Ateist genç öyle bir soru sordu ki…

Muğla’da bir programına katılmıştım. Birkaç defa gittiğimden dolayı orada birçok dostum vardı, bu sayede onlarla da hasret gidermiştik.

Ertesi gün Yatağan İlçesi’nden otobüse bindim, gözlerimden uyku akıyordu. Uyumak için koltuğumu arkaya doğru yatırdım. 50 km kadar yol gitmiştik, fakat ben uyuyamamıştım.

O esnada yanımdaki koltuğa genç bir arkadaş geldi. Bayağı bir yol kat etmemize rağmen hâlâ uykum gelmiyordu. Zaman boşa gitmesin düşüncesi ile genç arkadaşla tanıştım.

Konuşmak istemedi

Ağzından kelime almak çok zor oluyordu. “Nerelisin? Ne iş yapıyorsun?” derken yavaş yavaş konuşmaya başladık.

Bana: “Siz hangi tarikattansınız?” diye sordu.

“- Tarikatlı olduğumu nereden anladınız?”

“- Sakalınız var ya.”

“- Her sakallı tarikatlı mıdır?”

Konuştukça muhabbeti geliştirdik. Ne yazık ki tam adamına çatmıştım. Gençte “inanç” diye bir şey yoktu. Saatlerce konuştuk. Uykusuzdum, bir de onun sorduğu sorular beni iyice yorgun düşürmüştü.

Çok kızmıştım

Otobüsümüz Susurluk’a gelmişti, biz hala konuşuyorduk. En son sorduğu soru şuydu: “Siz ne demek istiyorsunuz, bütün insanlığın elindeki malı, arazisi, her şeyi Allah’a mı ait? Eğer her şey onunsa bir tane ev de bana verseydi de, ben de kiradan kurtulsaydım. O zaman senin gibi sakal bırakır namaz kılardım.”

Doğrusu içimden çok kızmıştım. “Nereden denk geldim?” diyordum. Çünkü hem acayip sorular soruyor, hem de üstüne üstlük alaylı bakışlar atıyordu. “Ya sabır!” dedim, devam ettim:

“- Siz karnınız acıkınca hiç terziye veya berbere gittiğiniz oldu mu?”

“- Ne yani, beni deli yerine mi koyuyorsunuz? Acıkan adam lokantaya gider, kirlenen adam hamama, tıraş olmak isteyen de berbere gider.”

“- Demek ki neyi nereden alacağını biliyorsun. O halde her şeyin sahibinin kapısına da bir defa gitseydin, boyun bükseydin, bakalım o zaman o sana ev verir miydi görürdün? Tenezzül edip de bir kere kapısına gitmediğin Allah sana niçin ev versin ki? Bir parça kâğıttan ibaret olan diploman için yıllarca okula gidiyorsun, bir defa da abdest alıp camiye gitseydin ne kaybın olurdu?”

Mola yerinde

Bu arada otobüsümüz de mola vermişti. Otobüsten inerken: “Hoca çok acayip şeyler konuştun doğrusu, kafam karıştı” dedi. “Çok güzel olmuş, yemek yenecek hale geldiği zaman dibine yanmasın diye aşçı onu sık sık karıştırır. Bak kardeşim, sana son sözlerimi söylüyorum iyi dinle, payın varsa bir şeyler alırsın, şayet nasibin yoksa benim elimden ne gelir? Şimdi ben lokantaya, orada yemek yedikten sonra da abdest alıp mescide gideceğim. Allahu Ekber deyip ellerimi kaldırıp gönlümden şöyle diyeceğim: ‘En yüce olan Sensin, Senden başka kim varsa hepsi de cüce… Sen zenginsin, ben fakir… Sen tabipsin ben hasta… Sen verensin ben alan… “Benim” dediğim her ne varsa onların asıl sahibi Sensin… Ben sipariş vermeden Sen beni türlü cihazatla anne karnında donattın… Hem de öyle ayar etmişsin ki, güneşe uygun göz… havaya uygun ciğer… gıdaya uygun tat… yere uygun ayak vermişsin. Hangisini tek tek sayabilirim ki? Saymaya gücüm yetmediğinden ellerimi bağlayarak ‘elhamdülillah’ diyeceğim, yani ‘övgüye layık olan Sensin, ancak Sana şükür edilir’. Alnımı secdeye koyacağım, ‘sübhanallah’ diyeceğim, yani ‘Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, Sen istersen damlayı derya yapar, Sen murat edersen adi sudan insan yaratırsın. Bir gazaplanıp da yarım saniye sallasan dünyayı da, içinde olanları da yerle bir edersin.’”

Buna benzer cümleleri aklıma getiren Rabbime şükürler olsun. Ben bunları anlatırken o anda karşımda bir kamera olsa ve konuştuklarım kayıt altına alınsaydı daha sonra seyredenler muhtemelen şöyle derlerdi: “Yahu kardeşim sen de hiç usul bilmiyormuşsun. Adam ateist Allah celle celaluha inanmıyor, sen durmuş da ona namazdan bahsediyorsun.”

Böyle diyecek olanlara ben de diyorum ki: “Kul O’nun, yol O’nun, dil O’nun, kalp O’nun… Ben elimden geleni yaparım, gerisi ise onu da beni de yoktan Yaratan’a aittir.”

Zoru başardı

Dediğim gibi yaptım, önce lokantaya gittim yemeğimi yedim, sonra mescide gittim. Bir grup genç cemaat olmuş, namaz kılıyorlardı; ben de onlara uydum, namazımı kıldım. Selamladığımda bizim ateist dediğimiz gencin de mescide gelmiş olduğunu gördüm. Bana mahcup bir eda ile: “Abiciğim buraya geldim, ama inan ki hiçbir şey bilmiyorum” dedi.

“Sen işin zorunu başarmışsın, bundan sonrası kolay. Ellerini kaldır, ‘Allahu Ekber’ de, ellerini bağla, ‘Elhamdülillah’ de,alnını secdeye koy, ‘Subhanallah’ de. Şimdilik böyle başla gerisini kolayca öğrenirsin.”

Sevinçten gözlerimden yaşlar aktı. Otobüse tekrar bindik, Bursa’ya gelinceye kadar hiç müdahale etmeden beni dinledi, soru sordu. İçimde ona karşı öyle bir muhabbet oluşmuştu ki, yorgunluğum, uykusuzluğum birden yok olup gitmişti.

Asr Suresi doğdu gönlüme

Ondan ayrıldıktan sonra içimden neler geçmedi ki: “İman etmiş olanlar sadece Asr Sûresi’nin vermiş olduğu mesajı anlamış olsalardı, İslam’a hizmet etmedikleri gün yatağa girmezlerdi” diye düşündüm.

“Asra yemin olsun ki, insan muhakkak ziyandadır. Ancak iman edip, sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (Asr Sûresi, 1-3)

Lütfen sûrenin girişine dikkat edin. “Yemin eden” Allah celle celaluh, “ziyan eden” insan…

İlk emir iman, imandan sonra ise güzel işler yani sâlih ameller… Bunları yapanın yan gelip yatması mümkün mü! Hemen hakkı tavsiye yani emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i anil münker yapmalı…

Bunun açılımı “kötülüğe fren, iyiliğe motor” olmaktır.

Bunları yapan kişi bilmelidir ki, ayağına taş, tekerine takoz koyarlar. Onun için de tabi ki sabır lazımdır. Allah bizleri okuyan, anlayan, yaşayan örnek insanlardan kılsın.

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

Şunlara Gözat

Tatlıcı Ali Efendi gibi olabilir miyiz?

Bir insan için söylenebilecek en zor iki kelime nedir sizce? “İncitmedi” ve “incinmedi” kelimeleri olsa …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.