Sayılı günler tez geçer…

Müdür yardımcısı iken bir gün kayıt döneminde, odamın önündeki koridorda bir Paşa’nın şapkası kolunun altında, endişeli bir şekilde tur attığını gördüm. Kapının önüne çıkarak; “Paşam hayırdır, sizi sıkıntıda görüyorum. Bir durum mu var? Buyurun odama bir kahvemi için” dedim. Sanıyorum rütbesi tuğgeneral idi. “Bu okulu methettiler diye ben çocuğumu buraya kaydettirmek istedim. Fakat okul aile birliği kayıtların dolduğunu söyleyerek kaydetmek istemediler” dedi.

“Paşam üzülmeyin, bir yolunu buluruz, her şeyin bir çaresi vardır” diye kendisini teselli etmeye çalıştım. Kahvelerimizi yudumlarken şöyle dedi: “Biz kelle koltukta, doğuda görev yapıyoruz, ben geçici görevle görevlendirildim. Göçümü ve çocuklarımı Ankara’da bıraktım. Fakat çocuğumuzu istediğimiz bir okula kaydettiremiyoruz, buna üzülüyorum” dedi.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı rustem-kilic-kimdir-kac-yasindadir-nerrlidir-biyografisi.jpg

Yardımcı oldum

Okulda kayıtlar başlamadan önce Müdür Bey nezaretinde, idareci arkadaşlar ve okul aile birliği yetkilileri bir araya gelip, “Okul idarecileri kendi çocuklarını ya da bir tanıdıklarının çocuklarını okula kaydettirme yetkisine sahip olacaklar” diye bir karar almıştık. Benim çocuklarım küçük olduğu için okula kayıt yetkim henüz boş duruyordu. Paşa’ya; “Sizin çocuğunuzu benim yetkimi kullanarak okula kaydedebiliriz” dedim. Paşa’nın elimi sıkıp, boynuma sarılarak bana çok teşekkür ettiğini gördüm. Ben de kayıt hakkımı, böyle bir vatan aşığı için kullanmaktan dolayı çok mutlu olmuştum.

Bana dönüp; “Hocam, siz askerlik yaptınız mı?” diye sordu. Ben de artık 33 yaşındaydım, önümüzdeki yıl askerliğimi mutlaka yasal sınırlar içinde yapmam gerektiğinden o yıl asteğmenlik sınavına girmiştim. Bu durumu Paşa’ya; “Hayır paşam, henüz askerliğimi yapmadım. Fakat seneye mutlaka yapmam gerekiyor. Bu yıl da sınava girdim, sonucu bekliyorum” diyerek izah ettim.

Müdür yardımcılarının odasında dâhili telefon vardı. Bana okuldan dışarıyı arayabileceği bir telefon olup olmadığını sordu. Hemen yanı başımızda müdür başyardımcısı odasında telefon olduğunu söyledim. Bana nerede askerlik görevimi yapmak istediğimi sordu. Ben de; “Paşam, ülkemizin her tarafı bizim, nerede olsa Allah’ın izniyle görevimizi yaparız” dedim. Ben ona karşılıksız olarak iyilik yapmıştım fakat Paşa bazı arkadaşlarını arayarak yakın bir yerlerde askerlik yapmam için bana yardımcı olmak istedi.

Sayılı günler

Son hac görevimi tamamlayıp geldikten sonra artık biraz ailemle vakit geçirmem gerektiğini düşündüm. Çocuklarım beni, ben de onları özlemiştim. Çocuklar kendilerine getirdiğim oyuncaklarla oynarken, ben de hac döneminde uyuyamadığım uykuları derin bir şekilde uyuyarak gidermeye çalıştım. Çocukları alıp hayvanat bahçesine götürdüm, daha sonra da mesire yerlerine beraberce gidip piknikler yaptık, oynadık, eğlendik. Yakında askere gideceğim için artık birkaç ay onlardan mecburen ayrı kalacaktım.

Askerliğimi zamanında yapamayıp 33 yaş sonuna kadar ertelemenin birçok zararını görmedim değil. Örneğin üniversitede hoca olmak istiyordum; Ankara’da Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Başkanlığı’nda yüksek lisans yapma imkânım doğmuştu, fakat “askerlik yapıp gelmiş olma” şartı konduğu için kaybettim. Yine görevli olarak yabancı dilimi geliştirmek için yurtdışına gidebilme imkânım doğdu, fakat askerlik engel oldu. Bu zorluklarla karşılaştığım için, oğullarıma askerlikleri gelir gelmez hemen yaptıracağıma kendi kendime söz vermiştim. Bu sözümü de tutarak yerine getirdim. 

Sayılı günler çabucak geçti, arkadaşlarla vedalaştım, eşim ve çocuklarım da Mamak Muhabere Okulu’nun kapısına kadar gelip beni askere teslim ettiler. Kapıdan içeri adım attıktan sonra artık askeri kurallara tabii idim. Bekleyen bir asker beni alarak, görev yapacağım birliğime götürüp bıraktı. Aramızda benim gibi askerliği sonuna kadar geciktirip gelenler de vardı. Babası general olan ya da üniversiteyi yeni bitirmiş ve hemen askere gelmiş olan 20 yaşında gencecik çocuklar da vardı.

Merdiven başında

Okulun merdiveninin başında duran bir Üsteğmen elindeki listeden tek tek isim okuyarak bizi çağırdı.  İsmi okunan kişi içeri alınıyor, görevli asker ve komutanlar tarafından kendisine boyu, kilosu ve ayakkabı numarası sorularak, uygun bir askeri kıyafet bulunup imza karşılığı teslim ediliyordu. Teslim alınan kıyafetler hemen oradaki kabinde giyiliyordu.

Benim ayak numaram 46 olduğu için bot bulmakta zorlandılar. Bir önceki dönem başka bir askerin giyerek, genişletmiş olduğu bot ancak ayağıma oldu. Kıyafetlerimizi giydikten sonra birbirimize bakıp gülüştük. Çünkü biraz önce sivil olarak konuştuğumuz arkadaşımızı askeri kıyafetler içinde zor tanıyorduk.

Merdivenin başındaki Üsteğmen bağırarak konuşuyor ve bizlere sürekli talimatlar yağdırıyordu. Bize dönerek; “Arkadaşlar, kıyafetlerinizi giyip asker oldunuz. Bundan sonra çok dikkatli olmanız gerekir. Bu kıyafetler çok sorumluluk getiren kıyafetlerdir. Şöyle şöyle yaparsınız, böyle böyle yapmazsınız” gibisinden bir konuşma yaptı. Sonra da söylediklerini teyid ettirmek üzere; “Öyle değil mi bülbül?” diye sesleniyordu.

İçimizden uzun boylu etine dolgun bir arkadaş; “Evet komutanım” diyerek kendisine cevap veriyordu. Kendi kendime; “Yahu daha ilk gün, ne torpilli insanlar var. Bülbül’ün babası acaba general mi nedir ki daha ilk günden komutan kendisini tanıyor” diye düşündüm. Yanlış hatırlamıyorsam hazırlama okulunda 280 öğrenciydik, akşam yatakhanelerimiz gösterildi. Yaklaşık yirmişer kişilik koğuşlarda yatıp, kalkmaya başladık.

Bizim Bülbül

Namazlarımı ihmal edemezdim, abdestimi aldım, akşam, yatsı ve sabah namazını yattığımız koğuşun bir köşesinde kılıp tamamladım ve ertesi gün biraz uzakta bir mescid olduğunu öğrenip oraya gidip gelmeye başladım. Akşam yemeğinden sonra mescidte namaz kılarken, yanıbaşımda bir de baktım ki komutanın Bülbül’ü de namaz kılıyor, şaşırmadım desem yanlış olur.

Namazı kıldıktan sonra Bülbül’le tanışmak için bekledim. O da namazını kıldı, kendisine yaklaştım ve “Allah kabul etsin” dedikten sonra konuşmaya başladık. Murat Bülbül, Siirtli bir tarih öğretmeni, gayet konuşkan, ileri görüşlü ve cana yakın bir arkadaştı. Arkadaşımız uzun boylu ve biraz da kilolu olduğu için Üsteğmen kendisine askeri kıyafet ve bot bulmakta zorlanmış. Onun için de Murat Bülbül ismini ezberlemiş; ikide bir; “Öyle değil mi Bülbül?” demesinin sebebi de buymuş.

Murat benim en iyi arkadaşlarımdan birisi oldu ve arkadaşlığımızı halen bugüne kadar taşımayı başardık. Genç yaşta babası ölünce, annesini ve üç kardeşini kanatları altına alan, kardeşlerini okutmaya çalışan benim gibi bir köylü çocuğuymuş. Ankara’da tanıdığı olmadığı için, hemen muhtarlığa gidip ona bir ikamet kaydı yaptırdım. Beraberce hafta sonları evci iznine çıkmaya başladık. 

Şakası yok

Yavaş yavaş askerliği öğrenmeye başlamıştık. 280 kişiyi komutanımız, onar onar gruplara ayırdı, her grubun adı manga idi. En uzun boylu olan kişi, manga komutanı olarak kendi bildiğinden sorumlu tutuluyordu. Birliğimizde bulunan 280 kişi içinde doktor, avukat, mühendis, öğretmen ve daha birçok meslek grubuna bağlı arkadaşımız mevcuttu.

Bir sabah içtimada iken komutan; “İçinizde inşaat mühendisi olan varsa üç adım öne çıksın” dedi ve bir arkadaşımız hiç tereddüt etmeden öne çıktı. Komutan; ”Merdivenin altında el arabası var, onu al ve şuradan taş doldurarak önümüzden geç, tekrar sana gösterilecek olan yere boşalt” dedi. İnşaat mühendisi olan arkadaşımız önce şaka zannetti, sonra da şaka olmadığını anlayınca gösterilen yerden el arabasını alarak söyleneni yaptı.

Olaya hepimiz şahit olduktan sonra, bir kez daha şunu anladık ki; sivil hayatta üzerimizde taşıdığımız unvan ve görevlerin, askeriyede çok bir geçerliliği yoktur. Askeriyede geçerli olan ast üst ilişkileri olduğundan komutan ne emir verirse asker o emre uymak mecburiyetindedir. 

Askerlik disiplindir

Bir gün mescide giderken, yol kenarında ağaç yapraklarını süpüren askerler, benim geldiğimi görünce hazır ola geçip dikkat çektiler ve selam durdular, ben bir anda şaşırmıştım. Asteğmen öğrenci olduğum için, başımdaki şapkadaki amblem benim komutan olduğumu simgelediğinden askerler bana selam durmuşlar, ben de kendilerine selam verip, yanlarından geçtim ve bu işten çok büyük haz duydum, gururlandım.

Öğrencilerin eğitim ve dışarı elbiselerinin omuz başlarında kimlik numaraları yazıyordu. Okul içinde bütün işlemler o numaraya bakılarak yapılıyordu. Benimki hiç unutmam 10.504’tü. Ayrıca yine askerlik boyunca boynumuzdan hiç çıkarmamamız gerektiği söylenen, bir çift metal künye yaptırılmıştı. Künye üzerinde kimliğimiz ve öğrenci numaramız yazıyordu.

Askerlik demek, aynı zamanda disiplin demek. Bir nevi hayatı da disipline etmek demektir. Yapılan işler belli bir süre dâhilinde olup, bitmelidir yoksa yaptırım da söz konusu olabiliyor. Nöbetçi subay,  sabah erkenden koğuşun kapısını açar ve “koğuş kalk” komutunu verdikten sonra, herkes yatağından inerek, ranzasının başında hazır olda beklemek zorundaydı. Kalkar kalkmaz önce yatağımızı güzelce toplamalıydık. Komutan; “Eğer çarşafın üzerine attığım metal para sıçramazsa, o yatağı yeni baştan yaptırırım, ona göre gergin yapın” diye uyarıyordu.

Bu işler bittikten sonra çabucak koridora çıkardık, koridorda boydan boya dizili olan ve her öğrencinin kendisine ait metal kilitli dolapları vardı. Elbiselerimizi değiştirip, oradan da tıraş olma ve ihtiyaç görmek için lavaboya geçerdik. Günlük sinekkaydı tıraşımızı olduktan sonra aşağıya kahvaltı için yemekhaneye geçerdik ve kahvaltının saat 7:00’ye gelmeden bitmiş olması gerekirdi. Saat 7:00’ye gelmeden bütün öğrenciler okulumuzun kapısındaki spor sahasında önceden boy sırasına göre tespit edilen yerini alıp içtimada hazır beklemek durumundaydı. 

Üsteğmen çok sertti

Birliğimize daha önceden doğuda eğitim merkezinde görev yapan bir Üsteğmen atanmıştı. Kendisi çok sert ve disiplinliydi. Komutanımız saat 7:00 olunca her zamanki gibi merdiven başındaki yerini alır, bağırarak o gün yapacağımız şeyleri bize hatırlatır, sonra da; “Konuşma, arkaya dönme, dik dur, bak hala konuşuyor” gibi telkinlerle bizi disipline etmeye çalışırdı. Tim komutanı olduğum için, birliğin en önünde ve komutanımızın da tam karşısında duruyordum.

Birliğimizin hepsi üniversite mezunu olduğundan, leb demeden leblebi anlayabilecek insanlardı. Fakat nedense komutanın bize er muamelesi yaparak çok sert davranması doğrusu nefsime ağır geliyordu. Bir sabah içtimada kahvaltıdan geldiğimiz için tansiyonum düşmüştü ya da kan şekerim yükselmişti bilemiyorum, bir anda sinir krizi geçiriyor gibi oldum, gözüm karardı, başım döndü ve yanımdaki arkadaşıma sessizce; “Düşüyorum, bayılıyorum, beni tut” dedim.

Oracıkta olduğum yere boş çuval gibi yığılıp kalmışım. Komutan; “Bırakın, herhalde kahvaltı yapmamıştır, açlıktan başı dönmüştür, alın revire götürün, bir serum takılsın hiçbir şeyi kalmaz” demiş. Bu olay bardağı taşıran son damla olmuştu. Komutana bir çeki düzen verme zamanı gelmişti.

Ona ders oldu

Aklıma geldi, içimizde babası genelkurmayda tuğgeneral olan bir arkadaşım vardı, onu buldum. Ona; “Babanı bir arasan da bu komutanın kulağını biraz çektirip hizaya getirse ne iyi olur” dedim. Arkadaşım da; “Çok doğru söylüyorsun” dedi. Beraberce jetonlu telefon kulübesine girdik ve babasını arayarak Üsteğmenden şikâyetlerini bildirdi. Babası; “Siz rahat olun, merak etmeyin, ben şimdi hallederim” demiş ve arkadaşı olan bizim okul komutanımız tuğgenerali arayıp, durumu bildirmiş.

Ertesi gün sabah eğitim alanında hep birlikte spor yapıyorken, birden okul komutanımız tuğgeneralin makam aracı çıkageldi. Tuğgeneralin emir eri, aracın kapısını açtı ve paşa aracından indi. Bizim Üsteğmen de eğitimi bırakarak, koştu, tekmil verdi ve Paşa kendisine; “Evladım, sana emanet ettiğimiz karşındaki bu gençlerin hepsi üniversite mezunu, pırıl pırıl insanlar, bunlara bir daha sert davranırsan, seni geldiğin yere geri gönderirim tamam mı?” dedi.

Üsteğmen neye uğradığını şaşırmış bir vaziyette; “Emredersiniz komutanım, bir daha olmayacak” diye bağırarak cevap verdi ve Paşa’da tekrar aracına binerek, makamına geri döndü. Şikâyetimiz işe yaramıştı, o günden sonra üsteğmen, bir daha bağırıp, çağırmamış, verdiği komutları sessizce veriyordu, biz de o günden sonra rahata ermiştik.

Rüstem Kılıç/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Selât-ü selam hassasiyeti…

Yüce Allah, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in kendi katındaki değerinden dolayı ona salat-ü selam …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.