Bilge kişilerden hayat dersleri

Sokrat, takriben 2480 yıl önce yaşamış bir Yunan filozofudur. Doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen, para ve şöhrete önem vermeyen, zamanını Atina sokaklarında dolaşarak, insanlara bildiği gerçekleri anlatarak ve gerçeği arayarak geçirdi.

Sokrat, verdiği derslerin ücretini almazdı. Öğrencisi Eflatun da aynı yolu takip etti. Öldükten sonra dirilişe inanıyordu. Ona göre; ”Ölüm daha iyi bir âleme yolculuktur.”

Yargılanmıştı

Atina’da iki şeyle suçlanmıştı: “Atina tanrılarını inkâr ve gençliği yoldan çıkarmak”. Allah’ın birliğine inanıyordu. Yargılandı ve idama mahkûm edildi. İdamdan önce öğrencisi Krito’ya şunu vasiyet etti: “Asklepios’a bir horoz borcum var, sakın ödemeyi unutma!”

İdam sehpasına yürüyen bir insan, “horoz borcunu” hatırlıyor ve bu dünyada yaptıklarının, öte dünyada yaratıcısını memnun etmesi noktasındaki ümidini ve hassasiyetini ifade edecek kadar erdemli olduğunu kanıtlıyor.

Son sözü şu oldu: “Tanrı’nın gözünde yaptıklarım kabul görecek mi, görmeyecek mi bilmiyorum. Ama emin olduğum bir şey var: O’nu mutlu etmek için gönülden gayret gösterdim. Gayretimi kabul edeceğine dair ümidim var”.

İdam edilmeden önce Karısı Xanthippe; “Ama sen suçsuzsun; suçsuz yere idam ediliyorsun” deyince, Sokrat; “Be kadın suçlu olarak idam edilmemi mi tercih ederdin” der. O, Atina sokaklarında iki şeyin peşinde: Gerçeği aramak ve bulduğu gerçeği insanlara anlatmak.

Hazır cevap

Sokrat bir gün dar bir patikada ilerlerken dönemin soylularından biri çıkmış. Yol ise ancak birinin geçebileceği kadar genişmiş. Birinin diğerine yol vermesi gerekirken soylu: “Ben senin gibi bir zavallıya yol vermem” demiş. Sokrat; “Ben veririm” demiş. Sokrat bu cevabıyla, soylunun “zavallılığını” çok ince bir sanatla ortaya koymuştur.

Sokrat; “İnsanlar her zaman her yerde acıkmışlardır ama her zaman her yerde erdemli olamamışlardır” der. Herkesin acıkması, susaması fıtridir, doğaldır. Asıl olan bu evrende, insanlığa rol-model olabilecek “erdemli” bir hayatı yaşamak ve örnek bir kişilik ortaya koymaktır.

Sokrat; “Bir şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimdir” der. Burada müthiş bir tevazu ve bilgelik vardır. “Tevazu” vardır çünkü Sokrat, içinde yaşadığı toplumda sahip olduğu bilgiyi öne çıkararak kibirlilik taslamıyor. Tevazünün bireyi yücelttiğinin farkındadır. Tolstoy’un ifadesiyle, “İnsanları bir kesirli sayıyla ifade etmek gerekirse, gerçek değer pay, zannettiği değer paydadır. Payda büyüdükçe değer küçülür.” Sokrat’ın paydası alabildiğine küçüktü.

Sokrat’ın bu sözünde gerçek manada bir “bilgelik” vardır. Çünkü bütün bir varlık dünyasını düşündüğünüzde, sahip olduğunuz bilgi, okyanusta damla hükmündedir. Sokrat, bunun farkında olarak bu sözü sarf etmektedir.

Kovayı geçirmiş

Sokrat alabildiğine sabırlı iken, hanımı ise aksine sabırsız ve sinirli bir yapıya sahipti. Sokrat, bir gün evde misafirleriyle sohbet ederken Karısı Xanthippe, elinde bir kova su ile içeri girer. Muhtemelen temizlik yapacaktır. O arada Sokratla bir konuyu tartışırlar. Xanthippe, dayanamaz hemen oracıkta su kovasını Sokrat’ın başına geçirir. Sokrat’ın her tarafı sırılsıklam olmuştur.

Misafirler hayretler içerisinde Sokrat’ın ne diyeceğini merak ederler. Sokrat, hiç istifini bozmadan şunları söyler: “Doğaldır. Gök gürleyince, yağmur yağar.” Sonra şunları ilave eder: “Sabırlı kadınlar, erkeklerini mutlu ederler. Sabırsız ve sinirli kadınlar erkeklerini filozof ederler.”

Sokrat’ın öğrencisi Eflatun (Platon)’a iki soru sormuşlar. Birincisi; “İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?” Eflatun tek tek sıralamış: “Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki sonra çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, sonra sağlıklarını geri almak için para öderler. Yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar. Sonuçta ne bugünü ne yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler…”

Sıra gelmiş ikinci soruya: “Peki, bu konuda siz ne öneriyorsunuz?” Bilge yine sıralamış: “Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır. Önemli olan; hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır…”

İhtiraslar sınırsızdır

İktisatta bir kural vardır:” Kaynaklar sınırlı, ihtiyaçlar sınırsızdır”. Kaynakların sınırlı olduğu bir realitedir. Ancak, ihtiyaçların sınırsız olduğu önermesi, bana gerçekçi gelmiyor. “İhtiyaçlar” sözcüğü yerine “İhtiraslar” sözcüğü yazılırsa bu cümle anlamlı olur. Gerçekten de ihtiraslarımız sınırsız olduğu için, bir türlü ikna olmuyor, tatmin edilmiyor ve bu kadar nimet içinde olmamıza rağmen “şükür” ve “hamd” sözcükleri semtimizde terennüm etmiyor.

Kısacası “mutlu” olamıyoruz. Hamd ve şükür İç donanımızı mükemmelleştirip, mutlu olmamızı sağladığı gibi, ebedi hayatımızı da kazandırma noktasında önemli bir katkı yapar.

Bir düşünür; “İçinde yaşadığımız anı çalan iki hırsız var: 1. Geçmişe ilişkin pişmanlıklarımız, 2. Geleceğe ilişkin kaygılarımız ve korkularımız. Bu iki hırsızı defetmedikçe rahat edemeyiz” der.

Pişmanlıklar, kaygılar ve korkular üzerine inşa edilen bir hayattan zevk almak, bundan mutluluk duymak mümkün değildir. Bu yaratılış fıtratına aykırıdır.

Geçmişimiz geleceğimizdir. Geçmişimizi irdelemek, ölçmek ve değerlendirmek, geleceğimizi inşa etmede önemli bir parametredir. Geçmişte yaptığımız hatalardan dersler çıkararak, gelecekle alakalı proje ve projeksiyonlarımızı dizayn etmede bizlere önemli fırsatlar sağlar.

Hayatta mutlu olmak, başarılı olmak herkesin ve her kesimin arzuladığı şeydir. Sahip olduğumuz değerlerin farkına varmak, “fark ettiğimizi fark etmek” hayata bir anlam kazandırır.

Bill Gates; “Başarıdan mı öğrenmeli, başarısızlıktan mı? Başarıyı kutlayın ama başarısızlıktan ders çıkarmayı da unutmayın. İşe önce çözebileceğiniz sorunlardan başlayın” der.

Thomas Edison; “En büyük dezavantajınızı, en büyük avantajınız haline getirin. Sağır olmam, çoğu konuda işime yaradı. Telgraf ofisinde çalışırken sadece önümdeki cihazın sesini duyabiliyordum. Diğer operatörler gibi arka planda çalışan diğer aletlerin seslerinden rahatsız olmuyordum. Graham Bell’in icad ettiği telefon alıcısı, ticari kullanım için çok zayıftı. Benim telefonu daha iyi duyabilmek için vericiyi güçlendirmem gerekiyordu. Bu sayede telefonum ticari değer kazandı” diyerek, hayatta birçok dezavantajın, avantaja dönüşebileceğini ispatlamıştır.

Prof. Dr. Şemsettin Dursun/ İrfanDunyamiz.com

BENZER İÇERİKLER

Şunlara Gözat

İz bırakan mal müdürü Neşet Özerdem

Bir mal müdürü düşünün, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapmış ve her gittiği yerde iz bırakmış. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.