Beş maddede mutluluğun formülü…

Bir düşünür der ki: “İnsan, hayatta mutlu olmaya karar verdiği kadar mutludur.” Mutluluk, kişinin kendisini sevmesidir. Kendisini sevebilmesi için, kendisini tanıması, bilmesi gerekir. “Kendini bilen Rabbini bilir”. Rabbini bilen, hayatın anlamını, değerini, varlık sebebini bilir ve yaşamın zevkini elde eder.

İnsan basit bir varlık değildir. İnsan, Biyolojik, Fizyolojik, Psikolojik ve Anatomik yapısıyla incelendiğinde, Varlık dünyasının en karmaşık, en değerli, en onurlu öğesi olduğu anlaşılacaktır. Çünkü o, Mikro-Evren’dir ve Evren, Makro- İnsan’dır. İnsan, Âlemin özüdür, özetidir, hulasasıdır.

İnsanın kendisini tanıması, bütün bir organizmasını ve bu organizmanın bütün bileşenlerini ve bu bileşenlerin ihtiyaç duyduğu şeyleri bilmesi ve gereğini yerine getirmesi ile mümkündür.

“İlim aklı, irfan kalbi hem ikna eder, hem inşa eder, hem ihya eder.” Nasıl ki, midenin gıdası yeme ve içme ise, Aklın gıdası ilim, Kalbin gıdası irfan ve Ruhun gıdası da manevi duygulardır. Bu gıdalarla beslenen bir insan ancak mükemmel olur.

Kendisiyle tanışmayan, kendisini bilmeyen, sahip olduğu değerlerin farkına varmayan insanın mutlu olması mümkün değildir.

Mutluluğun kaynağını dışarda aramak yerine içerde aramak gerekir. Zira, mutluluğun kaynağı içimizde var olan bir cevherdir. Bu cevheri açığa çıkarmak, onu her türlü ayrık otlardan ayıklayarak onu işlemek, onunla tanışmak, hemhal olmak, hemdert olmak ve neticede hemşeri olmak, kendimizi gözden geçirmek, eksiklerimizi, hatalarımızı, yaptığımız yanlışları hiçbir komplekse kapılmadan ayıklamak ve bunların pozitif yöne evirilmesine, dönüşmesine önayak olmak, hayatımızın inşasında önemli bir adımdır.

Kendisiyle tanışmayan, kendisini bilmeyen, sahip olduğu değerlerin farkına varmayan insanın mutlu olması mümkün değildir.

Nasıl ki, zaman-zaman tozlanan dolaplarımızı, pencerelerimizi ve çalışma masalarımızı temizliyor ve yeniden dizayn ediyorsak, zihin dünyamızı, tasavvurlarımızı, bakış açılarımızı gözden geçirip yeniden dizayn etmemiz, kaliteli bir yaşamı inşa etmek için bir gerekliliktir.

Bir ömür boyunca zaman-zaman düşer, kalkar, üzülür ya da seviniriz. Zira hayat, düşmeler-kalkmalar ve kederler-sevinçler toplamı olduğu için kıymetlidir. Karanlık olmazsa aydınlığın, kış olmazsa baharın kıymeti anlaşılmaz. Her şey zıddıyla bilinir. Hayat, zıtların bileşkesidir.

Hayat doğrusal bir çizgi değil, inişli-çıkışlı, zikzaklı bir eğri(fonksiyon) şeklinde tanımlanabilir. Mutlu olmanın temel parametreleri kanaatimce şunlar olmalıdır:

1. SEVGİ

İnsan yaşamında sevgi; su, hava ve ekmek gibi temel bir ihtiyaçtır. Havasız, oksijensiz, susuz ve ekmeksiz kalan bir insanın durumu neyse, sevgisiz kalan bir insanın durumu da aynıdır. Mevlana, “Sevgisiz insan, kanatsız kuş gibidir” der. Kanadı olmayan kuşun uçması nasıl ki mümkün değilse, sevgisiz bir yaşamı sürdürmek de mümkün değildir.

Bir anekdot anlatılır: “Bir sosyoloji profesörü öğrencilerine ilginç bir ödev verir. Öğrenciler, şehrin fakir gecekondu semtlerinden birine giderek, orada yaşayan gençlerle görüşüp, önceden hazırladıkları anket sorularını sorarlar. Anket bitince de görüştükleri gençlerin ilerde nasıl bir gelecek beklediklerine dair bir rapor hazırlarlar.

Bu öğrenciler, ödevleri gereği 200 gençle görüşürler ve anket yaparlar. Sonunda hazırlanan raporda bu 200 gencin her biri için, aşağı-yukarı aynı tespit yapılır: “Hiç bahtları yok! 20 yaşına kadar ölmez ya da birini öldürüp hapse girmezlerse, en iyi ihtimalle limanda hamallık yaparak yaşamlarını sürdürürler”.

Aradan tam 25 yıl geçer. Aynı üniversitede görevli başka bir sosyoloji profesörü, üniversitenin kütüphanesinde o 200 genç hakkında hazırlanan anket ve raporları görür. Sonra kendi öğrencilerinden oluşturduğu bir gruptan, raporlarda adı geçen gençlerin akıbetlerini araştırıp, bugün ne durumda olduklarına dair başka bir rapor yazmalarını ister.

Öğrenciler, listede adı bulunanlardan, ölen ve başka şehirlere taşınan 20 kişi hariç, 180 tanesini bulmayı başarırlar. Bu 180 kişiden 176’sı doktor, avukat, iş adamı, politikacı gibi küçümsenemeyecek kariyerler edinmişler. Her iki raporu karşılaştıran profesör oldukça şaşırır. Bu olayın üzerine gitmeye karar verir ve bu 176 kişiye, başarılarını neye borçlu olduklarını sorar. Hepsi aynı cevabı verir:

“Öğretmenimize

Profesör, adı geçen öğretmenin hala yaşadığını ve yakınlarda bir yerlerde olduğunu öğrenip, büyük bir nezaket ve saygıyla ziyaretine gider. Öğretmen oldukça yaşlı ama dinç bir hanımdı. Profesör, her iki rapor hakkında kendisini bilgilendirdikten sonra, bu fakir gecekondu mahallesindeki çocukların başarılı olmaları için nasıl sihirli bir formül kullandığını sorar.

Duydukları karşısında gözleri parıldayan yaşlı hanım, hafif bir gülümsemeyle: “Çok basit” der ve ekler: “Ben o çocukları çok sevdim.” Evet. Hiç kuşkusuz, “Sevgi reçetesiz satılan ve hiçbir yan etkisi olmayan kusursuz-mükemmel bir ilaçtır.” Herkese ve her kesime tereddütsüz tavsiye edilir.

2. UMUT

Umudu olanlar, geleceklerini inşa, imar ve ihya ederler. Umudunu kaybedenler, geleceklerini yitirirler. Geleceğimizin inşasında en önemli parametre umuttur. “Umut eden insan vardır. Umut olan insan vardır”. Umut olan insanlar, toplumun Rol-Model insanlarıdır. Bunlara çokça ihtiyaç vardır.

Umut, inşa, imar ve ihya ederken; Umutsuzluk, imha ve tahrib eder.

Umut, bireydeki potansiyel aklı kinetiğe dönüştürerek ona dinamizm kazandırır.

Üstad Bediüzzaman, en zor ve sıkıntılı zamanlarında, “Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkilabatı içinde en gür seda İslam’ın sedası olacaktır” diyerek umudun dinamizmini aşılamıştır.

Hiç kimse geleceğin kötümser, karamsar, umutsuz, karanlık koridorlarında kaybolmak istemez. Herkes, geleceğe umutla bakmak ister. Bu en doğal hakkıdır. Umudun çekirdeği, cevheri içimizde saklıdır. Bunu açığa çıkarmak ve geleceğimizi bunun üzerine inşa etmek tek çıkar yoldur.  Umudu başka yerlerde aramak beyhude bir arayıştır.

 Umudumuzu, hamdin ve şükrün gölgesinde inşa etmek en önemli adım olacaktır.

“Umut, varoluşsal sermayemizdir” der bir bilge kişi.

Umut edenler, istikbaldeki sermayelerini çoğaltırlar.

Umudunu kaybedenler, geleceğin sermayesini yitirirler.

Umut, iyimserliği; Umutsuzluk, kötümserliği üretir.

3. İYİMSERLİK

İyimserlik, umut eksenlidir. Bireye dinamizm kazandırarak, aktif hale getirir.

Kötümserlik, umutsuzluk eksenlidir. Kötümserlik; karamsarlığı aşılayarak, bireyi pasifleştirir ve gelecekle ilgili bütün umutlarını yıkar, tahrik eder.

İçinde yaşadığımız hayatta bizi kötümserliğe sevk eden, bizi üzen, hatta bazen bizi kahreden durumlar olmuyor değil, oluyor. Ancak bizi hayata bağlayan, bize umut veren, gelecek vadeden durumlar da vardır. Bu olumlu ve olumsuz durumlar, tarih boyunca hep olagelmiştir.

Zira hayat, doğrusal bir çizgi değil, inişli-çıkışlı, zikzaklı bir eğridir. Hayat budur. Hayattaki her inişten dersler çıkarmak, çıkışları şükür ve hamd ile karşılamak ve inşa etmek, hayatı anlamlı kılar. Hayatın her anı yaratıcının bize bir armağanıdır. Bu armağana/ödüle teşekkür etmek insani bir gerekliliktir.

İyimserlik, içinde bulunduğumuz çağın olumsuzluklarına gözümüzü kapamak anlamında anlaşılmamalıdır. En olumsuz ortamlardan olumlu bir değer üretmek ve geleceğe umutla bakmayı sağlamak mümkündür.

Olaylara ve olgulara iyimser bir bakış açısıyla bakmak, iyimserlik eksenli analizler yapmak, bir hayat tarzı olup, geleceğimizin inşasında, imarında ve ihyasında önemli bir adımdır.

Üstad Bediüzzaman, “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” der. Güzel bakmayı, güzel düşünmeyi ve yaşadığımız bu hayattan meşru çerçevede zevk almayı engelleyen ne kadar engel varsa bunları kaldırmak boynumuzun borcu olmalı.

Firitz der ki, “İyimserler olasılıkları görürler, kötümserler görmeyi reddederler”.

Hayattaki bütün alternatifleri görebilmek, iyimserlik bakış açısıyla mümkündür. İyimserlik bakış açısı, olayları ve olguları evrensel bakış açısıyla görmektir. Bu bakış açısında hayat vardır, umut vardır.

4. GÜLÜMSEMEK

Mutlu olmak istiyorsa, hayata gülümseyerek bakmayı bilmeli insan.

Bir anekdot anlatılır: Bir lokantada çalışan bir genç, müşterisine sevimli ve güler yüzle hizmet sundu. Gülümsedi ve işini en iyi şekilde yaptı. Müşteri aynı özellikleri taşıyan eski bir arkadaşını aradı ve onunla telefonla görüşüp eski hatıralarını andı. Müşteri, genç garsonun güler yüzlü ve gülümseyerek yaptığı hizmetin karşılığı olarak dolgun bir bahşiş verdi ve teşekkür etti. Genç garson çok sevindi. İşten çıktıktan sonra, bir yoksula o gün akşam yemeğine yetecek kadar para verdi. Yağmur yağmaya başlamıştı.

Yoksul insan, koşar adımlarla evine doğru giderken, sokakta aç kalmış ve ıslanmış bir köpek yavrusunu gördü. Süt alıp köpekle birlikte eve gitti. Sütü içen ve sıcak ortamı bulan köpek sevinçle oynamaya, hoplamaya başladı. Gece olmuş yoksul, uyuyakalmıştı. Gece geç vakit, apartmanda çıkan yangın, apartmanı sarmaya başlamıştı. Köpek yavrusu havlayarak önce o yoksul insanı ve onun sayesinde tüm apartman sakinlerini uyandırarak bir facianın olmasını engellemiş oldu. Tüm bu iyiliklerin başlangıcı neydi dersiniz? Bir gülümseme.

Gülümseme, içinde canlılığı barındıran bir eylemdir. Gülümseme, diriliktir. Bilge kişi Lao-Tzu, Varlık Dünyasındaki canlı organizmalar konusunda şu yorumu yapar:

“Bir insan, hayatta iken yumuşak ve şefkatlidir.

Öldüğü zaman, sertleşir ve katılaşır.

Bütün hayvanlar ve bitkiler, canlı iken hassas ve narindirler.

Öldükleri zaman, solar ve kuru hale gelirler.

Bunun içindir ki; sertlik ve kuruluk ölümün parçalarıdır.

Yumuşaklık ve narinlik ise, yaşamın belirtileridir”.

Varlık Dünyasında hem inşa olma hem inşa etme kapasitesine sahip olan ve mikro-evren demek olan insan, hem canlı-diri, hem sempatik-empatik, hem geleceğin inşasında umut aşılayan ve hem de yüzünde gülümseme eksik olmayan iyimser eksenli bakış açsıyla hayatı kucaklamalıdır.

Bu davranışlar, bir gülümsemeyle başlar. Bu gülümseme, kelebek etkisiyle dalga-dalga yayılır. Gülümseme, hayattır. Gülümseme, yaşatır. Gülümseme, hayata katma değer katar ve insanın ruh dünyasını aydınlatır. Gülümseme, iyimserliği üretir ve iyimserlik, iç bunalımların, karamsarlıkların, psikolojik sorunların çözümüne kapı aralar.

Gülümseme, bulaşıcıdır. Bu bulaşıcı hal, hiçbir yan etkisi olmayan ve içinde sevgiyi barındıran, herkese ve her kesime tavsiye edilen bir ilaçtır. Bu ilaçtan doya-doya almak lazım. Gülümsemeyi, iyiliği ve selamı yaymak insani bir gerekliliktir. Bunu, karşılık beklemeden yapmak gerekir. İyilik yap, denize at.  Balık bilmezse, Halık (Yaratıcı) bilir”.

5. FEDAKÂRLIK

Bizler dayanışmayı seven bir toplumun çocuklarıyız. Fedakârlık genlerimizde vardır.  Fedakârlık, “Ben” merkezci bir yaklaşımı değil, “Biz” Merkezci bir yaklaşımı öngörür. “Veren el, alan elden üstündür” temel prensibi, fedakârlığın ruhunu oluşturur. Fedakârlık, hayatı anlamlandırır.

Sevgi, umut, iyimserlik ve fedakârlık, hayatta mutlu olmamızı sağlayan temel sütunlar olduğu gibi, hayatımızı anlamlandıran, bize ab-ı hayat sağlayan vazgeçilmez unsurlardır.

Prof. Dr. Şemsettin Dursun/ İrfanDunyamiz.com

Şahsiyet Gelişimi↗

Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.

Adab-ı Muaşeret↗

Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Halil Atalay hoca yüreklere dokunmuştu…

1959 yılı Ramazan ayının Kadir gecesinde Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Çalkaya köyünde doğdu. İlkokulu Çalkaya Köyü …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.