Müslümanların ticaretle imtihanı…

Kur’an-ı Kerim, hayatlarına ticaretin egemen olduğu bir toplumda nazil olmaya başlamıştır. Kur’an onların ilahî mesajı daha iyi anlamaları için ahirete ait kavramlarda bile ticaretle ilgili kelimeleri kullanmıştır. Ziraata elverişli olmayan bir coğrafyada ticaret, hayatı yönlendiren temel öğelerden biriydi. Böyle bir toplumda yaşayan Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem de ticaret hayatına amcalarının yanında çok erken bir yaşta başlamıştır. Ticari tecrübesini artırmış, hatta Yemen, Busra ve Suriye’ye defalarca seyahatte bulunmuştur.1

Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, el-Emin sıfatını bu seferler ve ticaretteki dürüst davranışlarında kazanmış ve iktisadi hayatın alabildiğine kirlendiği bir zamanda doğruluğun, helal kazancın erken dönem örneklerini vermiştir. Kendisine nübüvvet görevinin verilmesiyle beraber Peygamber Efendimiz, daha önceden kazanmış olduğu tüm sermayesini harcamak suretiyle bir İslâm toplumu kurmak istiyordu. İmanın hayata yansımasıyla oluşacak olan bu toplum, yaşadığı evrene ve içindeki yerel değerlere “tapınmaması” için önce, dünyaya bakmayı öğrenmesi gerekiyordu. Zira insan dünyayı nasıl görürse hayatı öyle anlamlandırır.

Dünya geçicidir

İlk İslam toplumuna dünyanın ne olduğu ve olması gerektiğini öğreten onlarca ayetten bahsetmek mümkündür. Gaye olarak Allah celle celaluh’e ibadet etmeyi2 belirleyen Kur’an, dünyayı bu gayenin gerçekleşeceği mekân olarak seçmiştir. Kur’an-ı Kerim, dünyanın geçiciliğini sık sık vurgulamak suretiyle, dünyanın ahiret için bir yatırım yeri olduğunu belirtmiştir: “Bu dünya hayatı, bir oyundan-eğlenceden ve geçici bir zevkten başka bir şey değildir; ama ahiret hayatı Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar için çok daha güzeldir. Öyleyse aklınızı kullanmaz mısınız?”3

İnsanlar, ebedî olan âlemde güzel bir yer edinebilmek için her şeyleriyle bu dünyada denenmektedirler. Şu ayet, insanın dünyada nelerle sınandığına işaret etmektedir: “Ve bilin ki mallarınız ve çocuklarınız bir sınav ve bir denenme vasıtasıdır. En büyük ecir ise Allah katındadır.”4 Bir İslâm toplumu kurabilmek için tüm bu sınavları başarıyla atlatmak, kazanç dâhil hayatın her alanını Allah’la anlamlandırmak gerekir. Bu uğurda başarılı olmak için ruhen güçlü olduğu kadar, toplumun maddi açıdan da güçlü olması şarttır.

“Güç” dediğimiz şeyi İslâm, hiçbir zaman yalın hâlde almayıp onu kötülükleri yenmede, bir barış ortamı oluşturmada ve yaşadığımız dünyada kâmil anlamda bir denge kurmada kullanmıştır. Şöyle de denilebilir; güçlü bir şahsiyet ve bu şahsiyetin oluşturduğu güçlü bir toplum kurulmazsa, kimse can, mal, akıl, namus ve din dâhil emniyetlerini temin edemez. Tüm bu emniyetlerin mükemmel bir şekilde var olabilmesi için iktisadi açıdan da insanların kalkınmış olmaları gerekmektedir. İktisadi kalkınmayı mutlak hâle getirip helal kazancı ötelemek ise doğru bir yaklaşım değildir. Kalkınırken kazancın helalden olmasına özenle dikkat edilmelidir.

İktisadi şirke düşmemeli

Kur’an-ı Kerim, kazanç konusunda insanlara “nötr” bir yaklaşım getirmemiştir. Bunun yerine, helal kavramını merkeze alarak meşru bir yoldan kazanç sağlamayı emretmiştir. Hatta peygamber kıssalarına baktığımız zaman, iktisadi şirkin egemen olduğu Şuayb aleyhis selam’ın kavminin, peygamberlerine vermiş olduğu cevabı şu ayette olduğu gibi kınama yollu bize aktarmıştır: “Ey Şuayb dediler, ‘(Şu) senin namazın mı, atalarımızın tapına geldiği şeyleri bırakmamız ve malımız mülkümüz üzerine keyfî tasarruflarda bulunmamamız yönünde bizi uyarmanı zorunlu kılıyor…”5

Ayete dikkatlice yaklaşırsak, Şuayb aleyhis selam’ın kavminin kazanç konusunda helal ve harama aldırış etmeyen, mutlak liberal insanlar olduklarını görürüz. Hâlbuki Kur’an, ilk İslam toplumunu oluştururken kavramların henüz yerleşmediği bir zamanda mala “hayır”6 adını vermek suretiyle kişileri hayırdan/helalden kazanmaya teşvik etmiştir. Müfessir İkrime rahmetullahi aleyh, “hayır” kelimesinin Kur’an-ı Kerim’de daha çok ‘mal’ anlamında kullanılmasına binaen, bu kelimeyi bazılarının, “çok mala” tahsis ettiklerini söyler.7 Kur’an, mal ile “hayır” kelimesini birlikte sunarak insanları helal kazanca teşvik eder.

Helal kazanç Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in üzerinde durduğu önemli bir husustur. Çünkü kişinin kazandıkları ve yedikleriyle manevi hayatı arasında bir ilgi vardır. Kazancında haram olan insanlar manevi hayatlarının Allah’a yönelik kısmını iptal ederler ve Allah’la olan diyalogları da kopar. Aralarına perdeler girer. Belki de arınana kadar bu diyaloğu kurmak mümkün olmaz. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, kendisine yakın dönemden başlayarak gelecek nesilleri de kuşatacak şekilde bu realiteyi uyarıcı mahiyette şöyle ifade etmiştir: “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki kişi, malını helalden mi, haramdan mı kazandığına aldırış etmeyecektir.”8

O, insanlar harama düşer diye birçok ticari eşyanın ve yiyeceklerin aynıyla, gerçek değeriyle peşin değişimini emrettiği (9) gibi şüpheli şeylere karşı da uyanık olmayı istemiştir. Çünkü insan ne kadar kazancı konusunda dikkatli olur ve Abdullah b. Mesud radıyellahü anh’ın dediği gibi; “Haramlardan uzak durursa, insanların en veralısı (Allah’ın kuralları karşısında iç denetimini bile en güzel yapanı) olur.”10 Arifler, değil haramı, mubahları bile kişiyle mekruhlar arasında bir engel olarak görmüşler ve mubahlara çok dalanın mekruhlara, mekruhları çok işleyenin de haramlara da dalabileceğini söylemişlerdir.11 Kısacası ihtiyatlı olmayı tavsiye etmişlerdir.

Karaborsacılık

Haram kazanç türlerinden birisi de “ihtikâr”dır. Fiyatların yükselmesi için malı önceden alıp stoklamayı ve piyasa daralıp değeri yükselince daha fazla kâr amacıyla pazara mal sevk etmeyi ifade eden ihtikâr veya karaborsacılık, İslâm nazarında en büyük günahlardandır. İnsan kâr elde edeyim derken işlediği günah yüzünden birçok hayırdan da mahrum kalabilir.12

Kazancı artırmayı tek amaç hâline getirip dinin prensiplerine karşı kayıtsız davranmak Müslüman ticaret adamlarının yapacağı davranış değildir. Çünkü Müslüman bir kimse iradesini vahye teslim etmiştir. Vahiy ise insan iradesini kayıtlar; kişinin yapacağı işler vahye muarız olursa dinden onay almaz. Hâliyle ticaret erbabı için bir liberalizmden bahsetmek Müslümanlıkta söz konusu değildir. Çünkü Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, her fırsatta tüccarları ilkeli ve ahlaklı olmaya çağırmış ve şu müjdeyle onları örnek tüccar olmaya teşvik etmiştir: “Ticaretinde dosdoğru davranan güvenilir tüccar kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle haşrolacaktır.”13

Her Müslüman ticaret yaparken en güzeli tercih etmelidir. Bu konuda Hazreti Muhammed’ sallellahu aleyhi ve sellem’in şu sözünü zihninde her an canlı tutmalıdır. “Ruhulkudüs kalbime ilham etti ki hiçbir canlı rızkını bitirmeden ölmeyecektir. Allah’tan korkun ve rızkınızı en güzel yollardan arayın”14 Hadisdeki “güzel” kavramının içerisine meşru ve helal ticaret girmektedir. Böyle bir ticareti yapabilmek için erbabının; Kur’an ve Sünnet’teki mal ve infakla ilgili ayetleri, Hazreti Peygamber’in uygulamalarını, vahiyden mülhem ticaret ilmihalini, haram kazanç türlerini ve kaçınma yollarını bilmesi şarttır.

Lanet edilmiştir

Karaborsacılık, Peygamberimizin yasaklamış olduğu haram kazanç yollarından birisidir. Hatta Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, çok az kullandığı lanet ifadesini bu stokçu kesim için de kullanmış ve “İhtikâr/ karaborsacılık yapan melundur”15 buyurmuştur. Fiyatların yapay şekilde yükseltilerek fakirlerin alım gücünü kırmanın birçok musibeti beraberinde getireceğini bildiren Peygamberimiz doyumsuz tüccarlara şu uyarıyı yapmıştır: “Kim, Müslümanların yediği şeyleri stoklar ve karaborsacılık yaparsa Yüce Allah onları iflas ettirir ve cüzzam hastalığı verir.”16

Ayrıca uhrevi olarak da; “Fiyatların yükselmesine vesile olan kimselerin Allah Teâlâ tarafından cehennemin en dehşetli yerinde oturtulacağı”17 tehdidi yapılmıştır. Stokçuluk hususundaki en uzun süreyi kırk gün olarak belirleyen Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem; “Kırk gün stokçuluk yapan bir şahıs Allah’tan; Allah Teâlâ’da ondan uzaktır.”18 buyurmuştur. Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem’in dilinden, karaborsacıların böyle sert bir uyarı almalarının gerekçesi, kendi şahsi menfaatleri yüzünden fakirliği daha da yaygın ve etkin hâle getirmeleri; toplumda aç insanların çoğalmasına zemin hazırlamalarıdır. Hâlbuki Müslümanlar en yakınlarından başlamak üzere her aç ve yoksul insanın hesabını Allah’a vereceklerdir.

“Yoksullar açken (tıka basa yiyip) tok geceleyenlerin mü’min olmadığını”19 belirten Peygamber Efendimiz; “Bu kimselerin (gerçek anlamda) iman da etmediklerini” söylemiştir.20 Bu hadisler fakirlere ve onların sorunlarına karşı Müslümanların duyarlı olmalarını istemektedir. Stokçuluk, fakirliği tetikleyen ve fakiri daha da fakir yapan bir suçtur. Müslüman siyasanın piyasa kontrolüyle böyle bir suça zemin hazırlamaması şarttır. Zira stokçuluk kadar onlara meydan açan siyaset de suçludur. Bu suç bilerek işleniyorsa, siyaset adalet vasfını kaybeder ve zalim olur.

Tedbir alınmalıdır

Stokçulukla ilgili yasaklamalara baktığımızda görürüz ki en çok yiyecek maddelerinin piyasadan çekilmesine ve stoklanmasına tepki duyulmuştur. Hadis metinlerinde; “Her kim ki yiyecekleri stok yaparsa”21 lafızları kullanılmıştır. Bunun anlamı, insan ihtiyaçlarını karşılamada hayatın devamını sağlayan en önemli maddelerin yiyecekler olduğunu yinelemektir. Bu durumdan ise en çok fakirler etkilenir ve bunun sonucunda bu kesim arasında hastalık, şahsiyet erozyonu, bunalım, intihar, boşanmalar, hırsızlık, cinayet ve ahlaki çöküşler artabilir. Hiç kimsenin yoksullara böyle bir hayatı reva görmeye hakkının olmadığını söyleyen İslâm, bütün bu nebevi uyarılara rağmen ihtikâr/ karaborsadan vazgeçmeyen fırsatçı kimselere karşı elbette siyasi ve zecrî tedbirler de alacaktır.

Kadim zamanlarda bu tedbirler alınmıştır. İlmin uyarılarıyla siyasetin tedbirleri ve önlemleri birleşince kimse stokçuluk yapmamıştır. Fıkıh kitaplarında alınacak tedbirlerin detayları vardır. İslâm nazarında bir kişinin zarar görmesi bütün âlemin zarar görmesi gibidir. Bir tek yoksulun böyle bir uygulamadan dolayı zorunlu ihtiyaçlarını temin edemeyerek ölmesi, ona karşı duyarsız davrananların tamamını katil yapar.22

Bu anlayışın etkin olduğu bir siyasada ticaretin kurallarını “kapitalist ağalar” değil Allah Teâlâ kor ve sonunda hiçbir kimse zarar görmez. Çünkü Müslüman siyasetçiler Allah’ın “el-Adl” isminden aldıkları payı adil bir şekilde yönetimlerine yansıttıkça meşruiyet kazanırlar. Yoksa idarelerine karşı kıyamı hak ederler. Dünyayı fakirleştiren ve yaşanmaz hâle getiren, ilahi olandan ayrılıp liberal ağalık sistemine geçişi tercihtir.

Unutulmamalı ki Amerikan ve Batı emperyalizminin hâkim olduğu New York merkezli liberal dünya sistemi, İslâm coğrafyasının tüm zenginliklerini kendi ülkelerinde stoklayarak ümmeti farklı kollardan sömürmektedir. Hem içerdeki işbirlikçiler hem de dışardaki emperyalistler tarafından sömürülen Müslümanların paylarına sadece fakirlik düşmektedir. Sanki nasiplerinde fakirliğe bağlı sosyal ve ahlaki hastalıklarla boğuşmak vardır. Dolayısıyla fakirlik bir kader değil, dayatmadır. Bu dayatmalardan kurtuluş yollarını bilip bulmamız ise fıkıhtır. Varsa eğer zamanımızın Rabbani uleması, Müslümanlara zalim siyasetten çıkış yollarını öğretmelidirler.

Bununla beraber adalete dayanan İslâmî yönetim biçimini kurumsallaştırarak pratik hâline getirmeliler ki İslâm, tüm insanlığın umudu olabilsin. İnsanlığın yüzkarası olan kapitalizmi tercih edip sonra da sızlanmak ve dinden bazı söylemler sunmak din istismarıdır. Weber’in önerdiği protestan ahlakı tam budur; işine geldiğinde dini kullanabilirsin. Dinimizi iman etmeyenlere istismar malzemesi yaptırmayalım.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

1 Şiblî, Numan, Asr-ı Saadet, Trc: Ömer Rıza Doğrul, I, 137-138.
2 Bak: Zariyat 51/56.
3 En’am 6/32.
4 Enfal 8/28.
5 Hud 11/87.
6 Âdiyat 100/8.
7 Alusi, Ruhu’l-Meani, XV, 445.
8 Nesai, Büyu’, VII, 243.
9 Nesai, Büyu’, VII, 273-274.
10 Muhasibi, Haris, Risaletü’l-Müsterşidin, s. 57.
11 Muhasibi, Haris, a.g.e, s. 75.
12 Acluni, Keşfu’l-Hafa, Had. no: 700, c. I, s. 227.
13 Hâkim, Müstedrek, Buyu’, c. II, s. 7-8; Tirmizi, Sünen, 4, Buyu’, Had. no: 1209, c. III, s. 515.
14 Acluni, Keşfu’l-Hafa, Had. no: 708, c. I, s. 231.
15 Darimi, Sünen, Buyu’, Had. no: 12, c. I, s. 645.
16 Ahmed, Müsned, c. I, s. 21; İbn Mace, Ticaret, 6, Had. no: 2155, c. II, s. 729.
17 Ahmed, Müsned, c. V, s. 27; Beyhaki, Buyu’, Had. no: 11150, c.VI, s. 49.
18 Ahmed, Müsned, c. II, s. 33; Hâkim, Müstedrek, Buyu’, Had. no: 2165, c. II, s. 14.
19 Hâkim, Müstedrek, Buyu’, Had. no: 2166, c. II, s. 15.
20 İbn Recep el-Hanbeli, Camiu’l-Ulum, c. I, s. 349.
21 İbn Mace, Ticaret, 6, Had. no: 2155, c. II, s. 729; Heysemi, Zevaid, c. IV, s. 100.
22 Bak: İbni Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd el-Endelüsî el-Kurtubî, Dar’u-l fikr, el Muhalla, c. VI, s. 159.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Makama gelince beni tanımadı…

Ankara’da öğrencilik yıllarımda kaldığım bir vakıf evinde, bir yıl, İlahiyat ve Siyasal Bilgiler fakültesi öğrencilerinden …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.