İslam akıl dini midir?

Bizim aklımız bir pencereye benzer, hakikatler ise güneşe. Bizim penceremiz ne kadar büyükse, evimize o kadar çok güneş ışığı dolar. Biz güneşten gelen o ziya ile aydınlanırız. Bazı insanlar hadlerini bilmemişler ve güneşi küçücük pencerelerinin içine sığdıracaklarını iddia etmişlerdir. Sözde hakikat arayışı adı altında birçok hayat telef olmuştur. Birçok insan akılcılık illetine yakalanarak akıllılıktan feragat etmiştir.

Allah hayatı bir bulmaca olarak yaratmamıştır. Vahiy yoluyla insanın bilmesi gereken en temel hakikati insanlara açıklamıştır ki o da insanın yaratılış gayesinin Allah’a kulluk etmek olmasıdır. Hakikati arıyorum diyerekten bir dehlizin içinde ömür boyu kıvranmak değil, kulluğun gereğini yapmaktır aklın gereği… Bu dünyada en akıllımız Allah’a en güzel kulluk edenimiz ve bu yolda en çok gayret sarf edenimizdir. Çünkü akıl Hazreti Ali Efendimiz’in de buyurduğu gibi bir işin sonunu düşünmektir. 

Kur’an-ı Kerim sürekli “Hiç akletmez misiniz?” diye buyururken aslında bunu modern insanın işine geldiği gibi “aklınızı yüceltin” anlamında söylememiş “aklınızı kullanın” demek istemiştir. Yani bu; “Aklınızı iyi kullanın da Yüce Allah’ın büyüklüğünü artık anlayın ve sadece O’nun ismini yüceltin” anlamındadır. İslam’ın övdüğü “akıl” tek başına her şeyin ölçütü olan, yüceltilmiş, neredeyse ikonlaştırılmış akıl değildir. İslam âlimlerine göre akıl nakille yani dini naslarla kayıt altındadır. İman etmiş olan bir mümin, imanın gereği olarak inandığı dinin yani İslamiyet’in doğrularını kabul etmek durumundadır.

Cüneyd- i Bağdâdî ve Süfyân- ı Sevrî gibi âlim sufilerin arkadaşlarından Ebû Ömer Zeccâcî şöyle demiştir: “Cahiliye döneminde insanlar akıllarının ve tabiatlarının hoş gördüğü şeylere uyarlardı. Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem ise onları şeriata ve sünnete uymaya çağırdı. Sahih akıl, şeriatın güzel bulduğunu güzel bulan, çirkin gördüğünü ise çirkin gören akıldır.” (Bkz. Abdulfettah Ebu Ğudde, Hakikati Arayanlar için Kılavuz, s.44)

Merhum Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, İmam Mâtürîdi’nin “Kitabu’t Tevhid” adlı eserini tercüme ederken kitabın giriş kısmında bu anlayışı çok güzel ifade etmiştir. Gerek İmam Matüridi’nin gerekse İmam Eş’ari’nin akıl ve nakil konusundaki görüşünü şöyle özetlemiştir: “Aslında bu iki imamın, akıl ile naklin değerini yükseltilmesi, ayrıca İslâm’ın aklı ihmal etmemekle birlikte tek başına ona tam güvenmemekteki mutedil tutumunu yaygınlaştırıp örnek haline getirilmesi yolundaki gayretleri büyük olmuştur” (Kitabu’t Tevhid Tercümesi, Giriş, s. XVII)

Bu hakikati Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir Hocamız ise çok sarih bir şekilde şöyle ifade etmiştir: “Esasen akla çeki düzen veren İslâmiyet’tir. İslâmiyet’in geldiği yıllarda Câhiliye devrinin hurâfeleri, efsaneleri, ataların garip gelenekleri aklı esir almıştı. Fakat İslâmiyet aklı hürriyetine kavuşturdu. Aynı zamanda ona üstün bir yer verdi. Bununla beraber aklın dizginini büsbütün serbest bırakmadı. Ona yolunu şaşırmadan rahatça gezineceği bir alan belirledi. Şu bilinen bir gerçektir ki, aklın anlama ve kavrama gücü ne kadar geniş olursa olsun, bütün hakikatleri kavrayamaz. İşte bu sebeple İslâmiyet akla, sebebini ve hikmetini tam olarak kavramasa bile şerîate teslim olmayı, ona boyun eğmeyi emretmiştir.” (Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir, Hadis Karşıtları Ne Yapmak İstiyor, s.123,124)

Esasında aklın bir sınırı olduğuna inanmak aklın da bir gereğidir. Vahiyle kayıt altına alınmayan bir akıl insanlığın dertlerine çare olmayacaktır. Filozoflar içinde de aklını çok fazla yüceltenler olduğu gibi aklın bir sınırı olduğuna inanlar da vardır. Mesela kadim filozoflardan Descartes şöyle demiştir: “Her ne kadar düşüncemizin gücü üstünde olsalar da, Tanrı’nın bütün vahiylerine inanmak gerekir.” (Descartes, Felsefenin İlkeleri, Çeviren Mehmet Karasan, İstanbul, 1997, s.43)

Aynı durum Eflatun’da da söz konusudur: “Eflatun felsefesinin hareket noktası, sofistlerinkinin tamamen zıddı olan bir prensiptir. Çünkü Sofistler ‘her şeyin ölçüsü insandır’ derken, Eflatun her şeyin ölçüsü olarak Tanrı’yı almakta bu görüş üzerine bütün bir felsefe, siyaset ve ahlak sistemi kurmakta ve bu sistemin temeline de dini yerleştirmektedir.” (Günay, Enver, Din Sosyolojisi, İstanbul, 2000, s.90)

Aklı aşırı yücelterek, vahyin önüne geçirmeye çalışmak kelimenin tam anlamıyla itikadi bir sapmadır. İslam tarihinde bunun örneği Cehmiye fırkasıdır. “Ehl-i Sünnet âlimleri, İslâm’a aykırı görüşleri yüzünden Cehmiyye fırkasını İslâm dışı kabul etmişlerdir. Çünkü bu fırka, aklı vahyin de üstünde tutar; akılla naklin yani vahyin çelişebileceğini ileri sürer; böyle durumlarda aklın esas alınması ve naklin te’vil edilmesi gerektiğini söyler. Ahmed İbni Hanbel başta olmak üzere İslâm âlimleri Cehmiyye fırkasının görüşlerini reddetmek için çeşitli eserler kaleme almışlardır.” (Mehmet Yaşar Kandemir, Kitabu’s Sünne Tercüme ve Şerhi, Hadislerle İman Esasları, s. 295)

Günümüzde de bir çeşit şeytani akılcılıkla dini naslara yaklaşan bazı kimseler, ayet ve hadisleri dar akılları ile idrak edemeyince reddetme veya anlamını usulsüz bir şekilde tevil etmeye kalkıyorlar. Doç. Dr. Ebubekir Sifil Hoca bu konuda şöyle diyor: “Her şeyde akla uygunluk aramasının tabii bir uzantısı olarak, Modern Müslüman, birçok hadisi de akla uymuyor gerekçesiyle inkâr etmiştir. Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in mucizelerini anlatan rivayetler bunların başında gelmektedir. Yine aynı gerekçeyle İslam’ın birçok hükmüne karşı çıkarken, dinde olmayan yeni hükümler ihdas etmekten de geri durmamıştır.” (Ebubekir Sifil, Müslümanca Bir hayat İçin, s. 79)

Aynı tesbiti Prof. Dr. Mustafa Kara Hoca şu cümlelerle yapıyor: “Akıl çağındayız ya biz aklımızın kuşatamadığı bir şeyi kabul edemeyiz (!) Çağdaş ilahiyatçıyız ya, Kur’an’a da böyle yaklaşıyoruz. Utanmasak şu ayetlerin de bir kısmını bir kenara bırakalım diyeceğiz. Onu diyemiyor, hadislere çatıyoruz. Hıncımızı hadislerden alıyoruz, onlar kilomuza uygun geliyor. Aslında problemin temelinde şu var; küçücük aklımızla her şeyi tartmaya çalışıyoruz.“ (Tasavvuf Akademisyenleri İle Konuşmalar 1, Ankara, 2003, s. 210)

Hâlbuki İslam’da her şeyi akıl ile izah etmek mümkün değildir. Hatırlarsanız büyüklerimiz bu hakikati hatırlatmak için Hazreti Ali radıyellahu anh’ın şu sözünü misal verirler: “Ben, Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem’in ayağın üstünü meshettiğini görünceye kadar, daima, altını meshetmenin evla olduğunu düşünürdüm.” (Ebu Davud, Taharet, 63) Altı daha çok kirlendiği için ayağın altını meshetmek akla daha uygun gibi görünse de Efendimiz üstünü meshetmiştir. Demek ki akılla her şeyi çözmek mümkün değildir. Hele ki aklın ibadetler alanında hiçbir yetkisi yoktur. Allah Resulu sallellahu aleyhi ve sellem nasıl tarif etmiş ise akla uyan da odur.

Akılcılık bir iddia işidir. Akıl ile bir yerlere varma iddiasıdır. Tasavvuf ise bir nevi iddialardan vazgeçmek demektir. “Ben gelmedim dava için” diyen Yunus Emre yanlış düşünmüyorsam bunu anlatmak istemiştir. Zira Arapçada “iddia” ve “dava” kelimeleri aynı kökten gelmekte ve benzer anlamlar taşımaktadır. Ziyauddin Nahşebi Hazretleri şöyle buyurur: “Azizim bu öyle bir yoldur ki kişinin itaatkâr olmayanı, taat davası güden kimseden daha iyidir.” (Bkz. Silküs Süluk, Ariflerin Yolu, Tercüme. Mustafa Çelik, İstanbul, 1999)

Hakikat arayışına bir iddia ile çıkanlar kendi cüce akıllarını dev aynasında gören kimselerdir. Küçük akılların hakikat arayışında yolunu sapıtacağını yüz yıllar öncesinde İbn Hazm çok veciz bir şekilde ifade etmiştir: “Varlıkta ve sağlıkta senden aşağı olana bak, dinde, ilimde ve fazilette senden üstün olana bak. Derin ilimler kuvvetli ilaçlar gibidir, kuvvetli vücudu ıslah eder ama zayıf vücudu helâk eder. Derin ilimler de kuvvetli akılları takviye ve tasfiye eder, zayıf akılları da tehlikeye sokar. Akılla derin şeylere dalmak mecnunluğa dalmak gibidir.” (İbn Hazm, Nefislerin Tedavisi, Tercüme: Selahaddin Kip, s.21)

Aydın Başar/ Fikirname

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Sebastian’dan Süleyman’a bir iman hikâyesi…

            Eski ismi Sebastian yeni ismi Süleyman… O bir Fransız ve 2000’li yılların başında din …

Bir yorum

  1. Teşekkür ederim Aydın hocam. Yazınızı okurken (aklı pencereye benzettiğiniz bölümde) zihnimde şu düşünce oluştu.. Kendi penceresinden Güneşi anlamaya çalışan kişilerin pencereleri ne kadar temiz acaba. Çünkü pencerelerin temiz olup olmaması bakış/ görüş açısını olumlu veya olumsuz yönde etkiler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.