlu, Günlerim Böyle Geçti, 118)

Darlıkta infak

Zengin, var ki infak ediyor, peki ya fakirin infakı? İnfak o kadar güzel bir amel ki şu ayet-i kerimeden fakirin de bu güzel ibadetten nasibi olduğu anlaşılıyor: “O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için infâk ederler; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da, (bu şekilde davranan) ihsan sahiplerini sever.” (Âli İmrân, 134) Bu ayette ifade edilen infak etme, öfkeyi yutma ve affetme gibi faziletleri hayatının merkezine alan gani gönüllü insanlardan merhum Ahmet Ziylan Bey, bir müftüden dinlediği hatırayı onun ağzından şöyle anlatıyor: 

Anadolu’da bir ilçede müftüydüm. Günlerden cumartesi. Kazanın pazarı da o gün kurulur. Daireler kapalı. “Evde oturacağıma, müftülüğe gideyim” dedim. Daireye vardım, bir çay demledim, camdan dışarı bakıyorum. Bahsettiğim pazar, müftülüğün biraz ilerisinde kurulur. Kimi almaya, kimi satmaya, herkes pazara geliyor. Kalabalık. Müftülüğün karşısında bir bakkal var. Ben camdan ilçenin cumartesi günlerine mahsus bu hareketli vaziyetini seyrederken, lüks bir otomobil gelip, bakkalın önüne park etti.

Bakkal bir hışımla çıktı; “Yok, arkadaş dükkânın önüne park etme!” dedi. Zaten pazarın kurulduğu gün olduğu için, bakkala giden gelen yok. Bir de dükkânın önü kapanacak diye adamcağız iyice asabîleşti. Arabanın sahibi de haklı; “Yahu burada park yasağı mı var? Niye park etmiyormuşum?” diye çıkıştı. Baktım gereksiz bir münakaşa çıkacak. Hemen indim, arabanın sahibine; “Arkadaş, bugün ilçenin pazarı var. Gelen- giden çok. Bakkal belki satış yaparım diye dükkânın önü kapansın istemiyor. Burada arabana zarar gelmesin. Müftülüğün bahçesinde müsait park edecek yer var. Ben kapısını açayım, oraya koy” dedim. “Olur” dedi.

Arabayı park ettikten sonra; “Yukarıda çay demledim, tek başıma içiyorum, istersen buyur birlikte içelim” dedim. “Olur, içelim.” dedi. Teşekkür etti. Yukarı çıktık. Bir yandan çaylarımızı içiyor, bir yandan tanışıyor, konuşuyorduk. O sırada müftülüğün kapısı açıldı. İçeriye elleri titreyen yaşlı bir hanım girdi. Elinde tek sıra dizilmiş bir tabak incir. “Oğlum, müftülüğün kapısını açık gördüm de içeri girdim. Kusura bakmayın. Ben bu incirleri bizim bahçeden topladım. Pazara satmaya götürüyorum. Parasını da sana getireceğim bir kız Kur’ân kursu yaptırırsınız diye…”

Bir tabak incir… 1 kilo ya gelir, ya gelmez. Kilosu 5 lira olsa… Al sana 5 lira… Kur’ân kursu yaptırmak için onu getirip hayır olarak müftülüğe verecek… Duygulandırıcı bir samimiyet, niyet ve arzu… Ben dondum kaldım. Misafirim de duygulandı. Hanıma dedi ki: “Kaça satıyorsun?” Kadıncağız, mütevekkil; “Ne verirseniz?” dedi. Adam da coştu: “Peki, bir Kur’ân kursu yaptırmaya verir misiniz?” Yâ Rabbî! Bir tabak incir ile bir Kur’ân kursu… Adam bu güzel niyeti gerçekleştirmek için harekete geçti. O kadıncağızın arzusu gerçek oldu…

Siz ne derseniz deyin, bunun adı samimiyetten başka bir şey değil. Samimiyetle, ihlâsla istersen; Mevlâ’m karşılığını hemen, fazlasıyla verir. Verir ammâ rahmetin yağması için birtakım şartlar da meydana gelecek. Müftünün cumartesi dairesine gelmesi, çıkıp adamla ilgilenmesi, bir münakaşaya mâni olması, adamı yukarıya davet edip çay ikram etmesi… Bunun üzerine o bir tabak incir ile Rabbim vesile kılmış. O kadıncağız, istemiş, gönülden arzu etmiş. “Benim ne imkânım var ki?” diye düşünmemiş. “Bir tabak incirden ne olur…” dememiş. Onu toplamış. “Bana gülerler…” dememiş, yola koyulmuş. Bunlar hep bereketin sırları… (Ahmet Ziylan, Yüzakı Dergisi, Ocak 2016)

Yaşanmış bu güzel hikâye, bir tabak incirle bile olsa infak etmenin nasıl bir bereketle Kur’an kursu yaptırmaya kadar gidebileceğini gözler önüne seriyor. Cenab-ı Hak bizlere infak etmeyi sevdirsin. Nefsimizin cimriliğinden bizleri muhafaza eylesin.

Aydın Başar/ Somuncubaba Dergisi

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir yorum

  1. Var ol,sağ ol

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.