Evrenle sürekli iletişim halindeyiz. Artı veya eksi kutupta sürekli evrene sinyal gönderiyoruz. Ya insan olduğumuzun idraki ile yaşadığımız çağa doğru sinyali gönderip değer katıyoruz, ya da bir radyasyon alanı gibi zararlı enerjiler yayıyoruz.
Her insanın özünde, insanlığı ayağa kaldıracak, bu dünya hayatını cennete dönüştürecek güzellikler, iyilikler olduğu gibi; bu dünya hayatını cehenneme çevirecek kötü duygular, ihtiraslar ve olumsuzluklar da vardır. Önemli olan, erdemli bir yaklaşımla olumsuzlukları frenleyerek ve güzellikleri, iyilikleri çoğaltarak hayatımızı inşa etmek…
Üzerinde yaşadığımız yer küresi, bütün bir insanlığı doyuracak kadar bir potansiyele sahiptir. Burada dikkat edilmesi gereken şey, ihtiraslarımıza tutsak olmadan, aklımızı ve yüreğimizi ortaya koyarak geleceğimizi inşa etmek…
Geleceği inşa ederken, erdem merkezli bir yaklaşımla, hilkatten kaynaklanan insan kardeşliğini ve inançtan kaynaklanan iman kardeşliğini esas alan bir perspektifle hareket etmek durumundayız.
Bir anekdot anlatılır: “Âlimlerden biri, talebesi ile gezerken, bir tarlanın yanındaki ağaçlardan birinin altında eski bir çift ayakkabı gördüler. Belli ki civarda çalışan birisinin ayakkabısıydı.
Talebe : “Hocam bu ayakkabıyı saklasak da, sahibi geldiğinde ayakkabısını bulamayınca, o anki halini seyretsek, ne dersin? ” dedi.
Hocası: “Sevincimizi başkalarının üzüntüsü üzerine kurmak doğru değildir. Gel şöyle yapalım; sen zengin bir ailenin çocuğusun, bu ayakkabının içine bir miktar para bırak, sahibi gelip bunu gördüğü zamanki sevincini seyredelim” dedi.
Talebe bu teklifi daha güzel buldu ve adamın ayakkabısının içine bir miktar para koydu. Hocası ile görünmeyecek şekilde bir ağacın arkasına saklandılar.
Bir müddet sonra, ayakkabının sahibi geldi. Elbiselerini değiştirdi, ayakkabısını giyerken içinde bir şey olduğunu fark etti. Baktığında bunun para olduğunu gördü. Bir müddet etrafına bakındı, hiç kimseyi göremeyince, dizleri üzerine oturdu ve ellerini açıp: “Ya Rabbi! Eşimin hasta, çocuklarımın aç olduğu Sence malumdur, verdiğin bu nimet için Sana sonsuz şükürler olsun” deyip gözyaşlarına boğuldu ve uzun bir süre ağladı. Bunu gören Hoca ile talebesi de gözyaşlarını tutamadılar…
Sonra Hoca talebesine döndü; “Bu ilk tekliften daha güzel olmadı mı, şu an daha mutlu değil misin?” dedi.
Talebesi; “Evet Hocam, daha sevinçliyim. Şimdi, daha evvel anlamadığım şu cümlenin manasını anladım: Verdiğin zaman, aldığın zamankinden daha mutlu olursun.”
Hocası dedi ki:
“Evladım! Güçlü ve haklı olduğunda affetmek vermektir. Yokluğunda kardeşine dua etmek vermektir. Haksız iken özür dileyebilmek vermektir. Başkasının ırzına kem gözle bakmamak vermektir. İnsanların gönüllerine sevinç ekmek vermektir.”
Sevincimizi başkalarının üzüntüsü üzerine inşa etmemek, varlığımızı başkasının yokluğu üzerine inşa etmemek, mutluluğumuzu başkasının mutsuzluğu üzerine inşa etmemek, aksine; sevincimizi başkalarının sevinciyle bütünleştirmek, varlığımızı başkalarının varlığıyla bütünleştirmek, mutluluğumuzu başkalarının mutluluğuyla bütünleştirmek esas olmalıdır.
Prof. Dr. Şemsettin Dursun/ İrfanDunyamiz.com