Kıyametin büyük alametleri nelerdir?

Kıyâmetin Büyük Alâmetleri Büyük alâmetler, insanın iradesi dışında meydana gelecek ve kıyâmete yakın olacak alâmetlerdir.

Huzeyfe bin Esîd el Gıfârî’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Biz aramızda konuşurken Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem yanımıza çıkageldi ve: “Neyi müzâkere ediyorsunuz?” diye sordu. Ashâb: -Kıyâmeti anıyoruz, dediler. “Siz ondan önce on alâmet görmedikçe, Kıyamet kopmayacaktır” buyurdu ve şunları zikretti: Duman, Deccâl, Dâbbe, güneşin battığı yerden doğuşu, Îsâ bin Meryem’in inişi, Ye’cûc ve Me’cûc ve biri doğuda, diğeri batıda, biri de Arap yarımadasında olmak üzere üç yerin batması, sonuncu olarak da Yemen’den çıkıp insanları haşrolunacakları yere sürecek bir ateşin çıkması. (Müslim, “Fiten”, 39-40; Ebû Dâvûd, “Melâhim”, 11; İbn Mâce, “Fiten”, 28.)

Hadîs-i şerîflerin genelinden anladığımıza göre büyük alâmetlerin sıralamasının şöyle olacağını anlıyoruz:

1. Deccâl’in ortaya çıkması, 2. İsâ bin Meryem’in yeryüzüne inmesi, 3. Ye’cûc ve Me’cûc’ün çıkması, 4. Güneşin batıdan doğması, 5. Dâbbetü’l-Arz’ın çıkması, 6.7.8. Doğuda, batıda ve Arap yarımadasında yer batması, 9. Dumanın çıkması, 10. Yemen’den çıkıp insanları haşir meydanına sürecek ateşin çıkması.

1- Deccâl’in Ortaya Çıkması

Deccâl, tanrılık iddiasında bulunacak, istidrac denilen bazı olağanüstü şeyler gösterecek kimsedir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, “Âdem’in yaratılışı ile kıyâmetin kopması arasında Deccâl’den daha büyük bir fitne yoktur” buyurmuştur. (Müslim, “Fiten”, 126.)   

Diğer bir hadîs-i şerîfte ise, her peygamberin, kavmini o şaşı ve yalancı Deccâl’den sakındırdıklarını haber vermektedir. (Buhârî, “Tevhîd”, 17, “Fiten”, 27, “Edeb”, 97, “Enbiyâ”, 5.)

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hiçbir peygamber yoktur ki ümmetini tek gözlü yalancıdan uyarmış olmasın. Dikkat edin ki onun bir gözü kördür. Rabbiniz ise tek gözlü değildir. Körün, iki gözünün arasında ke fe re yazılı olacaktır.” (Müslim, “Fiten” 101; Buhârî, “Fiten”, 27.)

Muhakkık ulemaya göre, Deccal’ın iki gözünün arasına ayrı ayrı harfler şeklinde değil, tam kelime olarak kâfir yazılacaktır. Allah Teâlâ, bunu onun küfrüne ve yalanına kat’î bir alâmet olmak üzere halk edecek yazı yazmayı bilen veya bilmeyen bütün Müslümanlara göstermek suretiyle onları Deaccal’ın şerrinden koruyacak, şekâveti mukadder olanlardan ise bunu gizleyecektir. (Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, XI, 385.)

Bir başka hadîs-i şerîfte Abdullah bin Amr’dan gelen rivayete göre Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Deccâl, ümmetimin arasında çıkacak ve kırk (zaman) kalacaktır. (Kırk gün mü dedi, kırk ay mı, kırk sene mi bilemiyorum.) Derken Allah, Meryem oğlu Îsâ’yı gönderecektir. O Urve bin Mes’ud gibidir. Ve Deccâl’ı arayıp helâk edecektir. Sonra insanlar yedi sene duracak; iki kişi arasında düşmanlık olmayacaktır. Sonra Allah, Şam tarafından soğuk bir rüzgâr gönderecek ve yeryüzünde kalbinde zerre kadar hayır veya iman bulunan hiçbir kimse kalmayacak, hepsinin ruhunu kabzedecektir. Hatta biriniz bir dağın içine girmiş olsa bile, rüzgâr ona ulaşacak, ruhunu kabzedecektir.” (Müslim, “Fiten”, 116; Ahmed b. Hanbel, II, 166; Hâkim, el-Müstedrek, IV, 543; Kenzü’l-Ummâl, VII, 258.)

 “Kırk gün (kalacaktır). Bir gün, bir sene gibi; bir gün, bir ay gibi; bir gün, bir hafta gibi; sâir günleri de sizin günleriniz gibi olacaktır.” (Müslim, “Fiten”, 110.) Deccâl, Hazreti Îsâ aleyhis selam tarafından öldürülecektir. (Müslim, “Fiten”, 34, 116.) Bir hadîs-i şerîfte ise deccâllardan dört tanesinin kadın olduğu rivayet edilmektedir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 396.)

En büyük deccâl, Hazreti Îsâ aleyhis selam’ın öldüreceği Deccâldır. Deccal’ın fitnesinden korunmak için hadîs-i şerifte Kehf sûresinin ilk âyetlerinin okunması, (Müslim, “Fiten”, 110.) başka bir hadîste de son âyetleri emredilmektedir. Kehf sûresinin baş kısmında iman üzerinde, son sayfasında da ihlâs üzerinde durulmuştur. Mü’min, Deccal’ı iman nuruyla tanıyacak, ihlâs ve samimi uygulamalarıyla Deccâl’e karşı Allah Teâlâ’nın yardımına mazhar olacak demek olsa gerektir.

2- Îsâ bin Meryem’in Yeryüzüne İnmesi

Hazreti Îsâ aleyhis selam, sahîh hadîs-i şerîflere göre kıyâmetin kopmasına yakın inecek, Peygamber Efendimiz sallellahü aleyhi ve sellem’in şeriatiyle amel edecek, adâletle hükmedecek, indikten sonra yedi sene kalacak, Deccâl’i öldürecek sonra da ölecektir.

Ebû Hüreyre radıyellahu anh’ın rivayetine göre Rasûlullah sallellahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Nefsim/ hayatım elinde olan Allah’a yemin olsun ki yakında Îsâ bin Meryem aranıza âdil bir hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, mal çoğalacak, hiç kimse mal kabul etmeyecektir. Öyle ki bu zamanda bir tek secde dünya ve içindekilerden daha hayırlı olacaktır.”

Bundan sonra Ebû Hüreyre: İsterseniz şu âyeti okuyunuz: “Ehl-i Kitap’tan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. O (Hazreti Îsâ) da Kıyâmet günü, aleyhlerinde bir şahid olacaktır. (Nisâ Sûresi , 159.)” (Buhârî, “Enbiyâ”, 51, “Büyû’”, 102, “Mezâlim”, 31; Müslim, “Îmân”, 242-243; Tirmizî, “Fiten” 54; İbn Mâce, “Fiten”, 33.)

Bu Konuda Farklı Yaklaşımlar

Hazreti Îsâ aleyhis selam’ın doğuşu, Allah Teâlâ’nın onu Yahudilerden kurtarıp alması, göğe yükseltilmesi ve yeryüzüne indirilmesi gibi olaylar alışılmışın dışında harikulade akıl üstü seviyede gerçekleştiğinden kimileri tarafından garip karşılanmıştır. Bu sebeple bazıları Hazreti Îsâ’nın göğe yükseltilmesi ve yeryüzüne indirilmesi ile ilgili âyet ve hadîslerin yorumuna yönelmişlerdir. Meseleye bu şekilde yaklaşanlar, Hazreti Îsâ’nın nüzulü hakkında ilgili âyetlerde açık bir ifade bulunmaması ve buna dair rivayet edilen hadîslerin tevatür derecesine ulaşmamış olmasından dolayı bunun bir inanç konusu haline getirilmemesi görüşündedirler. Bu görüş sahiplerinin ulaştığı sonuca göre nüzûl-i Îsâ’yı benimsememek dinin temel konularından birini inkâr etmek anlamına gelmemektedir. (Bkz. M. Şeltut, “İsa’nın Ref’i”, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, AÜİFD, Ankara 1978, 23/319 vd)

Bu görüş sahipleri, Kuran’da “mesih” kelimesine Yahudi ve Hristiyanlarda olduğu gibi “beklenen” anlamının yüklenmemiş olmasını gerekçe olarak öne sürmektedirler. Yine bu düşünceye göre, “halen yaşayan ve bir gün dünyaya dönecek olan Îsâ” inancı, Allah Teâlâ’nın tabiatın işleyişi için koyduğu kanunları (sünnetullah) ihmal etmektedir ve bu sebeple Hazreti Îsâ’yı olağanüstü bir konumda yaşatmak isabetli değildir. Dolayısıyla nassın açıkça beyan etmediği hususlarda tabii olanı yani sünnetullahı esas almak gerekmektedir. (Bekir Topaloğlu, Yusuf Şevki Yavuz, İlyas Çelebi, İslam’da İman Esasları, DİB Yay., Ankara 2015, s. 422-423.)

Bunun yanı sıra, Kur’ân’daki ilgili beyanlardan “Hazreti Îsâ’nın Yahudilerden korunduğu, daha sonra eceli gelince vefat ettiği ve ruhunun göğe yükseltildiği” sonucunu çıkaranlar da olmuştur. (Bkz. Zeki Ünal, Hz. İsa’nın Dönüşü Meselesi, TDV Yay., Ankara 2014, s. 129.)

Bu Konudaki Hadisler Manevi Mütevatir Derecesindedir

Hazreti Îsâ aleyhis Selam’ın yeryüzüne ineceği ile ilgili âyetlerde kesin ve doğrudan ifadeler yerine yoruma açık ve dolaylı ifadelerin kullanıldığı doğrudur. Ancak bu konu ile ilgili hadîs-i şerîflerin ifadeleri ise kesin ve nettir. Kıyamet alametleri bağlamında Hazreti Îsâ’nın nüzulü hakkında haber veren hadîs-i şerîfler tek başına ele alındığında bunların lafzen mütevatir derecesine ulaşmadığı söylenebilir. Fakat Hazreti Îsâ’nın yeryüzüne inişinin bütün hadîs kitaplarında otuz kadar sahabenin diliyle Peygamber Efendimiz sallellahü aleyhi ve sellem’den yaklaşık yüz civarında hadîs-i şerîflerle bildirilmesi, ortada manevî mütevâtir derecesinden söz etmeyi gerektirecek kadar rivayetin bulunduğunu göstermektedir. (Kamil Miras bu hadisler hakkında şöyle der: “Lisan-ı Şâri’den (Hz. Peygamber) şeref sâdır olmuş bu eşrât-ı sâat (kıyamet alâmetleri) haber-i âhad ile menkul olmakla beraber her mümin için bilâ te’vîl kabul ve itikad edilmesi lazımdır.” Kamil Miras, Tecrîd-i Sarih Tercümesi, Diyanet Yay., Ankara 1991, VI, 532.)

Nitekim Şevkânî; “Mehdî ve Deccal hakkındaki hadîslerle Hazreti Îsâ’nın inişi hakkındaki hadîslerin mütevâtir olduğunu” (Bkz. Muhammed Enver Şâh, et-Tasrîh bimâ tevâtere fî nüzûli’l-Mesîh (tah. Abdulfettâh Ebû Gudde), Mektebü’l-Matbûâti’l-İslâmiyye, Halep, 1968, s. 64.; Teftâzânî); “Mehdî’nin çıkışı ve Hazreti Îsâ aleyhis selam’ın nüzûlü, kıyâmet alametlerindendir. Bu konudaki rivayetler âhâdî olsa da sahîh haberler olarak gelmiştir. Bu hadîsler, Deccâl’in çıkışı ile ilgili hadîslerin manen mütevâtir olmasına benziyor.” (Teftâzânî, Şerhu’l-Mekâsıd, II, 307.)

Kettânî de; “Âlimlerin, ‘Hazreti Îsâ aleyhis selam’ın inişi, Kitap, Sünnet ve İcma ile sâbittir’ dediklerini belirttiktikten sonra şöyle der: Özetle, beklenen Mehdî hakkında gelen hadîs-i şerîfler mütevâtirdir, yine aynı şekilde Deccal hakkında gelen hadîsler de yine Îsâ bin Meryem hakkında gelen hadîsler de mütevâtirdir” (el-Kettânî, Muhammed bin Ca’fer, Nazmu’l-mütenâsir mine’l-hadîsi’l-mütevâtir, Beyrut 1400/1980, s. 147.) demektedirler. Mütevâtir, lafız ve mâna olmak üzere iki kısımdır. Bu hadîs-i şerîfler manen mütevâtirdirler. Çünkü bu konuda mütevâtir haddine ulaşmış çok hadîs vardır.

Bu Konuda Hadisler Nettir

Kur’ân-ı Kerîm’deki nice âyetlerin açıklama yetkisinin Peygamber’e bırakıldığı gerçeğinden hareketle, böyle önemli bir konuda da açıklama yapma yetkisinin Peygamberimize verilmiş olması tabiidir. Örneğin Hazreti Îsâ ile ilgili bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, adaletli bir hükümdar olan Meryem oğlu Îsâ’nın aramıza inmesi yakındır. Haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, mal dağıtacaktır. Mal o kadar çok olacak ki kimse kabul etmeyecektir.” (Buhârî, “Büyû”, 102; Tirmizî, “Fiten”, 54; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 240, 272, 290, 394.)

Öte yandan Kur’ân-ı Kerîm, Hazreti Îsâ’ya mensup olan Ashab-ı Kehf’in 309 sene mağarada uyur vaziyette yarı ölü bir hayat yaşadıklarını daha sonra diriltilip ecellerini tamamladıktan sonra öldüklerini haber vermektedir. (Kehf sûresi 18/ 9-27)

Hazreti Îsâ’ya mensup olanlara lütfedilen böylesi bir nimet, tevhîd davasının asıl sahibi olan Hazreti Îsâ’ya niçin lütfedilmesin ki? Ayrıca Hz. Îsâ’nın göğe yükseltilmesini ve kıyametten önce gelişini ifade eden nüzûl-i Îsâ meselesi, Ehl-i Sünnet’in inanç esaslarından biri olarak kabul edilmiş ve tarih boyunca bu inanç devam etmiştir. (Kevserî, Makâlât, s. 352-353.)

Ehl-i Sünnet’in bu kabulü, geleneğin ortak kabulüne aykırı davranmamak adına sürdürülen bir inanç değildir. Dolayısıyla mesele hakkındaki güncel tartışmalar her ne kadar bu konunun zayıf birtakım deliller üzerine bina edilmiş olduğu izlenimini verse de işin aslı öyle değildir. Çünkü Ehl-i Sünnet belgelenmemiş, ispatlanmamış bir hususu inanç konusu yapmaz.

Sünnî âlimlerin çoğunluğuna göre bir kıyamet alameti olarak Deccal’in ortaya çıkmasından sonra Hazreti Îsâ gökten inecek, Deccal’in etkilerini ortadan kaldıracak, 7 veya 40 yıl Hazreti Muhammed’in şeriatına bağlı olarak hak dini hâkim kılacak, bundan sonra da kıyamet kopacaktır. (Bkz. Bekir Topaloğlu, a.g.e., s. 422-423.)

Matüridi ve Eş’ari’nin Görüşü

Ehl-i Sünnet’in konu hakkındaki görüşü akaid eserlerinde “kıyamet alametlerinden nüzûl-i Îsâ haktır, inanırız” şeklinde yer almaktadır. (Ebu Hanife, el-Fıkhu’l Ekber, s. 58; Pezdevî, Ehli Sünnet Akaidi, çev. Ş Gölcük, İstanbul 1980, s. 352.)

Eş’arî’ye (ö. 330/941) göre, Allah Teâlâ’nın Hazreti Îsâ’yı göğe yükseltmesi hakkında ümmetin icması bulunmaktadır. Yine ona göre Deccal’ın çıkacağını ve Hazreti Îsâ’nın onu öldüreceğini tasdik etmek gerekmektedir. (Eş’arî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, s. 295.)

Mâtürîdî’ye (ö. 333/944) göre, Yahudiler Hazreti Îsâ’yı öldürmek amacıyla ona tuzak kurmuşlar, fakat Allah Teâlâ onu göğe çıkarmak ve içlerinden birisini ona benzeterek öldürmelerini sağlamak suretiyle tuzaklarını başlarına çevirmiştir. (Mâtürîdî, Te’vîlât, II, 307-308, VIII, 342.)

Konu hakkındaki rivayetlere dayanarak Hazreti Îsâ’nın kıyametten önce ineceğini ve kendisine tabi olanlarla birlikte kâfirlerle savaşacağını söyleyen Mâtürîdî’ye göre, Allah Teâlâ Hazreti Îsâ’yı düşmanlarının arasından ruh ve bedenle birlikte almıştır.489 (Mâtürîdî, Te’vîlât, II, 316-317, VI, 202-203.)

Nesefî (ö. 710/1310), Peygamberimizin bildirdiği Deccal’in ortaya çıkışı, Dâbbetülarz, Ye’cüc ve Me’cüc, Hazreti Îsâ’nın dünyaya dönüşü, güneşin batıdan doğuşu, on kişinin cennetle müjdelenişi haberlerinin hak olduğunu söylemiştir. (Nesefî, el-Umde, çev. Temel Yeşilyurt, Malatya 2000, s. 66.)

Teftâzânî (ö. 793/1390), Hazreti Îsâ’nın göğe yükseltildiğini, bir çeşit canlı olduğunu, kıyametten önce Hazreti Muhammed sallellahü aleyhi ve sellem’in dinini yaşamak için tekrar geleceğini kaydetmiştir. (Teftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, II, 310.)

Kevserî (1879-1952) Teftâzânî’nin “Ye’cüc ve Me’cüc’ün hurucu, Îsâ’nın nüzulü, güneşin batıdan doğması, Dâbbetülarz’ın hurucu haktır” görüşünü bu görüşe katılarak nakletmiştir. (Kevserî, Nuzulü İsa Meselesi, s. 97.)

Nüzûl-i Îsâ meselesi, Ehl-i Sünnet akaidinde müdellel bir kabule dayanmaktadır. Zira bu inancın delili olan âyetler ve hadîsler, Ehl-i Sünnet inancına dair temel kaynaklarda yer almaktadır. Bu delillere göre Hazreti Îsâ öldürülmemiş, asılmamış, bir başkası ona benzetilmiş, Allah Teâlâ Hazreti Îsâ’yı teveffi ederek kendine yükseltmiştir ve Hazreti Îsâ ölmeden önce bütün Ehl-i Kitap ona iman edecektir.

Burada ilgili âyetler konunun seyrini takip eden başlıklar altında incelenecektir.

Hazreti Îsâ Öldürülmemiş ve Asılmamıştır

Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur: “Bir de ‘Allah elçisi Meryemoğlu Îsâ Mesih’i öldürdük’ demeleri yüzünden (lanetlendiler). Hâlbuki onu ne öldürdüler ne de çarmıha gerdiler; (başkası ona benzer kılındığı için) şüphe içine düşürüldüler. Onun hakkında ihtilafa düşenler bu konuda tam bir şüphe içindedirler. Bu hususta zanna uyma dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmemişlerdir.” (Nisâ sûresi (4), 157.)

Bu âyet, öncesindeki âyetlerle birlikte ele alındığında, birtakım yanlış fiillerinden ve sözlerinden dolayı kalplerinin mühürlendiği anlaşılmaktadır. Nitekim onlar verdikleri sözü bozmuşlar, Allah’ın âyetlerini inkâr etmişler, peygamberleri haksız yere öldürmüşler, kalplerinin örtülü olduğunu söylemişler, Hazreti Meryem’e büyük iftira atmışlar, Hazreti Îsâ’yı öldürdüklerini iddia etmişlerdir. (Nisâ sûresi (4), 155-156.) İşte yukarıdaki âyette Yahudilerin ve onlara tabi olan Hıristiyanların (Matta, 27/62; Markos, 15/42; Luka, 23/54; Yuhanna, 19/31) Hazreti Îsâ’nın çarmıha gerilerek öldürüldüğü iddialarına cevap verilmiştir.

Hazreti Îsâ, Göğe Yükseltilmiştir

Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur: “Bilakis Allah onu kendine yükseltmiş/kaldırmıştır. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir” (Nisâ sûresi (4), 158.) Bu âyette, Hazreti Îsâ öldürülmediyse kendisine ne olduğu sorusu cevaplandırılmıştır. Âyetin sonunda Allah Teâlâ’nın azîz ve hakîm olduğunun bildirilmesi, Hazreti Îsâ’nın göğe yükseltilmesinin üstün bir güçle gerçekleştirilen yerli yerince bir iş olduğuna işaret etmektedir. Zikredilen her iki âyetin de onların “biz öldürdük” iddiasının cevabı olduğuna ve “siz değil tam aksine Allah öldürdü” denmediğine, iddiaya verilen cevabın yükseltme/ref olduğuna dikkat edilmelidir. Nitekim bu cevap, Hazreti Îsâ’nın ölmediğinin ifadesidir. Çünkü Yahudiler her ne şekilde olursa olsun ölenin ruhunu alanın Allah Teâlâ olduğunu zaten bilmekteydiler. Bu sebeple “Bilakis Allah onu kendine yükseltmiş/kaldırmıştır” âyetini “Allah onu önce öldürmüş sonra da ruhunu kendine yükseltmiştir” şeklinde anlamak Yahudilerin itiraz edeceği bir cevap değildir. Üstelik böyle bir cevap Yahudilerin iddiasını reddetmek değil, onları desteklemek olur. Hâlbuki âyet onların iddiasını çürütmek için gelmiştir. (Kevserî, Muhammed Zâhid, Nazratün âbiratün fî mezâımi men yünkiru nüzûli Îsâ a.s. kable’l-âhire, Kahire 1943, s. 60-61.)

Öte yandan Allah Teâlâ’nın Hazreti Îsâ’yı sadece ruhu ile yükseltmiş olması, onun öldürülmesine aykırı olmazdı. Çünkü nice peygamberler öldürülmüş, şehit edilmiş sonra da ruhları yükseltilmiştir. Hâlbuki bu âyette Hazreti Îsâ’nın yükseltilip kaldırılması, “bilakis” ifadesiyle öldürülmesine zıt olarak gösterilmiş, öldürülmediğine delil getirilmiştir. Bu durum gösteriyor ki, Hazreti Îsâ’nın yükseltilmesi ruh ve beden ile olmuştur. Âyet, Hazreti Îsâ’nın ölmediğini, hayatta olduğunu göstermektedir. (Kevserî, Makâlâtü’l-Kevserî, s. 93-94.)

Hazreti Îsâ, Ruh ve Bedenle Hayattadır

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

 “Ey İsa! Muhakkak seni Ben vefat ettireceğim (teveffi) ve kendime yükselteceğim. Seni inkâr edenlerden kurtararak temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar küfre sapanların üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır. Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.” (Âl-i İmran sûresi (3), 55.)

(Mâtürîdî, “…sana uyanları kıyamete kadar küfre sapanların üstünde tutacağım” ifadesini tefsir ederken şunları söylemiştir: “İnkâr edenleri kahretmek, öldürmek ve galip gelmek yoluyla onları üstün kılması veya âhiretteki makamları ve dereceleri itibariyle üstün kılması kastedilmiş olabilir. Bazı kıssalarda aktarıldığı üzere, gökten inip kendisine tabi olanlarla birlikte bütün kâfirleri öldürmek suretiyle yeryüzünü kâfirlerden arındıracağı da kastedilmiş olabilir. Bu, onu arındırmak ve ona tabi olanları inkâr edenlerden üstün kılmaktır.” Mâtürîdî, Te’vilâtü’l-Kurân Tercümesi, II, 352.)

Bu âyet, Hazreti Îsâ’nın göğe yükseltilmesinin niteliği hakkında bilgi vermektedir. Diğer bir ifadeyle ruh ve beden ile yükseltilmenin nasıl olduğunu açıklamaktadır. Bu açıklamaya bakılınca “yükseltme” eyleminden önce “teveffi/vefat” kelimesinin geçtiği görülmektedir. Buna göre Hazreti Îsâ, önce teveffi edilecek ardından yükseltilecektir. Teveffinin mahiyeti ise Kuran’da şöyle açıklanmıştır:

“Allah, ölüm (mevt) zamanı gelince nefsleri vefat ettirir (teveffi). Ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar (imsak), diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır (irsal). Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Zümer sûresi (39), 42.)

“Ben onlara, sadece bana emrettiğin şeyi söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin (dedim.) Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit (ve örnek) idim. Ama beni vefat (teveffi) ettirdiğinde artık üzerlerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen, her şeye hakkıyla şahitsin.” (Maide sûresi (5), 117.)

Burada vefatı iki şekilde anlamak mümkündür: Almak (kabz) ve ölüm (mevt). Çünkü bu kelime, “ahde vefa, ölçüyü ve tartıyı tam yapmak, birinden bir mal ya da herhangi bir şeyi geride bırakmaksızın tümüyle almak, can almak, ruhu kabzetmek, ölüm” manalarına gelir. (Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, Kahraman Yay., İstanbul 1986, s. 829-830.)

Âyette “mevt” kelimesinin hakiki manası “ölüm” olduğuna göre “vefat” kelimesi ölüm anlamında mecazdır. O halde vefatın hakikî manası “almak (kabz)” şeklindedir. Buna göre ruhun alınması mutlaka ölüm demek değildir. Bûtî de teveffi kelimesinin “almak” ve “kabzetmek” manasına geldiğini belirterek ölüm manası ile birebir karşılanmasına itiraz eder ve ölüm manasını vermenin lügat bilmemekten kaynaklandığını söyler. (Bûtî, Kübra’l-Yakîniyyâti’l-Kevniyye, Dâru’l-Fikr, Dımaşk 1993, s. 329.)

Ayetten anlaşılan o ki, teveffi kavramı uyku ve uyku dışında ruhun alınmasını ifade etmektedir. Ruhun uyku dışında yani bilinç kaybının olmadığı durumda alınmasıyla ölümün vaki olduğu, ruh ile beden arasındaki irtibatın tamamen koptuğu anlaşılmaktadır. Nitekim “ölüm (mevt) zamanı gelince” ibaresi bunu anlatmaktadır. Ruhun uykuda alınmasının ise iki sonucu bulunmaktadır. Birincisi, ölümüne hükmedilenin ruhunun tutulup alıkonmasıdır (imsâk). Bu durum, bir daha uyanamayan kişinin halini anlatmaktadır. Ölüm anlamında ruhu alınıncaya kadar bu kişinin hayati işlevleri devam etmiş ve ardından ölüm vaki olunca hayatiyeti sona ermiş, böylece ölüm gerçekleşmiştir. İkincisi, ölümüne hükmedilmeyenlerin ruhlarının belirli bir süreye (ecel) kadar salıverilmesidir (irsâl). Bu durum, uykusundan uyanan kişinin halini anlatmaktadır. Uykuya dalınca bu kişinin de ruhu alınmıştır. Fakat her ne kadar bilinç bulunmasa da hayatiyet devam etmektedir. Kişi uyanınca hayatiyet ve bilinç birlikte hareketi sürdürmektedir.

Sonuç itibariyle teveffi kavramı mutlaka ölüm demek değildir. Bu sebeple, âyette ruhların alınmasının/teveffi önce, ölümün/mevt sonra gelmiş olmasına bakarak ruh alınınca ölüm vaktinin mutlaka gelmiş olduğu anlaşılmamalıdır. Çünkü ölüm vakti gelmediği halde uyuyanın ruhu da alınmaktadır. Ayrıca eğer kelime ölüm manasına gelseydi mevt kelimesinin anlamsız olması gerekirdi. Hâlbuki Allah’ın kelamında anlamsız kelimenin olması düşünülemez. (Kevserî, Nazratün Abirah, s. 78-79.)

 Öte yandan teveffinin süresi kısa ya da uzun olabilir. Nitekim Ashab-ı Kehf’in teveffisi 309 yıl sürmüştür. (Kehf sûresi (18), 25.) Buraya kadar verilen bilgiler gözden geçirilecek olursa, Hazreti Îsâ’nın yükseltilmesinin ruh ve beden ile olduğu, bunun mahiyetinin ise teveffi/vefat ile açıklandığı görülür. Ruh ve beden birlikteliği henüz ölümün vaki olmadığını açıkça ortaya koyduğuna göre, Hazreti Îsâ’nın hayatiyeti devam ediyor demektir. Teveffinin mutlaka ölüm anlamına gelmemesi de bunu teyit etmektedir. Ashab-ı Kehf’te olduğu gibi bunu bir tür “bedeni vefat ettirme” yani beslenmeye ihtiyaç hissetmeksizin canlı olma şeklinde anlamak mümkündür. Buna göre “seni ben vefat ettireceğim” âyeti “seni ben dünyadan çekip alacağım” şeklinde anlaşılır. (Kevserî, Nazratün Abirah, s. 78-79.)

Öte yandan, âyette geçen “seni ben vefat ettireceğim” ifadesini İbn Abbas’ın “seni ben öldüreceğim” diye açıkladığına dair rivayeti, (Taberî, Câmiu’l-beyân, IV, 100. Teveffi/vefat kelimesinin hakiki ve mecâzî anlamları bu derece açıkken İbn Abbas’ın bu kelimeyi niçin hakiki ölüm manasında tefsir ettiği hakkında Mâturîdî “Hz. İsa’nın tapınmaya layık bir varlık olmadığı bilinmiş olsun” şeklinde yorum yapmıştır. Mâtürîdî, Te’vilâtü’l-Kurân Tercümesi, (Bekir Topaloğlu, Kemal Sandıkçı), II, 349-350) “hakikî manada ölümün ardından yükseltme” şeklinde anlamak, Yahudilerin iddiasını cevapsız bırakmak olur. Zira onlar Hazreti Îsâ’yı katlettiklerini öne sürmüşlerdir ve bu şekilde de olsa gerçekte öldürenin Allah Teâlâ olduğunu bilmektedirler. O halde bu tefsir, hakikî manada ölümün gelecekte olacağının delilidir. Bu manayı pekiştirmek üzere bazı âlimlere göre âyette takdim-tehir vardır. Bu, âyetin “seni kemalime yükselteceğim sonra gökten yere inmenin ardından öldüreceğim” anlamına gelmesi demektir. Ancak burada ister takdim-tehir olsun ister olmasın hüküm bakımından aynıdır. Çünkü bir şeyin takdim veya tehir edilmesi halinde elde edilecek hüküm, takdim-tehire göre değişmemektedir. Zira önce zikredilen nice şey hükümde sonraya kaldığı gibi, sonra zikredilen nice şey de hükümde daha önce gelmiştir. Durum böyle olunca, bir şeyin önce zikredilmesi halinde hükmünün de önce, sonra zikredilmesi halinde hükmünün de sonra olmasının gerektiğine dair bir işaret yoktur. Velhasıl takdim-tehir olduğunda önce yükseltme sonra hakikî manâda ölüm, olmadığında ise önce uyku hali gibi mecazî manada ölüm sonra yükseltme vaki olacaktır. Anlaşılan o ki, “…kendime yükselteceğim” (Âl-i Imran sûresi (3), 55.)  ve “Bilakis Allah onu kendine yükseltmiş/kaldırmıştır” (Nisâ sûresi (4), 158.) âyetlerinden dolayı Hz. Îsâ’nın göğe yükseltilmesi konusu tartışmaya mahal vermeyecek kadar nettir. Yükseltmenin ifade edildiği “rafea” fiilinin Kur’ân-ı Kerîm’de birçok yerde “maddeyi yükseltme” anlamında kullanılmış olmasından (Bakara sûresi (2), 63, 127; Nisâ sûresi (4), 154; Yusuf sûresi (12), 100; Ra’d sûresi (13), 2; Meryem sûresi (19), 57; Hucurât sûresi (49), 2; Tûr sûresi (52), 5; Rahmân sûresi (55), 7; Vâkıa sûresi (56), 3; Nâziât sûresi (71), 28; Ğâşiye sûresi (88), 13, 18.) hareket eden müfessirler onun ruh ve bedenle göğe yükseltildiğini ifade etmişlerdir. (Mücâhid, Tefsîr, Beyrut ty., I, 181; Semerkandî, Tefsîru Ebi’l-Leys, I, 69b; Kurtubî, elCâmi li-Ahkâm, Kahire 1967, IV, 99-10; Ebussuud, İrşâdüakli’s-selîm, Mısır ty., I 242; Zuhaylî, et-Tefsîru’l-münîr, Beyrut 1991, VI, 20-21; Sâbûnî, Safvetü’t-tefâsîr, İstanbul ty., I, 317. )

Müfessirlerin “yükseltme (ref‘)” kavramına “canlı beden yükseltmesi” manasını Hazreti Îsâ’nın tekrar dünyaya döndürüleceği manasını elde etmek için verdikleri ve söz konusu takdim-tehiri bu görüşü desteklemek için yaptıkları iddiası, (Topaloğlu, Yusuf Şevki Yavuz, İlyas Çelebi, İslam’da İman Esasları, DİB Yay., Ankara 2015, s. 422.)

Hazreti Îsâ’nın göğe yükseltilmesinin sadece ruhen olduğu düşüncesi (Reşid Rıza, Tefsîru’l-menâr, Beyrut ty., III, 317; Merâğî, Tefsîr, Beyrut 1974, III, 169.) ve onun Yahudilerden korunduğunu, daha sonra eceli gelince vefat ettiğini ve ruhunun göğe yükseltildiği (Zeki Ünal, Hazreti İsa’nın Dönüşü Meselesi, TDV Yay., Ankara 2014, s. 129. 514 Nisâ sûresi (4), 159.)tezi de yukarıdaki açıklamalara bakıldığında tutarlı görünmemektedir.

Bütün Ehl-i Kitap Hazreti Îsâ’ya İman Edecektir Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur: “Ehl-i Kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir; o (Hazreti Îsâ) da kıyamet günü aleyhlerinde bir şahid olacaktır.” (Nisâ sûresi (4), 159.)

Bu ilahî kelamdaki “ölümünden önce” ifadesini iki şekilde anlamak mümkündür. İlk anlam, “ölüm vakti gelen her bir Ehl-i Kitap ölmeden önce ona iman edecek” şeklindedir. Kur’ân-ı Kerîm’e göre Yahudiler ile Hıristiyanlar Ehl-i Kitaptır ve Hıristiyanlar zaten ona inanmaktadırlar. Bu durumda Yahudiler de ölmeden önce ona inanacaklar demektir.

Ancak Hazreti Îsâ’nın yeryüzüne indirilişine kadarki Yahudilerden ona inanmayanların varlığı, söz konusu inanmanın daha sonra olacağını göstermektedir. Bu sebeple Hasan-ı Basrî’nin de ifade ettiği gibi âyetteki “ölümünden önce” ifadesini “Hz. Îsâ’nın ölümünden önce” şeklinde anlamak gerekmektedir. Bu durumda âyetin anlamı, “Îsâ gökten inince herkes ona iman edecek” şeklindedir. Şöyle ki, Deccal ortaya çıkınca Cenab-ı Hak, Hazreti Îsâ’yı indirecek ve o da Deccal’i öldürecektir. Bunun üzerine Ehl-i Kitabın geride kalanı ona iman edecek, Yahudilerden ve Hıristiyanlardan müslüman olmayan kimse kalmayacaktır. (Taberî, Câmiu’l-beyân, VI, 18-20; Suyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, II, 733-734.)

Hazreti Îsâ, Kıyamet Alametidir

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz o, Kıyametin (kopacağının) bir bilgisidir. Artık onun hakkında asla şüphe etmeyin, bana uyun, bu doğru bir yoldur.” (Zuhruf sûresi (43), 61.) Bu âyetin öncesinde Hazreti Îsâ’nın, kendisine nimet verilen ve İsrailoğulları’na örnek kılınan bir kul olduğundan, şayet dileseydi Allah Teâlâ’nın insanlar yerine yeryüzünde insanların yerine geçecek melekler yaratmış olacağından bahsedilmiştir. Mâtürîdî’ye göre âyetteki “le-ılmün” kıraati, “Hazreti Îsâ’nın iniş bilgisi” ile tevil edilebilmektedir. (Mâtürîdî, Te’vîlât, XIII, 265-266.) Bunun yanında “le-alemün” şeklindeki kıraate bakıldığında, Hazreti Îsâ’nın yeryüzüne inişinin kıyametin alametlerinden biri olduğunu da söylemek mümkündür. Bu durumda âyetin manası “Muhakkak ki Meryem oğlu Îsâ kıyametin kopmasının alâmetidir” şeklindedir. (Kevserî, Nazratün Abirah, s. 103-104.)

Âyette Hazreti Îsâ’nın kıyametin bilgisi ya da alameti olması, onun kıyamete yakın bir zamanda var olmasını gerektirmektedir. Hâlbuki Hazreti Îsâ ile Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem arasında 600 yıllık bir zaman dilimi bulunmaktadır. Kıyamete Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem daha yakın göründüğüne göre onun kıyamet alameti olması daha makul görünmektedir. Fakat âyet Hazreti Îsâ’nın alamet olduğunu haber vermektedir ve bu durum Hazreti Îsâ’nın kıyamet öncesinde yeryüzüne ineceğine işaret etmektedir.

Yine Ebû Hüreyre radıyellahu anh’ın rivayetine göre Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İmamınız (devlet başkanı) sizden olduğu halde Meryem oğlu (Îsâ a.s.) aranıza indiği zaman (Îsâ da imamınıza uyduğunda) acaba sizler nasıl olursunuz?” (Buhârî, “Enbiyâ”, 51; Müslim, “Îmân”, 244-245.)

Diğer bir hadîs-i şerifte de Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden bir tâife hakka yardımcı olarak kıyâmete kadar çarpışmakta devam edecektir. Sonra Meryem’in oğlu Îsâ aleyhis selam inecek ve müslümanların emîri ona: Gel bize namaz kıldır, diyecek, o da: Hayır, Allah’ın bu ümmete bir ikramı olmak üzere sizler birbirinize emîrsiniz, diyecektir.” (Müslim, “Îmân”, 247; Buhârî, “Enbiyâ”, 51; Ahmed b. Hanbel, III, 345, 384.)

Bu iki hadîs-i şerîfteki emîrden ve imamdan maksad Mehdî’dir. İbn Hacer el-Askalânî, Buhârî şerhinde, Ebû’l-Haseni’l-Has’î’l-Ebedî’nin, Menâkıbüş-Şâfiî kitabındaki şu değerlendirmeleri aktarmaktadır: “Mehdî’nin bu ümmetten olduğuna ve Hazreti Îsâ aleyhis selam’ın da Mehdî’nin arkasında namaz kılacağı haberleri mütevâtirdir. Peygamber Efendimiz’in: “İmamınız kendinizden olduğu halde” buyurması, İncil ile değil Kur’ân’la hükmedecek veya Şerîat-i Muhammediyye her asırda ilim ehlinden bir tâifede bulunarak kıyâmete kadar aralıksız devam edecek, demektir. Mehdî’nin kendisine “Gel bize namaz kıldır!” dediğinde Îsâ aleyhis selam, eğer imam olarak öne geçseydi gerçekten bir problem olurdu ve Mehdî’nin bu sözü “vekil veya kendi şerîatini uygulayıcı olarak öne geçmeyi uygun görür müsün?” mânasında algılanırdı. Ama Îsâ aleyhis selam, şüphe tozuyla tozlanmaması için namazı cemaat olarak Mehdî’nin arkasında kıldı (kılacaktır).” (Askalânî, İbn Hacer, Fethu’l-bârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî (tah. Muhammed Fuad Abdulbaki, Abdulaziz Abdullah b. Bâz), Mekke ts. VI, 493, 494.)

Mehdî hakkında bazı hadîs-i şerîfler:

Abdullah b. Mes’ûd radıyellahu anh’tan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dünya hayatından tek bir gün kalsa, Allah o günü uzatır, o gün benden (benim sülbümden) veya benim ehl-i beytimden ismi benim ismime, babasının ismi benim babamın ismine uygun bir zatı gönderinceye kadar (Allah o günü uzatır). Yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi adalet ve doğrulukla dolduracaktır. Benim ehl-i beytimden ismi ismime uygun bir kimse Arap milletine sahip oluncaya kadar dünya gitmez ve dünyanın ömrü bitmez.” (Ebû Dâvûd, “Mehdî”, 1 (4282); Tirmizî, “Fiten”, 52 (2232); Dârimî, “Mehdî”, 4; Ahmed b. Hanbel, I, 376-377, 430, 448.)

Tirmizî, bu hadîs, hasen sahîhtir, diyor. Elbânî de hadîsin sahîh olduğunu belirtmiştir. Ebû Saîdi’l-Hudrî radıyellahu anh’ın rivayetine göre Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

 “Mehdî bendendir, alnı geniş, burnu ince uzun ve ortası biraz yüksekçedir. Yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi onu doğruluk ve adaletle doldurur. Yedi sene hükmedecektir.” (Ebû Dâvûd, “Mehdî”, 1. Hadîs no: 4285; Ahmed b. Hanbel, II, 291, III, 17.)

 Elbânî bu hadîs-i şerîf için, hasen hadîstir, demiştir. Ümmü Seleme radıyellahu anhâ, Rasûlullah’tan şöyle derken işittim diye rivayet etmiştir: “Mehdî, benim ehl-i beytimden kızım Fâtıma’nın çocuklarındandır.” (Ebû Dâvûd, “Mehdî”, 1. Hadîs no: 4284; İbn Mâce, “Fiten”, 34. Hadîs no: 4087.)

Hazreti Ali radıyellahu anh’ten rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Mehdî, bizden, Ehl-i Beyt’tendir. Allah onu bir gecede ıslah eder.” (İbn Mâce, “Fiten”, 34, 4085.) Bu hadîs-i şerîf için Ahmed Şakir ve Elbânî, sahîh hadîstir, demişlerdir.

İbn Kesîr, Allah, Mehdî’yi bir gecede bağışlayıp kusurlarını affedecek, ona başarı ve fazîlet ihsan edecek, demiştir. el-Hafnî, Câmiu’s Sağîr’in haşiyesinde yani Allah Teâlâ onu halka hükümdarlık yeteneğine ve ilmî faziletlere bir gecede kavuşturacak, demiştir.

Ebû Saîdi’l Hudrî radıyellahu anh’ın rivayetine göre Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ümmetim içinde Mehdî olacaktır. (Aranızda kalması) kısa tutulursa (kalacağı süre) yedi (yıl)dır. Kısa tutulmazsa dokuz yıldır. Benim ümmetim o devirde öyle bir refah bulacak ki, o güne kadar onun gibisi kesinlikle olmamıştır. Yeryüzü, ürününü verecek ve insanlara hiçbir şeyi esirgemeyecektir. Mal da o gün çok birikmiş olacaktır. Adam kalkıp: Ey Mehdî! Bana (mal) ver, diyecek; Mehdî de al, diyecektir.” (İbn Mâce, “Fiten”, 34 (4083); Tirmizî, “Fiten”, 53 (2233).)

 Bu hadîs-i şerîfin son kısmı ile ilgili Tirmizî’nin rivayetinde şu ifade geçmektedir: “Mehdî’ye bir adam gelir ve şöyle der: “Ey Mehdî! Bana da ver, bana da ver!” Mehdî de onun elbisesine, taşımaya gücü yettiği kadar dolduracaktır.” (Tirmizî, “Fiten”, 53 (2233).) Bu hadîs-i şerîf için Tirmizî, bu hadîs hasendir, demiştir. Müslim’de ve Buhârî’de Mehdî ismi değil Mehdî’nin vasfı olan halîfe veya imam olarak ifade edilmiştir. İşte tam da İbn Mâce ve Tirmizî’de geçen konu hakkında Müslim’in Sahîh’inde Ebû Saîd el-Hudrî’nin rivayetine göre Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizin halîfelerinizden bir halîfe malı avuçla avuçlayacak, adetle saymayacaktır.” (Müslim, “Fiten”, 68-67.)

Ebû Saîd ile Câbir bin Abdullah’ın rivayet ettikleri hadîs-i şerîfte ise Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Âhir zamanda bir halîfe gelecek, malı taksim edecek, saymayacaktır.” (Müslim, “Fiten”, 69)

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in zevcesi Ümmü Seleme radıyellahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:  “Halifenin ölümü anında ihtilaf olur. Medine halkından bir kişi (Mehdî) koşarak Mekke’ye doğru çıkar, Mekke halkından bir grup insan ona (Mehdî), onu (halifeliği) istememesine rağmen insanların huzuruna çıkarırlar. Rükün (Hacer-i Esved) ile Makam-ı İbrahîm arasında ona biat ederler. Ona Şam halkından bir müfreze gönderilir. O müfreze Mekke ile Medine arasında Beyda denen yerde toprak yarılarak içine batarlar. Bu olayı Şam’ın velileri ve Irak halkının ileri gelenleri gördükleri zaman onlar da (Hacer-i Esved’le Makam-ı İbrahîm arasında) ona biat ederler. Sonra dayıları Benî Kelb’den olan Kureyş kabilesine mensup bir zât yetişir, biat edenler üzerine bir müfreze asker gönderir, biat edenler onlara galip gelirler. Bu müfreze Benî Kelb’in gönderdiği müfrezedir, (o zaman) Kelbin ganimetinde hazır bulunmayana yazık! (Halife olan zat Mehdî)  malı taksim edecek. İnsanlardan bir kısmı Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in sünneti ile amel edecek, İslâm yeryüzüne tam mânasıyla yerleşecektir. (Mehdî) yeryüzünde yedi sene kalıp sonra vefat edecek ve Müslümanlar onun namazını kılacak.” (Ebû Davûd, “Mehdî”, 1 (4286); Ahmed b. Hanbel, VI, 316.)

Bu hadîs-i şerîften, Mehdî’nin, Medineli olduğu, halîfeliği, emîrliği istemediği, hatta insanların ellerinden kaçtığı, Mekke’de Mekke halkından bir grubun, halîfeliği istememesine rağmen bulunduğu yerden çıkarıp Hacer-i Esved’le Makam-ı İbrahîm arasında Mehdî’nin Mehdî olduğunu bilerek biat edecekleri anlaşılmaktadır. Demek ki, o geceye kadar kendisinin mehdî olduğunu bilmeyecek, o gece Allah Teâlâ onu layık kılacak da böylece kendisinin mehdî olduğunu anlamış olacaktır. Teftâzânî, Şerhu’l Mekâsıd’ın son kısmı olan İmâmet konusuna ilave olarak Mehdî’nin çıkışı hakkında şöyle demiştir: Teftâzânî, Mehdî ile ilgili delil olarak, dört hadîs-i şerîf almış, sonunda da ‘ulemânın, Mehdî’yi, Hazreti Fâtıma radıyellahu anhâ’nın soyundan, Allah Teâlâ istediği bir zamanda yaratacağını ve dînine yardım için âdil bir imam olarak göndereceği’ görüşünde olduklarını’ söylemiştir. (Teftâzânî, Şerhu’l-Mekâsıd, II, 307.)

Tirmizî’ye şerh yazan Mübârekfûrî de, Mehdî hakkında gelen hadîs-i şerîfler hakkında şu açıklamayı yapmıştır: “Geçen asırlardan beri Ehl-i İslâm’ın bütünü arasında meşhur olan, âhir zamanda Ehl-i Beyt’ten bir kişinin muhakkak zuhur edeceği, dini kuvvetlendireceği, adaleti ortaya koyacağı, müslümanların ona tâbi olacağı ve İslâm memleketlerine hâkim olacağıdır. O kimseye Mehdî denmektedir. Deccâl çıkacak, ondan sonra Sahîh’de belirtildiği gibi kıyâmet alametleri olarak; Îsâ aleyhis selam inecek, Deccal’i öldürecek, namazda Mehdî’ye tâbi olacaktır. Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce, Bezzar, Hâkim, Taberânî, Ebû Ya’lâ el-Mevsılî gibi hadîs imamları Mehdî hadîslerini tahrîc etmişler ve Sahâbeden Hazreti Ali, İbn Abbâs, İbn Ömer, Talha, Abdullah bin Mes’ûd, Ebû Hüreyre, Enes, Ebû Saîd el Hudrî, Ümmü Habîbe, Ümmü Seleme, Sevbân, Kurre bin İyâs, Aliyyü’l Hilâl, Abdullah bin el-Hâris el-Cüz (radıyellahu anhüm) gibi sahabeye isnad etmişlerdir. Bu hadîslerin isnadları, sahîh, hasen ve zayıf arasındadırlar. Fakat İbn Haldûn, Mehdî hakkındaki hadîslerin hepsinin zayıf olduğu hususunda çok mübâlağa etmiştir. İbn Haldun isabetli değil bilakis hata etmiştir.” Mübârekfûrî en sonunda şöyle diyor: “İmam Mehdî’nin çıkışına dair hadîsler gerçekten çoktur. Fakat bu hadîslerin çoğu zayıftır. Lakin Tirmizî’de Abdullah b. Mes’ûd’dan rivayet edilen hadîs asla hasen derecesinden aşağı değildir. Hasen ile zayıf hadîsler arasında çok şahidleri de vardır. Abdullah bin Mes’ûd’un bu hadîsi, şevâhidi ve ona tâbi olan hadîsler şüphesiz Mehdi için delil olmaya uygundur. İmam Mehdî’nin hurucu ve zuhuruna dair söz haktır ve doğrudur. Allah Teâlâ en iyi bilendir.” (Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-ahvezî, Şerhu Câmiı’t-Tirmizî, Medine 1386/1967, VI, 484-485.)

 Mehdî’nin geleceğine inanmanın faydası veya zararı ne olabilir? “Mehdî gelsin bizi kurtarsın” mantığı yanlıştır. ‘Şimdiden ben, İslâm’ın anlaşılması ve yaşanması, hayata hâkim olması için çalışmalıyım ki, gelince ona asker olabileyim’, düşüncesi doğrudur. İşte bu şekilde, doğru değerlendiren de yanlış değerlendiren de olabilir. Rasûlullah Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem gelince inanması gereken insanların çoğu inanmadı, karşısına geçti. Bir kısmı da gelmesini fırsat bildi, gelişini hem kendi kurtuluşuna hem başkalarını kurtarmaya vesile kıldı.

Mehdî’nin gelecek olması, elbette bir müjdedir; mü’minlere ümit verir, İslâm için çalışma aşkını tetikler. Yoksa “ben çalışmayayım, Mehdî gelsin beni kurtarsın” düşüncesi şekâvet alametidir. İşte gerçek ve daimî mehdî durumunda olan Kur’ân-ı Kerîm gelmiş, hep beraber ona uyalım ki Mehdî gelince onun askeri olabilelim.

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in, “Muhakkak Allah, her yüz senenin başında bu ümmetin dinini (bid’atlardan arındırıp) yenileyecek (ilim ve irfan sahibi müceddid) bir zatı gönderir”(Ebû Dâvûd, “Melâhim”, 1 (4291).) buyurduğuna bakarak herhalde en son müceddidin Mehdî olacağını anlamak mümkündür. Mehdî şüphesiz hem âlim hem de otorite sahibi âdil bir idareci olacaktır. Mehdî gelecek ise, inkâr etmekle yok olmaz; gelmeyecek ise gelecek demekle de gelmez. Bu konu ictihâdî değil, gaybî bir konudur. Bu konuyu haber veren kimse, nice gâib haberlerin âyet-i kerîme ile kendisine bildirildiği sabit olan Rasûlullah Efendimiz’dir. Eğer Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem’in haber verdiği şey sahîh haberle sabit ise tasdik edilir. Bu haberler mütevâtir ise tasdiki farz olur; eğer manen mütevâtir iseler tasdiki vacib olur. Farz olanın inkârı kişiyi kâfir kılar; vacib olanın inkârı kişiyi kâfir kılmaz, itikaden fâsık eder. Zira Mehdî ile ilgili hadîs-i şerîfler, lafzen mütevâtir değil manen mütevâtir derecesine ulaşmıştır. Lafzan mütevâtir, lafızda ve mânada haberin rivayetleri ittifak ettiği zaman lafzan mütevâtir denir. Mânen mütevâtir, rivayetlerin bütününde mânada ittifak olmasıyla birlikte lafızlarda ihtilaf olursa mânen mütevâtir denir. (Muhammed Enver Şah, et-Tasrîh bimâ tevâtere fî nüzûli’l-Mesîh, tahk. Abdulfettah Ebû Ğudde,  Beyrut 2005, s. 57-58.)

Bazı itirazlara cevaplar

a- “Mehdî ile ilgili hadîsler, her toplumda bir ‘kurtarıcı’ beklentisi ile uydurulmuştur.”

Mehdî ile ilgili hadîsler, toplanıp kitap hâline getirildiği zaman, İslâm’ın altın çağı; müslümanların galip, gayr-i müslimlerin mağlup olduğu ve zimmî sayıldığı bir zamandır. Galipler mağluplardan değil, mağluplar galiplerden etkilenirler. “Kurtarıcı” anlayışı, asırlardan beri, hatta Sümerlerden beri var olmuştur. Başka dinlerde veya milletlerde herhangi bir sebeple kurtarıcı aranması Mehdî inanç ve anlayışının İslâm’a dışarıdan geldiğini göstermez. Sahîh Sünnet’e asla dış tesir girmemiştir. Hadîs ilminden biraz bilgisi olanlar, rivayet edilen hadîslerin toplamı mânen mütevâtir derecesine gelen bir konunun dış tesirden uzak olduğunu bilirler.

b- Mehdî İle İlgili Hadîslerin Ehl-i Sünnet’e, Şia’dan Geldiği İddiası

Mehdî itikadının Ehl-i Sünnet’e Şia’dan geldiği iddiası da batıldır ve iftiradır. Şöyle ki; Şia’nın 12. İmamı Muhammed b. el-Hasen el-Askerî’nin, hicrî 260 (m. 873) yılında, henüz 5 yaşında iken gayb âlemine çekildiği ve kıyâmete yakın bir vakitte ortaya çıkacağı iddia edilmektedir. Ehl-i Sünnet itikadına göre bu asla doğru değildir. Şunu da belirtmek gerekiyor; Mehdî hakkındaki manen mütevâtir haddine gelen rivayetler, Muhammed bin el-Hasen el-Askerî doğmadan önce; Ahmed bin Hanbel’in Müsned’i ve Abdurrezzak’ın el-Musannef’i gibi hadîs kitaplarında yer almaktadır. Bu da gösteriyor ki, Ehl-i Sünnet’teki Mehdî itikadının Şia ile irtibatlandırılmasına imkân yoktur. Beklenen Mehdî inancı, Şia’da olan bir inançtır. Ehl-i Sünnet’te ‘biz çalışmayalım, Mehdî gelsin bizi kurtarsın’ şeklinde bir beklenti yoktur. Çünkü bu anlayış insana çalışmayı bıraktırır, tembelliğe sevk eder. Bu anlayış İslâm’da yoktur. Ebû Hüreyre radıyellahu anh’ın rivayetine göre Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemîn ederim ki Meryem oğlu (Îsâ) hac veya umre yahut ikisini birden yapmak için mutlaka Fecc-i Ravhâ’da telbiye getirecektir.” (Müslim, “Hacc”, 216.)

Fecc-i Ravhâ: Mekke ile Medine arasında bir yerdir. Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem Bedir harbine, Mekke’nin fethi ile Veda Haccına giderken buradan geçmiştir. Yine bir başka rivayetinde şöyle buyurmuştur: “Îsâ aleyhis selam insanları İslâm’a davet edecek; Allah onun zamanında dinleri helâk edecek, sadece İslâm kalacak; Allah onun zamanında Mesîh-i Deccâl’i helâk edecektir. Îsâ aleyhis selam kırk sene kalacak, sonra vefat edecek; Müslümanlar da onun cenaze namazını kılacaklardır.” (Ahmed b. Hanbel, II, 406.)

Hâkim’in tahriç edip sahîhtir dediği, İmam Zehebî’nin de Müstedrek’in telhîsinde ‘sahîhtir’ dediği hadîste, Hazreti Îsâ’nın aleyhis selam, peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in kabrini ziyaret edeceğini, selam vereceğini, Peygamberimizin de selamına cevap vereceği bildirilmektedir. (Ahmed b. Hanbel, II, 290; Hâkim, el-Müstedrek, II, 595; Suyûtî, ed-Dürru’l-mensûr fî’t-tefsîr bi’l-me’sûr, II, 245.)

Sonuç olarak, Hazreti Îsâ’nın göğe yükseltilmesi ve yeryüzüne indirilecek olması konusunda onun ruh ve beden ile birlikte göğe yükseltildiği ve yeniden dünyaya geleceği görüşü kabule şayandır. Çünkü Kelam kitaplarının çoğunda kıyamet alametlerinden biri olarak Hazreti Îsâ’nın nüzulünün hak olduğunu yazan âlimlerin dayandığı âyetler, Hazreti Îsâ’nın ölmediğine, diri olarak göğe yükseltildiğine ve ahir zamanda ineceğine tek başına delil olarak yeterlidir. Buna zıt olan ihtimallerin dayanağı zayıftır. Zira verdikleri mânalar, kavramların anlam örgüsü bakımından Kur’ân sözlüğüne uymamaktadır. Ayrıca Kur’ân, Sünnet ve İcma delilleriyle sabit bir hususta yeni bir şeyler söylemek uğruna bunlarla çatışan yorumları kabul etmenin dini yönü olamaz.

Mütevâtir derecesine ulaşan hadîs-i şerîfler bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’deki bilgileri desteklemekte, bazı noktalarda daha geniş manada açıklık getirmektedir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, detaylandırmadan özlü bir biçimde konuya yer vermiştir. Bu bakımdan, İsra, Miraç, Deccal’in çıkışı, Hazreti Îsâ’nın nüzulü, ve Deccal’i öldürmesi gibi konularda Peygamber Efendimiz’in haber verip bize kadar sahîh nakille gelenlere inanmak gereklidir. Nitekim Kâdî Iyâz da; “Ehl-i Sünnet’e göre Îsâ aleyhis selma’ın inmesi ve Deccâl’i öldürmesi haktır, sahîhtir. Çünkü bu konuda sahîh hadîsler gelmiştir. Aklen ve şer’an bunu iptal edecek bir delil de yoktur. Bundan dolayı ispatı vaciptir” demiştir. (Davudoğlu, Ahmed, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İstanbul 1977, XI, 401.)

Hazreti Îsâ aleyhis selam’ın nüzûlü hakkındaki hadîsler manen mütevâtir olsalar da her bir hadîs ya meşhur veya âhad haber seviyesindedirler. Bu sebeple, Hazreti Îsâ’nın inişinin inkâr edilmesi küfrü gerektirmez.  Hazreti Îsâ aleyhis selam’ın ineceğine ve Deccâl’i öldüreceğine inanmak, müslümanları İslâmî duyarlılığa, İslâm’ın yeniden galip geleceği inancı ile onları galibiyet sebeplerine sevk eder; atalete ve ümitsizliğe engel olur.

Hazreti Îsâ’nın Deccal’ı Helak Etmesi Abdullah bin Amr radıyellahu anhümâ, Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu dedi: “….Deccal ümmetimin arasında çıkacak ve kırk (zaman) kalacaktır. (Kırk gün mü dedi, kırk ay mı yoksa kırk sene mi bilemiyorum.) Derken Allah, Meryem oğlu Îsâ’yı gönderecektir. O Urve bin Mes’ud gibidir. O, Deccâl’i arayıp yok edecektir. Sonra insanlar yedi sene duracak; iki kişi arasında [bile] düşmanlık olmayacaktır. Sonra Allah, Şam tarafından soğuk bir rüzgâr gönderecek ve yeryüzünde kalbinde zerre kadar hayır yahut iman bulunan hiç kimse kalmayacak, hepsinin ruhunu alacaktır. Hatta biriniz bir dağın içine girmiş olsa, rüzgâr üzerine girip ruhunu alacaktır.” Ben bunu Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem’den işittim. Buyurdular ki: “Bunun üzerine insanların şerlileri kuş hafifliğinde ve yırtıcı hayvan tabiatında kalacaklar. Ne bir iyilik tanıyacaklar ne de bir kötülüğe mâni olacaklar. Şeytan kendilerine insan şeklinde görünerek, ‘(Bana) icabet etmiyor musunuz?’ diyecek. Onlar da şöyle cevap verecekler: ‘Bize ne emredersin?’ Şeytan onlara putlara tapmayı emredecektir. Onlar da bu halde rızıkları bol, yaşayışları güzel halde devam ederken Sûr’a üfürülecektir. Bunu işiten herkes boyun bükecek ve boyun kaldıracaktır (teslim olacaklardır). (Müslim, “Fiten”, 116; Ahmed b. Hanbel, II, 166.)

3- Ye’cûc ve Me’cûc’un Çıkması

Bu iki kabilenin yeryüzüne dağılıp bozgunculuk yapması, kıyâmetin büyük alâmetlerindendir. Kehf Sûresi’nde bunların geçmişteki zulümlerinden, bu konuda Zülkarneyn’e yapılan müracaat sonunda sed yapılması sonucu emniyetin sağlandığından bahsedilir. (Kehf sûresi (18), 97-98.) Başka bir surede ise bu konu kıyâmet alâmeti olarak zikredilir: “Nihayet Ye’cûc ve Me’cûc’ün önü açılıp da yüksekçe tepelerden hızla indiklerinde ve gerçek va’d (olan kıyâmet) yaklaştığında, işte o zaman kâfir olanların gözleri dehşetle yerinden fırlayarak ‘Eyvah bizlere! Gerçekten biz, bundan gaflet içindeymişiz, hayır biz zâlim kimselermişiz meğer’ diyecekler.” (Enbiyâ sûresi (21), 96-97.)

Bu âyet-i kerimede, çevreye yayılıp zarar veren, yakıp yıkan Ye’cûc ve Me’cûc’ün tasviri yapılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm, geçmişte olduğu gibi, gelecekte de bu özelliği taşıyan kalabalık toplulukların ortaya çıkıp yeryüzünde fesat çıkaracaklarını haber vermektedir. Rasûlullah Efendimiz, Hazreti Îsâ aleyhise selma’ın yeryüzüne inip Deccal’i öldürmesi, Ye’cûc ve Me’cûc’ün helaki ile ilgili uzun bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmuştur: “…Sonra Deccal’in şerrinden kendilerini Allah’ın koruduğu bir kavim gelecek. Îsâ onların yüzlerini silecek, onlarla cennetteki derecelerine göre konuşacaktır. O halde iken Allah Teâlâ Îsâ’ya: ‘Ben bu şekilde, birtakım kullarımı çıkardım ki onları öldürmeye hiç kimsenin eli varmaz. Şimdi sen Benim kullarımı Tûr’a götürerek koru’, diyerek vahiy indirecek ve Allah Ye’cûc ve Me’cûc’ü gönderecektir. Bunlar her tepeden süratle sızacaklardır. Bu suretle öncüleri Taberiye gölüne uğrayıp suyunu içecekler. Son gelenleri oraya uğrayacak ve, ‘Bu gölde bir zamanlar su vardı’, diyeceklerdir. Allah’ın nebisi Îsâ ile arkadaşları muhasara edilecek. Öyle ki, onlardan birine bir öküz başı, sizden birinize bugün yüz altından daha makbul olacaktır. Bunun üzerine Allah’ın nebisi Îsâ ile arkadaşları dua niyaz edecekler. Allah da Ye’cûc ve Me’cûc’ün üzerine, boyunlarına isabet edecek deve kurdu gönderecektir. Böylece bir kişinin ölmesi gibi, helâk olarak sabahlayacaklardır. Sonra Nebiyyuullah Îsâ ile arkadaşları (Tur’dan) yeryüzüne inecekler. Yeryüzünde onların lâşe ve pislikleri ile dolmadık bir karış yer bulamayacaklar. Hazreti Îsâ ile arkadaşları yine Allah’a niyaz edecekler, Allah da Horasan develerinin boyunları gibi kuşlar gönderecek. Bu kuşlar onların cesetlerini yüklenerek Allah’ın dilediği yere atacaklardır…” (Müslim, “Fiten”, 110.)

4- Güneşin Batıdan Doğması

Bu konuda Abdullah bin Amr radıyellahu anhümâ şöyle demiştir: Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem’den bir hadîs öğrendim, bir daha onu unutmadım. Ben Rasûlullah’ı şöyle buyururken işittim:

 “İlk kıyâmet alâmeti, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk zamanı insanların üzerine Dâbbe’nin çıkmasıdır. Hangisi arkadaşından önce çıkarsa, diğeri de hemen onun izinde olacaktır.” (Müslim, “Fiten”, 118; Ebû Dâvûd, “Melâhim”, 12; İbn Mâce, “Fiten”, 14.)

Münâvî bu konuda şöyle demiştir: Bu hadîs-i şerîfte geçen ‘ilk çıkacak kıyâmet alâmeti’nden maksat, alışılmamış alâmetlerdir. Deccâl’in çıkması, Îsâ aleyhis selam’ın inmesi ve Ye’cûc ve Me’cûc’un ortaya çıkışı daha önce görülecek alâmetlerden ise de bunlar alışılmış şeylerdir. (Münâvî, Feyzu’l-kadîr Şerhu Câmiı’s-sagîr, Beyrut 1391/1972, II, 442.)

Şöyle de demek mümkündür: Deccâl’in çıkması, insanların hallerinde değişiklik meydana getirecek büyük alâmetlerin ilki, güneşin batıdan doğması da güneş sisteminde meydana gelecek büyük alâmetlerin ilkidir.

Ebû Hüreyre radıyellahu anh’ın rivayet ettiğine göre Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Güneş batıdan doğmadıkça kıyâmet kopmaz. Güneş batıdan doğunca, insanların hepsi onu görürler de toptan iman ederler. İşte bu, “Rabbinin âyetlerinden biri geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye (o günkü) imanı fayda vermez” (En’âm sûresi (6), 158.) olduğu zamandır.” (Buhârî, “Rikâk”, 40; Müslim, “Îmân”, 248; İbn Mâce, “Fiten”, 32.)

Bu alâmetten sonra kâfirlerin küfürden tövbeleri kabul edilmeyecektir. Bu bakımdan da tövbenin kabul edilmeyeceği ilk alâmettendir. Güneşin batıdan doğduğunu gören günahkâr Müslümanların günahlardan tövbesini ise Allah Teâlâ ister kabul eder ister kabul etmez.

5- Dâbbetü’l Arz’ın Çıkması

Dâbbetü’l-arz, bu isimde bir canlıdır. Bu konu Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle geçmektedir: “(Kıyametin kopacağına dair) o söz başlarına gelince onlar için yerden kendilerine bir dâbbe (canlı bir yaratık) çıkarırız. O, onlara, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler.” (Neml sûresi (27), 82.) Bu hususta Ebû Hüreyre radıyellahu anh’ın rivayet ettiğine göre Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dâbbe, Süleyman bin Dâvûd’un mührü ve Musa bin Imran’ın asâsı (aleyhimesselam) beraberinde olarak çıkacak, asâ ile mü’minin yüzünü parlatacak ve mühürü kâfirin burnuna vurup damgalayacaktır. (Mü’min ile kâfiri bu şekilde ayıracak) öyle ki, oba halkı toplanacak da (oba halkı, dâbbeye bu kim diye sorunca, o kimse mü’min ise mü’min olan kimseye), ‘ey mü’min!’ diyecek, şu da (kim diye sorunca, kâfir olan kimseye de) ‘ey kâfir!’ diyecektir.” (İbn Mâce, “Fiten”, 31 (4066).)

6- Doğuda, Batıda ve Arap Yarımadasında Yer Batması

Abdullah bin Mes’ûd radıyellahu anh’tan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi sellem şöyle buyurmuştur: “Kıyâmete yakın zamanda (bazı günahkâr insanlarda) mesh (hayvan sûretine çevrilme), yere batma ve taşlanma (azabı) olur.”

 Buradaki yere batma, depremden farklıdır ve kıyâmetin büyük alâmetlerinden olduğu için şiddet ve zarar bakımından daha büyük olacaktır. Bu hadiseler ileriki zamanlarda, biri doğuda, biri batıda ve biri de Arabistan yarımadasında meydana gelecektir. (İbn Mâce, “Fiten”, 29.)

7- Dumanın Çıkması

Kıyâmetin alâmeti sayılan Duhân’dan (duman) kasdedilen mâna hususunda iki görüş ve rivayet vardır. Avnü’l-Ma’bûd müellifi kıyâmetin on büyük alâmetinden olan Duhân hakkında şöyle söylemektedir:

a- Tîbî: Bu duhan, Allah Teâlâ’nın; “O halde (Ey Nebî) göğün alenî bir duman getireceği günü gözle” (Duhân sûresi (44), 10.) buyruğunda geçen dumandır. Bu duman hâdisesi, Rasûlullah’ın döneminde meydana geldi, demiştir.

b) Nevevî, Müslim şerhinde bu hadîsi izah ederken, ‘bu hadîs, Duhân’ın, kâfirlerin nefeslerini tıkayacak ve mü’minlere de ancak nezle gibi rahatsızlık verecek ve henüz vukû bulmayıp kıyâmetin kopmasına yakın bir zamanda meydana gelecek bir duman olduğunu söyleyenlerin sözünü teyid eder’, demiştir. Nevevî daha sonra birinci görüşe değinerek, İbn Mes’ûd; ‘Duhân, Mekke müşriklerinin başına gelen kıtlık felaketidir ki, o felaket onların başına gelince açlık ve gıdasızlıktan gözleri iyice zayıflamıştı ve bundan dolayı havayı hep dumanlı görürlerdi’, demiştir. Âlimlerden bir cemaat da İbn Mes’ûd radıyellahu anh’ın görüşüne katılmıştır. Huzeyfe, İbn Ömer ve Hasan (r.anhüm) da birinci görüşte olanlardandır. Huzeyfe radıyellahu anh, Duhân’ın kıyâmete yakın zamanlarda görülecek duman olduğuna dair Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’den bir hadîs rivayet etmiştir. O hadîste dumanın kırk gün yeryüzünde kalacağı da ifade buyrulmuştur. Rivayetleri birleştirmek bakımından iki ayrı dumanın vukû bulmasının kastedilmiş ihtimali de vardır, demiştir. (Hatipoğlu, Haydar, Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, İstanbul 1983, X, 294; Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, XI, 335.)

8- Yemen’den çıkıp insanları haşir meydanına sürecek ateşin çıkması

Ebû Hüreyre radıyellahu anh’ın rivayet ettiği hadîs-i şerîfte Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hicaz toprağından Busra’daki develerin boyunlarını aydınlatacak bir ateş çıkmadıkça kıyâmet kopmayacaktır.” (Buhârî, “Fiten”, 25; Müslim, “Fiten”, 42.)

Mü’minlerin ruhları alınacak sonra kıyâmet kötülerin üzerine kopacaktır: “…Onlar bu halde iken, Allah güzel bir rüzgâr gönderecek, bu rüzgâr onları altlarından yakalayacak; her mü’minin ve müslümanın ruhunu kabzedecek. İnsanların kötüleri kalarak yeryüzünde eşekler gibi açıkça çiftleşeceklerdir. İşte kıyâmet bunların üzerine kopacaktır.” (Müslim, “Fiten”, 110; Tirmizî, “Fiten”, 59; İbn Mâce, “Fiten”, 33; Ahmed b. Hanbel, IV, 182.)

“… Sonra Allah, Şam tarafından soğuk bir rüzgâr gönderecek ve yeryüzünde kalbinde zerre kadar hayır yahut iman bulunan hiçbir kimse kalmayacak, hepsinin ruhunu alacaktır. Hatta biriniz bir dağın içine girmiş olsa, rüzgâr da üzerine girerek ruhunu alacaktır.” Ben bunu Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem’den işittim. Buyurdular ki: “Bunun üzerine insanların şerlileri, kuş hafifliğinde ve yırtıcı hayvan tabiatında kalacaklar. Ne bir iyilik tanıyacaklar ne de bir kötülüğe mâni olacaklar. Şeytan kendilerine temessül ederek: ‘(Bana) icabet etmiyor musunuz?’ diyecek. Onlar da şöyle cevap verecekler: ‘Bize ne emredersin?’ Şeytan onlara putlara tapmayı emredecektir. Onlar da bu halde rızıkları bol, yaşayışları güzel devam halde ederken Sûr’a üfürülecektir…” (Müslim “Fiten”, 116.)

İbrahim Cücük/ İrfanDunyamiz.com

İslam İlmihalimiz ↗

Dini sorularınıza güvenilir kaynaklardan cevaplar bulmak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İlk Japon Müslüman kimdi?

Japonya’nın en eski ve en büyük İslamî kuruluşu olan Japonya İslam Merkezi Başkanı Dr. Salih …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.