Diş kirası nedir bilir misiniz?

Her insanın çocukluğundan pek çok hâtırası vardır. Bunlardan bazıları insanda derin izler bırakmıştır. Ben de üzerimde pek çok tesir bırakan birtakım hatıralarımdan bahsetmek isterim. Erenköy’de geçti çocukluğum. O zamanlar evlerin etrafı bahçelikti. Ayrıca alt katlarda bir misafir salonu bulunur ve samîmî, canlı ziyaretler olurdu. Hususiyle Ramazanlarda verilen iftarlarla dolup taşardı.

İftara ayrı ayrı günlerde ve farklı meslek ve gruptan insanlar çağılırdı. Bir gün arabacılar, bir gün işçiler, bir gün çöpçüler, bir gün esnaf, bir gün hocaefendiler vesaire davet edilirdi. İftardan sonra kendilerine “diş kirası” diye yaygınlaşmış olan bir hediye takdim edilirdi. Bu hediye, bazen elbiselik bir kumaş, bazen de muhatapların durumuna göre bir miktar para olurdu. Teravih namazından sonra çaylar içilir, her grup kendi dünyası üzere sohbet ederdi. O demler, kalplerin kaynaştığı ve birbirleriyle te’lif olduğu en güzel vakitlerdi.

Komşular akraba gibiydi

Çocukluğumda dikkatimi çeken hususlardan biri de komşular arasındaki güzel münâsebetlerdi. Komşu, komşuya akrabâ muâmelesi yapardı. Biz çocuk olarak komşularımızı akrabâlarımızla karıştırırdık. Varlıklı komşular, muhtaçlara bir muhabbet ve şefkat kucağı hâlindeydi. Mahalle sâkinleri, elbirliği ile muhtaçların, gariplerin ihtiyaçlarını giderir ve yetim kızların çeyizlerini hazırlardı.

O zamanlarda verem salgın hâldeydi. Antibiyotikler yoktu. Verem hastaları daha ziyâde çamlık yerlerde tedavi görürlerdi. Mahalleli, bu veremli gençlere büyük bir şefkat gösterirdi. Çünkü veremli gençlerin tedâvîsi, ancak çamlık yerlerde, çamları teneffüs ettirerek olurdu. Erken yaşta vefatlara çok rastlanırdı. Merhametli komşu ve mahalle sâkinleri, onlara kan yapacak gıdalar götürürdü.

Hasta ziyaretleri, her âilenin birinci işiydi. Ziyârete maddî duruma göre, çorba, muhallebi gibi ikramlarla gidilirdi. Ziyaretler kısa tutulur, hastanın gönlüne sürûr verilirdi.

Cenâzeler de öyleydi. Hatimler, duâlar, hep birlikte yapılırdı. Üç gün cenaze evine yemek taşınırdı.

Buz ikram edilirdi

Elli sene evvel buzdolabı çok nâdir bulunurdu. Soğutma için bahçelerdeki kuyulara testiler salınırdı. Buzdolabı olan âileler de akşamüstü komşularına buz ikrâm ederlerdi. Bu ve benzeri ikrâmları da bilhassa çocuklarla gönderirler, onlara küçük yaşta diğergâmlık, yardımlaşma ve hizmet eğitiminin zemini hazırlanırdı.

Çocukluğumda Erenköy sâhili boştu. Denizle karanın birleştiği yerlerde yaklaşık iki metre kadar kumsallık saha olurdu. Orada çocuklarla kumdan evler yapardık. Bir müddet sonra da aramızda anlaşmazlık çıkar ve birbirimize: «– Sen benim yerime geçtin! – Hayır, asıl sen benim sınırıma girdin!» diye çekişirdik. Sonra bir dalga gelir ve paylaşamadığımız o kumdan evlerimizi dümdüz edip giderdi.

Bu hâtıralar, bugün şunu düşündürüyor ki, küçüklükle büyüklük arasında ancak bir derece fark vardır. Yaş ilerledikçe insanı, farklı ve akıl almaz ihtiraslar, boş telâşeler kaplıyor. Ancak neticede hepsi de bir son nefes depremi yahut dalgası ile son buluyor…

Çok ibretlidir ki, bu kadar ilâhî tanzîme âmâ olanlar için hayatın sonu, ne fecî bir aldanıştır.

O unutulmayan ezan

Çocukluk zamanımızda mahallemizin en çok heyecan duyduğu ân da, ezân-ı Muhammedî’nin aslî şeklinde okunmasına müsâade edildiği gün oldu. Herkes o gece erkenden kalkarak sabah ezanını bekledi. O gece sanki bir bayram sabahına hazırlık gecesiydi. Hatta annem de akşamdan bize:

Bu sabah ezan okunacak; erkenden kalkalım da o ânı kaçırmayalım!” diye tembihlemiş, ev halkı değişik bir heyecan iklimine girmişti.

Sanki o sabah, Hazret-i Bilâl’in Kâbe’de ilk ezanı okuyuşundaki mânevî hissiyat ve heyecan bürümüştü gönülleri. Bâd-ı sabâ, onun Medîne’deki ezan sedâlarını da aksettiriyor gibiydi.  Çünkü ezan, milletimiz için bambaşka bir şevk ve hasretti…

Nitekim bazen, Türkiye dışına çıkınca da bu hasreti hep yaşıyoruz. Vatana dönerken de insanın yüreği apayrı bir sürur ve heyecana garkoluyor. Allâh; Kur’ân, ezan ve bayrağımızı, vatanımızı ve milletimizi her türlü tehlikelerden korusun. Şerirlerden muhâfaza eylesin… Âmîn!..

Not: Bu yazı Nisan 2003 tarihli Şebnem dergisinde yer alan “Cennet Çiçeklerinin Terbiyesibaşlıklı mülakattan kısaltılarak iktibas edilmiştir.

Osman Nuri Topbaş/ Şebnem Dergisi

ERENKÖY ÇEVRESİ İRFAN DÜNYAMIZ

İyi Haberler ↗

İyiliklere, erdemlere, örnek davranışlara dair beyaz haberler okumak için tıklayınız.

Hatıra Arşivi ↗

Alimler, arifler, hocalar ve önemli şahsiyetlerin hatıralarını okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.