Bir yönetici arıyorum…

Allah Teâlâ nasip etti gençlik yıllarımızda çeşitli bakanlar ve valiler ile çalıştık. Devletin çarkları dönerken adil davrananlardaki mutluluğa şahit olduğumuz gibi adalet ölçüsünü kaybedenlerin perişanlığını da müşahede ettik. Onun için yönetim birimlerinde çalışan dostlarımıza her zaman söyleyeceğimiz ilk sözümüz; “adil olun” olmuştur.

Evet, adil olun. Size ait olmayan büyük küçük hiçbir şeyi nefsinize ve yakınlarınızın menfaatine kullanmayın. Zaman gelir bu kara binaların önünden geçerken ya ah çekersiniz ya da oh çekersiniz. Dönüşü olmayan hata yapmamak için midelerinize sahip çıkın. Otomobilinizin yakıt deposuna bir bardak su koyunca onu nasıl bozuyorsa midenize giren haram lokmalar da insanı öyle bozar.

Ölçülü insan

Adaletli, ölçülü ve merhametli insanların vicdanları tıkır tıkır çalışan saat gibidir. Vicdanı körelmemiş insanlar adalet duygusuna hayran yaşarlar. İşte ahlak abidesi olan bu insanlar yaşadığı çağın Ebubekirleri, Ömerleri, Osmanları, Alileri olurlar. Mevlamız Enfal Suresi 29. ayette ne güzel buyurmuş: “Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız; O, size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir.”

Demişler ki; insan eşittir 3K… Karın helal ve temiz doyacak. Kafa maddi ve manevi ilimle beslenecek. Kalp Yaratan ile tatmin olacak. İşte bu 3K tamamlanınca artık o insan her mevsimde meyve veren bağ gibi olur. Kendisi ile barışık yaşar, etrafını aydınlatmak için mum gibi erir ve faydalı olur. İşte bizim bunu hayat düsturu haline getirmiş siyasetçilere ihtiyacımız var.

Bulundukları makamları, mevkileri nefislerine tatmin aracı olarak kullananlar çok pişman olacaklar. Geçen günler, hayat insanların yararına bir iş yapılmadan boşu boşuna geçirilmişse, o zaman keşke desek ne olacak, demesek ne olacak? Önemli olan emekli olmayı beklemeden vicdanın sesini dinleyerek doğru kararlar almaktır.

Allah aşkına, kaç kişi kendi akrabalarını bir yerlere yerleştirme derdine düşmeyip yetenekli, samimi, inançlı insanların yollarını açıyor? Kaç kişi adalete, liyakata, işi ehline vermeye önem veriyor? Niçin ihlaslı samimi insanlar yerine, riyakar, çıkarcı, menfaatçi, yağcılık yapmayı becerebilen insanlara fırsat veriliyor? Erdemli, faziletli, kul hakkı hususuna çok dikkat eden, kimseye haksızlık yapmamak için gayret sarf eden, mütevazi yaşayan yöneticileri gözlerimiz arar oldu.

Ben de arıyorum

Bir yönetici arıyorum; bakan olunca çantasını, şemsiyesini, paltosunu kimseye taşıtmayan. Sabah gelişi akşam gidişinde mesai mevhumu olmayan. Yürürken başı önüne eğik, her halinde mütevazı olan. Yanında çalışan insanlara gülümseyen. Ülkesi için canla başla çalışan. Konuşurken “ben” yerine “biz” kelimesini kullanan. “İyi insan musallada belli olur” diyen. Çevresinde dürüst ve güvenilirliği ile tanınan… “Böyle bakan olur mu?” demeyin. Rahmetli Adnan Kahveci’de olan güzelliklerden bir demet sundum size.

Bir siyasetçi arıyorum. Milletvekili olduğu halde ayın başında babasından para isteyen. Babası; “Oğlum sen maaşını ne yapıyorsun?” dediğinde; “Benim maaşım üniversitedeki garip öğrencilere yetmiyor” diyen. Ziyaretine gelen her hemşerisini kendi misafirhanesinde ağırlayan. İnsanlara yardım etmeyi seven, “bey” gibi değil “abi” gibi davranan. Halkın içinden çıktığını hiçbir zaman unutmayan. Şehrinin her köşesine ismi yazılan, sevenlerinin gönlünde taht kuran eski Kütahya milletvekili Ahmet Derin’den bahsediyorum.

Bir Belediye Başkanı arıyorum. Göreve geldiği zaman ilk işi makam kapısını söktüren. Kendine ait olmayan hiçbir şeyi kendi kullanmadığı gibi yakınlarına da kullandırtmayan. Belediyeye gelen misafirlerin çay kahve paralarını ayrı ayrı hesap ettirip maaşından ödeyen. Abdest aldığı suyun parasını bile ödeyen. Özel işlerinde belediyenin araçlarını kullanmayan. Başkan değil hizmetçi gibi çalışan. Ülkeyi diyar diyar gezip konferanslar veren. Sayfalar sığmayacak kadar eserler bırakan. Kütahya eski belediye başkanı Süleyman Canan’dan bahsediyorum.

Siyasetçi arıyorum

Bu saydığımız siyasetçiler ve yöneticiler gibi asil yöneticilerimiz az da olsa hala vardır tabi ki. Belediyenin bütçesinden inancına, itikadına yakışmayan programlara para harcamayan. Halkını memnun etmek için Hakkı unutacak kadar gaflete düşmeyen. Seçimler yaklaşınca koltuğundan olmamak için asaletine, ilmine yakışmayan programlar ile salon doldurma derdine düşerek ahiretteki hesabını unutmayan. Hulâsa hayatında imanını gösteren er oğlu erler hiç bir zaman unutulmazlar.

Makamına nöbet diyen, o makamı emanet bilen. Devleti bir rant ve menfaat kapısı gibi görmeyen. Siyasete girerken mal varlığını halkın karşısında tek tek açıklayan. Siyasete Reno Steyşın ile girip çıkarken aile halkının her birisine Mercedes jip gibi araçlar almayan. Şayet ticaret yaparak zengin olmuşsa bunu halkına açıklayıp insanları töhmet altında bırakmayan yiğitler asla unutulmazlar. Allah Teâlâ onlardan razı olsun.

Müftü arıyorum

Bir müftü arıyorum, sabah namazı camiye cemaate ilk önce kendisi koşan sonra da camiler neden boş buna bir çare arayan. Sabahları camilere gidiyorum neredeyse 60 yaşından aşağı kimse yoktur. Kendi kendime düşünüyorum, gençlerimizi ibadete alıştırmak için ne yapabiliriz? Bunun bir yolu yok mudur?
Tabii her cami böyle değil, bazı camilerde 15 yaşında gençleri de görüyoruz. Görevliler gayretli olunca, cemaat içerisinde de sancı çeken oluyorsa şöyle veya böyle gençler de camiye geliyorlar.

Bir ilde veya ilçede müftü olsaydım sabah namazı gitmediğim cami bırakmazdım. İsmimi sabah namazı camileri gezen müftüye çıkarırdım. Cemaatinde genç olan din görevlilerini takdir ederdim. İmam efendilere; “Siz bu camiye başladığınızda sabah namazı kaç cemaatimiz vardı, şimdi kaç cemaatiniz var?” diye sorardım. Artış olanları ayda altı ayda veya yılda bir toplantılarda takdir ederdim. Diğer görevlileri de teşvik etmiş olurdum.

Sabah namazları camiye gelmeyen görevlileri takibe aldırırdım. Bu yazıyı okuyan bazı kardeşlerim bize darılacaklar ama kimse kusura bakmasın. Çift görevli olan camilerde tek görevli geldiğinde çok sırıtıyor.
Eğer bir mazeret varsa cemaatin göreceği bir yere yazı ile yazmalı. İşte hocamız izinde, hastası var vs gibi.

Müdür olsaydım

Mili eğitim müdürü arıyorum, dolaşmadığı okul, gitmediği sınıf kalmamış olsun. Ben milli eğitim müdürü olsam, okullara giderken habersiz giderdim. Okulların önce lavabolarını kontrol ederdim. Lavaboları temiz olmayan okul yöneticilerinin çayını bile içmezdim. Demek ki okulda bir düzen sağlayamıyor ki çocuklar her tarafı kırıp döküyorlar. Düzen sağlayamayan, bahane üreten kişilerden yönetici olmaz.

Bir hastane başhekimi olsaydım, zaman zaman bütün katları gezerdim. Hastaların ihtiyaçlarını gözlemler, ne kadar karşılayabildiğimizi tespit ederdim. Lavaboların ve diğer ihtiyaç yerlerinin durumuna bakardım.
Birde döner kendi evime bakardım. Eğer farklı durum ortaya çıkarsa istifa dilekçemi verirdim. Çünkü başarılı olmadığım bir yerde idareci olmanın vebalini çekemezdim.

Tabi bu gibi konular her kurum için geçerli. Herkes olduğu görevde kendisini otokontrol etmelidir.
Ve vicdanına hesap sormalıdır. Bu yazdıklarım önce ahirette hesaba çekileceğini bilen imanlı insanlar ve yaradılışta fıtratı bozulmayan insanlar içindir.

Gazze’de insanlar çocuklarının cesedini bulamazken, bulanlar da poşetler içerisinde cesetleri taşırken ben neden bu konuları gündeme getiriyorum. Durup dururken bu konuyu gündem etmedim. Geçenlerde bir liseye gittim bir katın bütün tuvaletlerinin kapılarını kırık dökük görünce ülkem adına çok üzüldüm. Sesimin yukarılara gitmeyeceğini biliyorum. Hiç olmasa vatanperver bir insan olarak yapabileceğimi yapayım dedim.

Malum okulun adresini Milli Eğitim’de görev yapan bir kaç kişiye ulaştırdım. Bu nasıl anlayış bu nasıl insanlık devletin malını hoyratça kullanmak nasıl bir iştir doğrusu anlamadım. Görevlilerin bazıları da yeterli ödenek vermiyorlar gibi basit mazeretlerin arkasına sığınıp duruyorlar. Görev yaptığım yerde üç beş lavaboyu yaptıramıyorsam niye müdür olmayı tercih edeyim?

Dikkat ederseniz öncelikle üç kurumdan bahsettim. Okullar, camiler, hastaneler dedim. Sanki diğer kurumlarda problem yok mu? Elbette var ama bu gün düştüğümüz yerden kalkmak için önce okullardan başlamak şarttır. Biz “oku” diye başlayan Kitab’a iman etmişiz. Camiler ve okullar dirilişimizin başlayacağı yerlerdir, böyle olmaması lazım.

Ey Gazze’yi dert edinen kardeşlerim sizler de önce camileri doldurun sonra Allah’a el açın. Yüzyıl önce hasta adam dedikleri Osmanlı’nın 15’lik gençleri yedi düveli dize getirmişken, bu gün ne hale gelmişiz? Ülkemiz kültür diye diye küfür kuşatması altında kalmış. Bu acınacak halimize bakarak, ben müftü olsaydım, milli eğitim müdürü olsaydım, başhekim olsaydım gibi cümleler kurdum. Daha yukarıda olanların vebalini varın siz düşünün….

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Yüz yüze iletişimde on altın kural…

Yüz yüze iletişim; doğrudan, aracısız bir iletişimdir. Bu iletişim iki kişi arasında olabileceği gibi, bir …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.