Allah’a isyan varsa sessiz kalmayınız

Müslümanların yaşadıkları çağın gidişatı hususunda sesiz ve etkisiz bir konum almaları düşünülemez. Çünkü Cenâb-ı Allah Müslümanlardan yaşadıkları toplumda hayra ve iyiliğe öncülük yapmalarını, kötülüklere de güçleri nispetinde engel olmalarını istemiştir. Bunun için de müminlere emr-i maruf ve nehy-i münker yapmalarını kesin olarak emretmiştir.

Maruf, Allah Teâlâ’ya taat, yakınlık ve insanlara iyilik anlamı taşıyan her söz, davranış ve tutumdur. Yüce dinimizin, işlenmesini teşvik ettiği bütün ameller bu kapsamdadır. Münker ise bunun tam zıddıdır. Allah Teâlâ’ya isyan, insanlara kötülük ve zarar anlamı taşıyan ve yüce dinimizin yasakladığı her söz, amel ve davranış münkerdir. (İbnu’l Esîr, En Nihâye, 3/216; Ebubekir Sifil, Müslümanca Bir Hayat İçin, s. 291)

İmanın derecesi

“İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran, 104) ayet-i kerimesinde bu görevi üstlenen bir topluluğa işaret buyurulurken, bunun yöntemini ise Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem üç aşamalı olarak şöyle açıklamıştır: “Sizden biriniz bir kötülük gördüğü zaman onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle onun kötü olduğunu söylesin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle o işi kötü görsün. Bu sonuncusu, imanın en zayıf derecesidir” (Müslim, İman, 20)

Bu hadis üzerine açıklama yapan âlimlerimiz dil ile uyarma görevinin özellikle âlimlere ait olduğunu vurgulamışlardır ki toplumda münker olarak görülen birçok fiilin yaygınlaştığı bir ortamda âlimlerin susmasından daha büyük bir felaket düşünülemez. İşte bu bilince sahip olan âlimlerimiz, zaman zaman; “Aman yanlış yapmayalım, Allah’ın gazabını celbedecek işlerden kaçınalım. Geçmiş kavimlerde olduğu gibi çeşitli belalara duçar olmaktan Rabbimize sığınalım” tarzında uyarılarda bulunurlar.

Nasihat dilinde elbette ki korkutmak ve uyarmaktan daha çok müjdelemek esastır. Allah Teâlâ’nın rahmeti her şeyi kuşattığı için (Bkz. Araf, 156) rahmeti önceleyen bir üslup ve merhameti ön plana çıkaran bir söylemin benimsenmesi elzemdir. Nitekim davette hikmet ve güzel sözün esas olması hususunda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel bir şekilde mücadele et.” (Nahl, 125)

Prensip olarak bunu benimsemekle birlikte zaman zaman Allah Teâlâ’nın gazabının da çok çetin olacağını hatırlamak ve hatırlatmakta fayda vardır. Çünkü Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde gazabından da bahsetmiştir. Bununla birlikte Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in sadece beşir/ müjdeleyici değil, aynı zamanda bir nezir yani uyarıcı olduğunu bildirmiştir. (Bkz. Fatır, 24)

Kur’an-ı Kerim’de Firavun ailesinden mü’min bir kimsenin halkını şöyle uyardığı bildirilmektedir: “Ey benim halkım! Bugün hâkimiyet sizindir, ülkede üstünlük sizdedir. Ama Allah’ın azabı bize gelip çatarsa, kim bize yardım eder?” (Mü’min, 29) Burada bu mü’min kimsenin Firavun’un sarayında olmasına rağmen bir risk alarak böyle bir uyarıda bulunması oldukça câlib-i dikkattir.

Uyarı ve ikazlar

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de toplumda kötülüklerden alıkoyma mekanizmasının canlı tutulmasına dair birçok uyarı ve ikazlarda bulunmuştur. Bir hadis-i şeriflerinde kasem etmek sureti ile konunun ehemmiyetini hatırlatarak şöyle buyurmuştur: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder kötülüğe engel olursunuz ya da Allah yakında umumi bir bela verir. O zaman dua edersiniz, fakat duanız kabul olmaz.” (Tirmizi, Fiten, 9)

Bir diğer hadis-i şeriflerinde; “Bir toplumun arasında bir kimse aleni olarak kötülükleri işler, o toplumun fertleri engellemeye gücü yeter ve buna imkân varken o kimseyi değiştirmezlerse, Allah Teâlâ o toplumun hepsini cezalandırır.” (Abdurrezzak, Musannef, Hadis No: 20723, c.XI, s.348; İbn-i Mace, Fiten, Hadis No: 4009, c.II, s.1329) buyurarak, umumi musibetlere ve kötülüklere karşı uyanık olmamız gerektiğini hatırlatmıştır.

Dikkat edilirse Peygamber Efendimiz insanları aydınlatırken gerçekleri en açık bir şekilde sahabelerine bildirmiştir. Öyle ki sahabeler kendisine çeşitli sorular yöneltmişler, Peygamber Efendimiz de aynı netlikte onlara cevap vermiştir. İbn Abbas radıyallahu anh’ın; “İçerisinde salih insanların bulunduğu bir belde halkı da helak olur mu?” şeklindeki sorusuna muhatap olan Peygamberimiz “Evet” diye mukabelede bulunmuş, sebebi sorulduğunda ise şöyle buyurmuştur: “Allah’a isyan edilmesi halinde sessiz kalmaları sebebiyle.” (Taberânî, el-Mu’cemu’l Kebîr, 11/270)

Bu hadis-i şerifle Cenâb-ı Allah’ın uyarı ve ikazlarını hiçbir şekilde üzerine alınmayan ve O’nun bazı buyruklarını gizleyen kimselere de bir mesaj olsa gerektir. Kuşkusuz ki onun bu net tavrı ilim ehli için de en güzel örnektir. Zira ilim ile iştigal eden kimselere ilmi eğip bükmek, gizlemek yahut yumuşatmak yakışmaz. Kur’an-ı Kerim’de çeşitli kuruntularla dinin bir kısmını gizlemenin Yahudi din bilginlerine ait bir gelenek olduğu bildirilmiştir. Cenâb-ı Allah böylesi kimseleri şöyle tehdit etmektedir: “Allah’ın indirdiği kitabın bir bölümünü gizleyenler ve onu az bir karşılık için satanlar yok mu, onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmayacak, onları arındırmayacak! Onlar için elem verici bir azap vardır.” (Bakara, 174)

Uyarma vazifesi

Emr-i maruf ve nehy-i münker konusunda Peygamber Efendimiz’den ders alan sahabe efendilerimiz de aynı net çizgiyi sürdürmüş ve kınayanın kınamasından korkmadan insanları uyarma vazifelerini devam ettirmişlerdir. Hazreti Ebu Bekir radıyallahu anh halka hitap ettiği bir konuşmasında insanların “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda iseniz, sapıtan kimse size zarar veremez.” (Maide, 105) ayetini yanlış anladığını söylemiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir:

“Ey insanlar! Sizler bu ayeti okuyor fakat yanlış anlıyorsunuz. Biz Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in; ‘İnsanlar zalimi görüp elinden tutmazlarsa, Allah’ın hepsini içine alacak umumi bir bela göndermesi yakındır’ buyurduğunu işittik. Yine ben Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: ‘Aralarında kötülükler işlenen bir toplum, bu kötülükleri bertaraf edecek güçte olduğu halde seyirci kalır, müdahale etmezse, Allah’ın hepsini saran umumi bir bela göndermesi yakındır.” (Bkz. Ebu Davud, Melahim, 17; Tirmizî, Fiten, 8; İbn Mace; Fiten 20; Ebubekir Sifil, Müslümanca Bir Hayat İçin, s. 242)

İşte ayet-i kerimelerin ve hadis-i şeriflerin net olarak çerçevesini çizdiği bu hakikatlerden dolayıdır ki tasavvuf ehli de bu konuya çok önem vermişlerdir. Evliyanın büyüklerinden Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin şu sözü bu konuda sufilerin bakışını özetler niteliktedir: “Tek başına emr-i bil maruf ve nehy-i ani’l münkerde bulunmak, bin kişiyle gizliye geçip ibadet etmekten benim için daha sevimlidir.” (Abdulkadir Geylani, İlahi Armağan, s. 299)

Aydın Başar/ Altınoluk Dergisi

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Sami Efendi’nin havlusunu tutardım…

Aile olarak Konya‘ya Bozkır’ın Kızılçakır köyünden 1947 senesinin Ekim ayında gelmiştik. Babam beni götürdü, Sultan …

Bir yorum

  1. Var ol,nur ol.Teşekkürler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.