Unutamadığım bir hatıra…

Rahmetli babam en zor zamanda, samanlıklarda, dağlarda jandarma korkusundan kaçarak hafız olmuş. Allah o devirleri bir daha yaşatmasın. Biz dört kardeşiz. Babam, abimle beni köy ve mahalle hocalarından öğrendiğimiz Kur’an bilgisiyle İmam Hatip Lisesine gönderdi. Benim bir küçüğüm -aramızda yedi yaş var-  ilkokulu bitiriyorken ben İmam Hatip Lisesi son sınıfta idim.

Babam onu da ilkokul sonrası İmam Hatip Lisesine yazdırmak istiyordu. “Baba” dedim; “Beni ve abimi hafız yapmadın, bari ailemizden biri hafız çıksın, kardeşimi hafızlık kursuna yazdıralım.” Babam; “Hayır oğlum, İmam Hatip Lisesine yazdıracağım, yoksa iki senesi kaybolur” dedi. “Gözün sevem baba” dedim: “O kayıp değil, bilakis kazanç… Ben onun bütün masraflarını karşılayacağım. Onunla ben ilgileneceğim.”

Kursa yazdırdı

Babam ısrarlarıma dayanamadı, onu Kemal Dede Camii kenarında Boyabat Müftülüğü tarafından açılan ve dışarıdan Mehmet Albayrak (nâmı diğer, hafız fabrikatörü) Hocamızın riyasetindeki kursa yazdırdı. Yatılı olduğu için birkaç günde bir gelip kontrol ediyor, hocasıyla görüşüyor durumu hakkında bilgi alıyorduk. Hocası çok memnundu fakat “Bazen kurstan kaçıyor” diye şikayette bulundu.

Bir gün kursa kardeşime bakmaya gittiğimde Hocamızın meşhur fırçasını yedim. “Üç gündür kardeşin kursta yok, niye ilgilenmiyorsun? Adam gibi çocukla ilgileniyorsan ilgilen yoksa diğer öğrencilere yanlış örnek olduğu için kurstan atacağım” dedi. O an sanki beynimden vurulmuş gibi oldum. Özür dileyerek “İşte Hocam kem küm” diyerek cevap verdim, daha doğrusu veremedim.

Oradan çıkınca kardeşimi aramaya çıktım. Tanıdıklara sora sora Kale Bağı’nda çayda çocuklarla yıkandığını öğrendim. Boyabat Kalesi’nin eteğindeki yere zor zahmet çıktım. Hakikaten de çocuklarla çayda yüzüyor, eğleniyordu. Gülüp eğlenirken birden bire benimle göz göze gelince bir tuhaf oldu. Telaşla çayın öbür tarafına geçti, kaçmaya başladı. Benim öbür tarafa geçmem ancak suya girmemle olacağından bu mümkün değildi.

Karşıdan; “Kaçma kardeşim, bir şey yapmayacağım, bekle beni” dedimse de dinlemedi. Öbür taraftan çıkıp üzerini giyinerek kaçmaya devam etti. O zamanlar iyi koşardım. Bir şekilde onu yakaladım. Pek fazla üstüne gitmedim ama biraz kızdım.

Yine yazdırdık

Neyse Hocasına rica minnet onu tekrar kursa kabul ettirdim. Yine başka bir gün kurstan kaçmış kerata. Bağlar tarafında kovaladım fakat tutamadım. Gece yarısına kadar aradım bu sefer bulamadım. Gece geç vakit oldu.

Babam Çarşak Köyü’nde imam olduğu için, Boyabat’taki evimiz kirada olduğu için yeni mahallede oturan nüfus memuru dayımın evine geldim. Baktım ışıklar sönmüş, herkes yatmış… O saatte kimseyi uykudan kaldırmak istemediğim için Memiş’in kahvesinin üstündeki otele geldim.

Kış günü, hava da çok soğuk… İki, üç battaniye ile on kişilik bir odada yattım ama ne yatma… Hem soğuktan, hem diğer kişilerin horlamalarından uyuyamadım. Kalkıp aşağı kahveye inip odun sobasının yanına oturdum. Sabah ezanına kadar çay içerek sobanın başında durdum. Ezanla birlikte yanıbaşımızdaki Beyazıt Camii’ne geçip namaz kıldım.

Çok üşümüştüm, hemen oradaki Zafer Lokantası’nda bir çorba içtim de içim ısınıverdi. O gece kardeşim de bir yere gidememiş sabaha kadar Beyazıt Camii’nin şadırvanında sabahlamış. Tabi üşümüş çocukcağız… Üzüldüm ama ne yaparsın.

Bir kez daha

Yalvar yakar onu kursa bir kere daha yerleştirdik. Yine babamla pazartesi günleri kurulan şehrimizin pazarından köye dönerken, kardeşime uğrayıp “Bir isteği var mı?” diye sormaya gittik. Kardeşim; “Ben de sizinle geleceğim, dersimi köyde yapar size dinletirim. Sonra da gelir hocama veririm” dedi. Baktık çocuk melül melül yalvarınca rahmetli babam; “Tamam ben hocamdan izin alıp bir iki günlüğüne seni getiririm ama derslerini mutlaka isterim“ diyerek kabul etti. Hocasından izin alarak onu köye getirdik.

O gün babam yatsı namazına camiye gitti. Bana; “Sen namazını evde kılarsın, bunun dersini dinle, bu akşam ezber yapmadan uyumak yok” diye çok sert bir ültimatom verdi. Babam camiye gidince kardeşime; “De haydi” dedim… “Ne haydi?” dedi. “Haydi haydi… Anladın sen onu” dedim…

“Hadi bakalım hafız kardeşim, dersi ezberle ben de dinleyivereyim…” dediysem de kardeşim bir o oda, bir bu oda derken bir türlü derse oturmadı. Ben de sert bir şekilde; “Çabuk bu ders bu akşam verilecek, duydun babamın sözünü” diye bağırdım. Ağlayarak mutfağa rahmetli annemin yanına kaçtı. Üzerine daha fazla gitmedim; “Hesabını babama verirsin” dedim sadece.

Eyvah kardeşim!

Bir müddet sonra annem “Koş oğlum, kardeşin ölüyor” deyince koştum bir de ne göreyim? Gözleri dönmüş, dili ağzına sığmıyor, nefes alamıyor… Çok telaşlandım, hayatımın şokunu yaşadım. Benim yüzümden bu hale geldi diye düşünerek biraz da korkmuştum. Hemen kaşığın sapı ile dilini aşağı bastırıp nefesini kolay almasını sağladım. Kız kardeşime; “Koş camiye, babam çabuk gelsin, doktora götürelim” dedim.

Babam bir traktörle eve geldi. Şehre hastaneye yetiştirmek için yola çıktılar. Yolda bir taksi durdurup hastaneye yetiştirmişler. Nöbetçi doktor muayene edip ilaçlar vermiş. Birkaç gün sonra yine dili şişince dayımın evinde bir hocaefendi arkadaşının tavsiyesi üzerine sarımsaklı yoğurt içirmişler. İstifra etmiş ve gözleri açılmış çocuğun. Ondan sonra da itiraf etmiş, “Ben ses açma hapından 10 tane tatlı diye emdim” demiş. Hap zehirlenmesi olmuş meğer.

Evet bu hatıram da bu kadar değerli kardeşlerim. Unutmayın ki zorlamayla baskı ile hiçbir şey olmaz. Bir çocuk isteksizse ona fazla yüklenmemek gerekir. Çocuklara fazla yüklenirseniz işte böyle tatsız sonuçlarla karşılaşabilirsiniz. Bunu da bir tavsiye olarak size arz edeyim.

Osman Gülşen/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Firavun’un ilahlık iddiası…

Kibirlenmek, büyüklük taslamak, ayetlere karşı aldırışsız davranmak, hakikate kulak tıkamak da fısktır. Kibirlenmek (istikbar); büyüklük gösterisinde …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.