Tarihselliğin ortaya çıkışı hakkında farklı farklı görüşler olmakla beraber Hıristiyan kaynaklarını modern insana daha anlaşılır ve rasyonel bir zarf içerisinde sunmayı amaçlar. İçerisinde misyonerlik faaliyeti de vardır. Kiliseye hizmet etmektedir ve misyonerler tarafından desteklenmektedir. Esefle belirtelim ki Hıristiyanların kendi dinleriyle ilgili ortaya koydukları bu anlayış ülkemiz ilahiyatçıları tarafından bir dönem yaygın olan moda anlayışla ve hararetle savunulmuştur.
Verili dünya sistemine dinin alternatif üretmemesi amaçlanmaktadır. Batı insanlık ailesi içerisinde yer alabilmesi için İslâm’ın evrensel mesajlarından vazgeçmesi ve Batılı kurumlarla hesaplaşmaya girmemesi, tarihselcilik içerisinde Müslümanlara dayatılmıştır. Müslüman toplumlarda ithal edilen tarihselliğin temelinde İslam’ı tarihe hapsetme ve günümüz olaylarına “İslam’ın bir şey söylemediğine inanma/ inandırma” düşüncesi vardır.
Haddi aşıyorlar
Türkiyeli ilahiyatçı tarihselciler çok daha ileri giderek lisans ve lisansüstü çalışmalarda; “Kur’an bize hiçbir şey söylemiyor” iddiasında bulunmuşlardır. Doktora derslerinde takip ettiğimiz Tevbe Suresi’nin hitamında ilgili akademisyenin; “İşte gördüğünüz gibi Kur’an bize bir şey söylemiyor” diyerek ayetleri 610-632 yılları arasına mumyalaması imandan ve ilimden yoksun bir yaklaşımdır.
Hayatın anlamlandırılmasını vahiy dışı sistemlere bırakan bu yaklaşım, Müslümanların iç dinamiklerini; imanlarını, ibadetlerini, İslâm’ı bir hayat tarzı olarak görmelerini, moderniteye karşılık alternatif bir medeniyet inşa edebilmelerini ve ilmi kurumlarını çökerttiği gibi, dünya finans sistemi merkezli liberal siyaset anlayışına da sınırsız bir iktidar ve meşruiyet alanı tanımıştır.
Unutmayalım ki surelerin ve ayetlerin iniş sebeplerini bilmek Kur’an-ı Kerim’i doğru anlamaya vesile olur. Hâl böyleyken, esbabı nüzulü mutlaklaştırmak suretiyle tefsiri sadece bundan ibaret bilmek ayetleri tarihe hapsetmeye neden olabilir. Tarihte bu hataya düşen müfessirler de olmuştur. Mesela; faizin, içkinin, hırsızlığın, fuhşun, tesettürün, kâfir velayetinden kaçınmanın, toplumda fitne çıkarmanın vb. hükümlerini ve neticelerini sadece bu ayetlerin iniş sebebine odaklayıp mutlaklaştırmak kötü niyetle olmasa da bir tür tarihsel anlamaya götürebilir.
Bu bağlamda tefsiri sadece “Esbab-ı nüzul ilmini bilmek” diye ifade eden anlayışı tutmadığımızı belirtmek isteriz. Esbab-ı nüzul, vahyi doğru anlamaya yardım eden unsurlardan sadece birisidir. Makasıt için de benzer şeyler söylememiz mümkündür.
Sahabenin reddiyesi
Tarihselciliği reddiye konusuyla ilgili rivayet kitaplarında Huzeyfe bin Yeman’dan şöyle bir olay nakledilir. Hazreti Huzeyfe’nin rivayetini çok önemsiyoruz. Kibar-ı sahabeden olduğu için Peygamber Efendimiz’in bakışını yansıtması muhtemeldir. Zaten bu nedenle olay hadis kitaplarında yer almıştır.
Şöyle ki; “Huzeyfe adıyellahu anh’ın yanında Maide Suresi’nin 44. ayetiyle ilgili bir görüş beyan edilmiş ve ayetin sonundaki ‘Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle amel etmezse onlar kâfirdirler’ buyruğuna gelince orada bulunanlardan birisi; “Bu ayet Yahudiler hakkında indirildi”, demiştir. Bunun üzerine Hazreti Huzeyfe radıyellahu anh, “Bu İsrail oğulları sizin ne güzel kardeşleriniz. Kur’an’dan güzel bir şey/müjde nazil olursa size; herhangi bir uyarı/tehdit nazil olursa onlara. Bu ayet bizler hakkında inmiştir. Hayır! Allah’a yemin ederim ki siz ayak bağlarınıza kadar”8 Yahudileri körü körüne taklit edeceksiniz “9 buyurmuştur.
Hazreti Huzeyfe, demek istiyor ki aynı durumlar sizin aranızda da meydana geldiğinde ayetteki hükümler sizin için de geçerlidir. Ayetin ifade ettiği hüküm, illetler aynı olduktan sonra neticenin herkesi bağlayacağıdır. Kısacası Huzeyfe radıyellahü anh ayetin ifade ettiği hükmü işletmek istemeyip tek bir olayla ayeti dondurmak arzusundaki kişinin kötü niyetini sezip yukarıdaki açıklamayı yapmıştır. Böylece ayetleri tarihe hapsetmenin ve evrensel hükümler çıkarmamanın, ictihada kaynak yapmamanın doğuracağı yanlış sonuçları, bir sahabi olarak ortadan kaldırmaya çalışmıştır.
İbretli cevap
Aynı ayetle ilgili İbni Abbas’tan da şu nakil yapılmıştır: Maide Suresi’nin 44, 45 ve 47. ayetleri kendisine okunup ayet sonlarındaki; “…Allah’ın indirdiği hükümlerle amel etmeyenler; kâfirler, zalimler ve fasıklardır” ifadeleri hakkında birisinin, “onlar Ehli Kitap içindir” demesi üzerine İbni Abbas, ayetin tarihselleştirilmesine karşı çıkmış ve O da Hazreti Huzeyfe gibi şu cevabı vermiştir:
“Bu Ehli Kitap ne hoş insanlarmış! Kur’an’da müjdeli bir şey olunca size, acı ve azap içerikli bir şey olunca onlara öyle mi? Unutmayın! Kim ki Allah’ın bir hükmünü inkâr edecek olursa küfre girer.” Kur’an’ın en büyük müfessirlerinden İbni Mesud da; “Bu ayetler Yahudiler ve Hristiyanlar dahil herkes hakkında umumidir” demiştir.10
Peygamberimizin eğitim ve öğretiminden geçen sahabenin, ayetlerin tarihselleştirilmemesi bağlamında bakış açılarını yansıtan önemli örneklerden biri de Abdullah bin Abbas’ın Maide Suresi 63. ayete bakıştır. Önce ayeti hatırlayalım: “Peki, (başlarındaki) din âlimlerinin ve hahamların, onları günahkârca söz söylemekten ve haram yemekten alıkoymaları gerekmez miydi? (Fakat onlar görevlerini yerine getirmediler, kötülük karşısında susarak onu desteklemiş oldular. Gerek önderlerinin, gerek kendilerinin) yaptıkları şey ne kötüdür! ”11
Bu ayete sure bütünlüğü içerisinde bakacak olursak Yahudi ve Hristiyanların din bilginlerine görev alanlarıyla ilgili hatırlatmalar yapıldığını görürüz. Ayetteki “errabbaniyyune velahbar” kelimeleri de buna delalet etmektedir. Tercüman’ul Kur’an Abdullah bin Abbas, bu iki kelimeye; “fukaha ve ulema” anlamları vermiştir. Böylece ayeti tarihselleştirmemiştir.
Tarihi açıklama
Ayrıca bu ayetin mesajından hareketle şu tarihi açıklamayı yapmıştır: “Kur’an’da, ulema için bu ayetten daha dehşetli, kınayıcı ve uyarıcı olma bakımından başka bir ayet yoktur.”12 İbni Abbas bu yorumuyla ayetteki uyarının bütün zaman ve mekânlar için geçerli olduğunu işaret etmiştir. Tarihselciliğe reddiye bağlamında şu olay da oldukça ilgi çekicidir:
Zeyd bin Vehb, Rebeze’ye vardım ve Ebu Zer radıyellahu anh’a, Tevbe Suresi’nin 34. ayetinin Müslümanlar hakkında inmediğini söyledim. Ayet şöyledir: “Ey iman edenler! Doğrusu, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yemeyi ve (bu din sömürüsünün devam edebilmesi için, gerçek dini araştırıp öğrenmek isteyen insanları) Allah’ın yolundan alıkoymayı alışkanlık edinmişlerdir. (O hâlde, gerek bu gibi din adamları, gerek başkaları olsun) altını ve gümüşü biriktirip yığan ve onlardan gerektiği kadarını Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara can yakıcı bir azâbı müjdele!”13
Ayetteki ana mesajın sermaye biriktirip sonra da fakirlerin haklarını vermeyenlere ve sermayelerini Allah yolundan insanları engellemek için kullananlara tehdit olduğunu bilen Hazreti Ebu Zer radıyellahü anh; “Bu ayet hem bizim hem de Yahudiler hakkında indirildi” diyerek sebep hususi olsa da hükmün umumiliğine dikkat çekmiştir.14
Hazreti Ebu Zer’e aynı itirazı Şam’da Muaviye bin Ebî Süfyan da yapmış, Ebû Zer ona da aynı cevabı vermiştir.15 Her iki rivayette iki büyük sahabiden rivayet edilmiştir. Kaynaklar ilk dönem müfessirlerinin eserleridirler. Mücahid’in (ö.h: 104) İbni Abbas’ın talebesi olduğunu düşünecek olursak, kaynak Resulullah’a en yakın dönemde tedvin edilmiştir. İdeal tefsir kaynağıdır.
Mesaj evrenseldir
Tarihselliğe reddiye bağlamında Abdullah bin Abbas’tan gelen şu rivayette oldukça önemlidir: “Hırsıza verilecek cezayı muhtevi Maide Suresi’nin 38. ayetiyle ilgili; hüküm umumi mi? Yoksa husussi mi?” diye sorduklarında, İbni Abbas; “Umumidir” cevabını vermiştir.16 Bu bakış ahkâmın evrenselliği ile ilgili oldukça önemlidir. Kanaatimize göre sahabe bu bakışı vahyin bizzat kendi gönderiliş amacından ve Resulullah’ın bakışından çıkarmıştır.
Yukarıdan beri tüm rivayetleri göz önünde bulundurursak şu hakikati bilmemiz gerekir. Kur’an-ı Kerim; Peygamberimizin hayat tarzı ve ‘ahlakıdır.’17 Resulullah dünyaya Kur’an ile anlam vermiş ve hayatını onunla anlamlandırmıştır. O’ndan nasıl yaşanacağını öğrenen sahabenin davranışlarıdır. Çünkü sahabe, Peygamber’den onar ayet alıp yaşamak suretiyle vahyi hayatlarında ameli hale getirmişlerdir.18 Peygamber’den, ayetlerden nasıl yararlanacaklarını ve ayetlere nasıl yaklaşacaklarını talim etmişlerdir.
Bütün bunlardan sonra söylenecek olan şey, Kur’an hakkındaki bilgilerimizi Kur’an’ın kendisine nazil olduğu Peygamber Efendimiz’den ve sahabilerden ve istikamet üzere hareket eden nebevi ulemadan almak gerekir. Usul bilmeyenlerden, kaynakları tanımayanlardan, dile hâkim olmayanlardan, dini ilimlerde derinleşmeyenlerden, istikametten sapanlardan, bilgiyi zalimlerin egemenlikleri için kullananlardan, ayetleri peygamber tefsirini kabul etmeden yorumlayanlardan, Kur’an’ı tarihe mumyalamak isteyenlerden ve bidat ehlinden Kur’an ilimlerini öğrenmek kesinlikle doğru bir yaklaşım değildir.
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
DİPNOTLAR
8 Taberi, Camiu’l-Beyan, c.IV, s.593.
9 Hakim, Müstedrek, h.no: 3218, c.II, s. 342.
10 Zemahşeri, Keşşaf, c. I, s. 625.
11 Maide 5/63
12 Şevkani, Feth’u-l kadir, s. 475.
13 Tevbe 9/34
14 Mücahid, Ebu’l Haccac, Tefsir, Beyrut, 2005, s. 110
15 Hazin, Lübab’ü-t te’vil, c. II, s. 261.
16 İbni Kesir, Tefsir’u-l Kur’an’i-l Azîm, c. II, s. 52.
17 Müslim, Sahih, 6, Salatu’l-Misafir, 18, h.no:746, c.I, s.512.
18 Tahavi, Müşkilu’l-Âsâr, h.no: 1661, c.I, s.1661.
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.