Vuslatın iki anahtarı…

Allah Teâlâ’ya selim bir şekilde vuslatın iki anahtarı vardır. Birisi, içerisinde hiçbir şirk alâmetinin olmadığı kâmil iman; diğeri de ihsan makamında icra edilen salih amellerdir. Sahih iman her zaman asıldır. Ameller onun üzerine bina edilirlerse bir anlam kazanırlar. Rabbimiz bu konuyu şöyle ifade etmiştir:

“Her kim ki Rabbine kavuşmayı/ vuslatı umuyorsa (gerçekten ahiretin varlığına inanıyorsa), salih ameller işlesin ve (erdemli davranışlar yapsın.) Rabbine (iman ve) ibadette hiçbir varlığı şirk koşmasın.”1 İmandaki zaaflar, amellerdeki kusurlar ve işlenen günahlar Allah yolunda terakkiyi mutlak anlamda engelleyen arızalardır. Allah celle celaluh ile insan arasındaki vuslatın engelleridirler.

Muhabbetin ölçüsü

Allah celle celaluh’a karşı derin bir muhabbet veya vuslat (kavuşma) arzusu varsa, bu muhabbet ve arzu sözde kalmamalıdır. Neticelerinin gözlemlenebildiği eylem ve amellere dönüşmelidir. Aksi halde insanlar bu sözlerin arkasına sığınarak yaşamadıklarını yaşamış, yapmadıklarını yapmış ve söylemediklerini söylemiş gibi bir tavra bürünebilirler.

Unutmamak gerekir ki Yüce Allah’a karşı duyulan muhabbet ölçülebilir bir şeydir. Şu ayet buna delalet etmektedir: “(Ey Muhammed! Allah’ı gerçekten sevdiğini iddia eden ve O’nun sevgisini kazanmak isteyen kimselere) de ki: Eğer siz gerçekten de Allah’ı seviyorsanız, (Allah’ın emirlerini size ileten bir elçi olarak) bana (ve bana indirilen Kur’an’a) uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah, (pişmanlıkla tövbe edildiği takdirde, en büyük günahları bile) bağışlayandır, merhamet edendir.”2

Ayet açık bir şekilde Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem gibi yaşamanın Allah Teâlâ’nın sevgisinin bir tezahürü olduğunu belirtmektedir. Bunun yolu da Kur’an’a ve sahih sünnete uymaktır. Günümüzde de birçok insan, Allah celle celaluh’u sevdiklerinden; O’na âşık olduklarından dem vururlar. Hâlbuki Rabbimiz kendisine olan sevginin sahihliğini veya sahteliğini Âl-i İmran Suresi’nin 31. ayetine göre test etmektedir.

Allah’ı sevmenin gerçek göstergesi hayatın tüm alanlarında; itikadi, ahlaki, ibadi, siyasi, iktisadi, ictimai, hukuki, eğitim ve öğretimde Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’i örnek almaktan geçer. Özellikle hayatın genişlik boyutunda Sünnet’i dünya görüşü olarak kabul edilip hayat tarzı haline getirilmedikçe Allah’a aşktan ve muhabbetten bahsetmek inandırıcı değildir. Allah’ı ve Resulünü sevdiğini iddia edenlerin, kendilerini Kur’an-ı Kerim’in ve Sünnet’in boy aynalarında gözden geçirmeleri gerekir.

Boş iddialar

Kur’an ve Sünnet’le örtüşmeyen hayat tarzının ve sahiplerinin sevgi iddiaları boşunadır. Bu hayatın içerisinde iman da vardır, sevgi de; ahlak da vardır, kıyam da; ibadet de vardır, siyaset de; fert de vardır devlette; hukuk da vardır, cihad da; muamelat da vardır, eğitim öğretim de; teheccüd de vardır, iktisadi çözüm de… Kur’an-ı Kerim’in bizzat kendisi de; “Ayetlerin hayatına anlam vermediği kimselerin hiçbir şey olmadıklarına; kimlik iddialarının boşuna olduğuna” şu ayetle dikkat çekmiştir:

“(Yahudilere, Hıristiyanlara ve vahyin kendilerine ulaştığı herkese seslenerek) de ki: Ey (ilâhî mesaja inandığını iddia eden) Kitap Ehli! Siz Tevrat’ı, İncil’i ve Rabb’iniz tarafından size gönderilen (bu son vahyikendinize rehber edinip onu gereğince) uygulamadıkça, asla sağlam bir temele dayanmış olamazsınız.(Allah’ın ayetlerinden bir kısmını benimseyip, bir kısmını reddederseniz, diğer kâfirlerden bir farkınız kalmaz.) Ey Peygamber! Rabb’inden sana indirilen (şu muhteşem ayet)ler, onlardan birçoğunun azgınlık ve kâfirliğini iyice artıracaktır. Fakat sen, bu inkârcılar için kendini üzme; ümitsizliğe kapılma.”3

Ayetin nüzul sebebi hususi olsa da hükmü evrensel ve umumidir. Müslümanım deyip de ayetlere rağmen bir hayat tarzı asla tercih edilemez. Tercih edenlerin iman iddiaları boşunadır. Zira İslâm, hayatın tüm boyutlarına kendisiyle anlam verilmek için gönderilmiştir. Bundan kaçınmak duruma göre kişiyi kâfir, zalim veya fasık yapar.4

İnsan, gerçekten vuslat niyeti taşıyorsa itikadı ve ameli tezkiyeden geçmesi şarttır. İtikadî tezkiyeden geçmeyen veya zihinsel kirlilikle malul olanların terakki iddiaları boşunadır. İstidracla imtihan edilmektedirler. Ellerinde zuhur eden hiçbir şeyin kıymeti harbiyesi yoktur. Tevhidde yakine ulaşmayan hiçbir şahsa Allah Teâlâ, velâyetini lütfetmemiştir. Çünkü zalimleri, fasıkları, münafıkları ve kâfirlerin kızıl ve kara hiçbir türünü veli edinmemeyi emreden Yüce Allah’ın, insaniyet mertebesinden bile düşmüş zevatı veli edinmesi sünnetullaha aykırıdır.

Vuslat, tevhidle; kalbin ve zihnin vahiy eksenli tezkiyesi ile başlar. Evvela zihnin, sonra da kalbin tezkiyesi vuslatın olmazsa olmaz şartıdır. Kafanın ve kalbin Müslümanlaşması velâyetin şartıdır. İşe zihin tezkiyesi ile başlayıp kafayı bütün putlardan temizlemek azim sahibi peygamberlerin sünnetini ihya etmektir.   

Vuslat ümidi   

Meseleyi daha anlaşılır hale getirmek için vuslat kavramını biraz açmakta fayda görüyoruz. Erişme, ulaşma, varma, buluşma anlamlarına gelen vuslatın terim anlamı şudur:

Tasavvuf yoluna giren Müslümanların bir tasavvuf âliminin; mürşidi kâmilin, yol güvenliğini bilen bir velinin denetiminde Kur’an-ı Kerim ve Sünnetle eğitilip Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in ahlakıyla ahlaklandıktan sonra söz ve davranışlarında kendilerini her an Allah Teâlâ’yı görüyormuş gibi hissetmeleri; her an Allah’la olma duyusu ve bilinci, bu samimi duygu, bilinç ve amellerin neticesinde Yüce Allah’a imanla kavuşma ve huzura “kul” olarak kabul edilme. Bu münasebetle Aziz Mahmut Hüdâyi, vuslatla ilgili şu güzel dizeleri söylemiş:

Vuslat gibi ni’met m’olur
Yâ Rab nice şükredelim
Hizmet gibi devlet m’olur
Yâ Rab nice şükredelim

Vuslatın gerçekleşmesi ve bu yoldaki tehlikelerden emin olunabilmesi için riayet edilmesi gereken usul (metot) vardır. Usule riayet edilmeden vuslat gerçekleşmez. Bu gerçeği bilen selef âlimlerimiz şöyle demişlerdir: “Usulsüzlük, vusulsüzlük doğurur” veya “vusulsüzlüğümüz, usulsüzlüğümüzdendir.” Bu bağlamda “Usul, esasa mukaddemdir” sözü de meşhurdur. Hedefe ulaşamamanın nedeni; maksada ulaşmak için gerekli yöntemin (metodun) uygulanmamasındandır.

Usul, sadece tasavvufta değil, diğer İslâmî ilimlerde de öncelikle bilinmesi gereken ilimdir. Hadisten evvel hadis usulünü; fıkıhtan evvel fıkıh usulünü, tefsirden evvel tefsir usulünü ve kelam ilmi öğrenmeden usulünü bilmek şarttır. “Zira usul bilmeyenin ilmine itibar edilmez.” Bu yargı bütün ilimler için geçerlidir. Hele de konu, Allah celle celaluh’a vuslat olursa mesele daha da ciddidir.

Çünkü yol uzun ve tehlikelidir. Tehlikesi, metotsuzluk ve yolda şeytanın veya şeytani düşüncelerin etkisiyle meydana gelecek olan maddi ve manevi arızalardır. Metotsuz ve yol güvenliğini bilen refik olmadan vuslata kalkışılırsa, Allah’ı bulayım derken imandan olma da vardır işin sonunda. Neticede istikametten çıkıp hedefi kaybetme de mukadder olabilir. En büyük tehlike de budur.

Hayat Allah içindir

Tanımından da anlaşılacağı üzere vuslat; iradeli, tezkiyeli, tevhidi, rehberli, salih amelli ve ahlaklı bir yolculuktur. Zorla vuslat olmayacağı aşikârdır. Tevhidi olması ise, vuslat yoluna koyulan kişinin (salikin) düşüncesinde ve amellerinde Allah celle celaluh’tan başka bir varlığı gaye edinmemesidir. Ayette buyurulduğu gibi Müslüman’ın; “Namazı da diğer ibadetleri de, hayatı da, ölümü de âlemlerin Rabbi Allah için” olmalıdır.5

Kısacası salik, kendini Allah Teâlâ’ya adamalıdır. Adanmışlık halinin şirksiz tahakkuku için akaid bilmeyi zorunlu gören bazı ulema, akaid ilmini okumayan ve bilmeyenleri bu yola almamışlardır. Bu incelik her zaman korunmalıdır. Âlimlerimiz, marifeti olmayanın vuslatı olmayacağına inanmışlardır.

Akaid bilmemekten kaynaklanan cehaletle bu yola koyulan bazı insanlar, Allah’ın sıfatları ile bağlı oldukları şeyhlerin sıfatlarını birbirine karıştırmışlardır. Sevginin ölçüsünü bilememişlerdir. Maalesef ulûhiyete ait vasıfları sevdikleri kişilere vermişlerdir. İlahi nitelikleri bu zevata vermek gibi bir yanlışa düşmüşlerdir. Bu yanlış sıradan bir yanlış olmayıp şirktir.

Sâlikin, salih amelli ve ahlaklı olması ise; “Ölene kadar sadece Rabbine ibadet et”6 emrince, şer’i tekliflerin hiç kimseden kalkmadığının şuurunda olmaktır. Bu şuurla ölene kadar, Resulullah’ın temsili çerçevesinde ibadetlerini ihsan makamında ifa etmektir. Herhangi bir şahıstan şer’i tekliflerin kalktığına inanmak küfürdür. Batıl bir inanıştır. Hiçbir peygamberden bile dini teklifler kalkmamışken insanlardan tekliflerin kalkması imkânsızdır. Peygamber Efendimiz’in ibadet hayatı ve ayakları şişene kadar namaz kılması bu tezimizin ispatıdır.

Bu saymış olduğumuz özellikleri taşıyan vuslatın gerçekleşmesi için bir mürşid-i kâmilin refakatinde ve talimi çerçevesinde çıkılan manevi yolculuğa “seyr-u sülûk” denilir. Mürşitsiz, muallimsiz ve ilimsiz “seyr (yolculuk)” olmaz. Olsa bile sonunda Allah Teâlâ’ya vuslat gerçekleşmez. Kelimelerin sözlük anlamlarından anlaşılacağı üzere, Allah’a dosdoğru gidebilmek; O’nu tanımak, rızasını kazanmak, hayatımızın her anını Allah Teâlâ ile anlamlandırmak için hareketliliği, eylemselliği, etkinliği, varlığının bilincinde olarak gayreti ve çalışmayı ifade eden seyru sulûk “min”den “ila”ya yapılan yolculuktur.

Er refik kable’ t-tarik

Bu yolculuğun Kur’an ve Sünnet’in emirlerine uygun olması ve manevi yolculuğa çıkan Müslümanın hayatın her alanında “üsve” olarak Peygamber Efendimiz’i örnek alması gerekir. Kur’an ve Sünnet’te aykırı düşen ve Resulullah’ı örnek kabul etmeyen hiçbir “yol” ve “yolcu” meşru değildir. Yolun meşruiyetinin ölçüsünün vahiy olması münasebetiyle, Kur’an ve Sünnet’ten dayanağı olmayan hiçbir seyr-u sülükun (vuslat yolculuğunun) İslâm nazarında geçerliliği yoktur.

Sâlik, Yüce Allah’a vasıl olmak için yola koyulduğunda kendisine rehberlik eden (yani, daha önceden gidip geldiği için yol güvenliğini bilen) bir velinin refakatinde yola çıkmaktadır. Yol güvenliğini bilen veliden amaç; kendisi vuslata ermiş, bu yolları kat etmiş; hâlleri ve makamları geçmiş ve her an terakkide olan icazet ve istikamet sahibi mürşittir.

Allah Teâlâ’nın esma ve sıfatlarından gerekli payı almak suretiyle, vahiy ahlakının sâlikde içselleşmesi, hayatının her alanında Resulullah’ı örnek edinmesi terakkinin ve vuslatın şartıdır. Bu yola koyulan mü’min, ibadetlerini ihsan bilinciyle yapıyor, şahid insan ve ümmet olduğunun şuuruna vararak evrenin gidişatı istikametten saptığında müdahele edebilecek azmi ve cihadı ortaya koyabiliyor; bu konudaki yeterliliğine kâmil mürşit şehadet edip icazetini veriyorsa vuslat tamamlanmıştır.

Vuslat; Kur’an’ın rengine boyanıp Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem gibi olmaya çalışmaktır. Vuslat; Peygamber Efendimiz’in cihad ahlakını kuşanmaktır. Vuslat; beşeri korkuları yenip gaye olarak sadece Allah Teâlâ’yı bilmektir. Her anı, Allah Teâlâ’nın gördüğü, duyduğu, bildiği ve denetlediği bilinciyle yaşamaktır. Kısacası vuslat; daima Allah celle celaluh ile beraber olmaktır. Bu bilinçten dolayı vakti zayi etmeden, saniyelerin bile üzerine titreyerek yaşayabilmektir.

Zamana ve mekâna müdahale ederek özne olabilmek; gündemi kâfirlerle değil mü’minlerle belirlemektir. Bütün bunlardan dolayı tasavvuf uleması “Er Refik kable’ t-tarik” yani; “Yola çıkmadan evvel arkadaşı, dostu, kılavuzu, rehberi bulmak gerekir” demişlerdir. Refik istikamet ehli olmazsa bu yüce gayeler asla gerçekleşmez. Refikin doğrusunu ve ehil olanını bilmek için kifayet miktarı ilim şarttır. İlim aldatılmaktan koruyan bir nurdur.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR
1 Kehf 18/110
2 Âl-i imran 3/31
3 Bak: Maide 5/68
4 Bak: Maide 5/44-47
5 En’am 6/162.
6 Hicr 15/99.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İlk Japon Müslüman kimdi?

Japonya’nın en eski ve en büyük İslamî kuruluşu olan Japonya İslam Merkezi Başkanı Dr. Salih …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.