Vahyi hayata egemen kılmak…

Yüce Allah, Kur’an ve elçisi vasıtasıyla İslâmî yönetimin ilkelerini belirlemiştir.  Bu kurallara göre bilinmesi gerekir ki hiçbir kâfirin, müşrikin, Yahudi’nin, Hristiyan’ın,  münafığın, zalimin, fasıkın, ateistin, deistin, materyalistin Müslümanlar üzerinde velayet hakkı yoktur. Bu gruba elbette liberalistler, kapitalistler ve sosyalistler de dâhildir. Bu bağlamda belirtmeliyiz ki siyaset nitelikli Müslümanlarla yapılan kutsal bir eylem, ilimlerin ise en şereflilerindendir.

Siyaset, ümmeti Peygamber Efendimiz’e vekâleten yönetme sanatıdır. Tevhid, adalet ve emanet üzerine bina edilir. Bu hususu belirtmemizde ki ana neden, siyaset kurumunun kötü gösterilerek Müslümanların siyasetten soğutulup kâfirlere iktidar yolunun açılmasından dolayıdır.

Siyasetin önemi

Yıllarca bu yolda yürümek ya siyasetten nefret veya bu yolu denemenin küfür olarak gösterilmesiyle yönetim işi, batılılaşmayı tercih eden insanlara bırakılmıştır. Müslümanlara özgün fikir beyan etme hakkı bile farklı söylemlerle bloke edilmiştir. Bütün bu olumsuz durumlar Müslümanların siyasal anlamda fikir ve pratik üretmelerini ortadan kaldırmıştır.

Sonuç malum; Müslümanlar dünya sisteminin sağ veya sol cenahının parçası yapılmış, imanları parçalı hâle getirilmiş, ebediyen egemenlik yolu kapatılmış ve dünya sisteminin iktidarının devamına taze kan verilmiştir. Önce siyasetten Müslümanları din adına soğutup sonra da Amerikan sermayesine iktidar yolu açanlar, dini hem gayesinden saptırmak hem de Müslümanca bir siyaset yolunu tıkamak suretiyle büyük bir cinayet işlemişlerdir.

Siyasetin bizatihi önemiyle alakalı Peygamber Efendimiz şu açıklamayı yapmıştır: “Her şeyi fesada götüren bir afet vardır; bu dinin afeti de kötü idarecilerdir.”[1] Peygamber Efendimiz bu açıklamasıyla siyaseti kötü ve zalim kimselerin yapmasının tehlikesine dikkat çekmiştir. Bu bağlamda Resulullah “Ümmeti üzerine en çok korktuğu kimselerin sapık önderler olduğuna[2] dair uyarılar yapmıştır. Bu sapık önderlerin kıyamet gününde azabın en şiddetlisine çarptırılacağını da haber vermiştir.[3]

Müslümanlar açısından zalim insanlarla değil siyaset yapmak yüzlerine bakmak bile günahtır.[4] İslâm’ın hızlı yayılış sürecinden sonra dinimizin bazı hassasiyetleri gözetilmediği için ümmet liyakatini kaybetmiş ve nebevi haberde geçtiği üzere İslâm’ın halkaları teker teker çözülüp kopmaya başlamıştır ki ilk çözülen halka da siyasettir.[5] Bu halkanın kopmasını ebedilik üzerine değil de izafi olduğuna inanıyoruz.

Velayet meselesi

Şayet Müslümanlar Kur’an ve Sünnetteki velayet ile ilgili ayetlerin, hadislerin icaplarını hakkıyla yerine getirecek olurlar ve hayat tarzı olarak dinimize layık bir şekilde yaşarlarsa halkalar yeniden sağlamca yerine oturacaktır. Bu çerçevede bilinmeli ki dini gereği üzere yaşamak ile tercih edilen siyasetin sahihliği arasında doğru bir orantı vardır. Bu orantıyı Hazreti Ali şöyle açıklamıştır: “Mülk/ siyaset ve din kardeştirler. Biri diğerinden müstağni değildir. Din esastır; temeldir. Siyaset ise bekçidir. Temel olmadığında bina yıkılır; bekçi olmayınca da (din) zayi olur.”[6]

Anladığımız kadarıyla Hazreti Ali, hayatın yönlendiricisi âdil siyaset olmazsa, din kurumsal anlamda yaşanmadığı gibi bireysel gevşemeler ve toplu inkârlar artabilir demek istemiştir. Siyaset, İslâm’a hayat tarzı olarak sahip çıkmaz ise hayatı din dışı dünya görüşleri anlamlandırmak suretiyle dinden dönüş; kitlesel irtidatlar olabilir demek istemiş de olabilir. Öyle ki bazı durumlarda siyasetin etkinliği, hayatın istikamet üzerine yürümesinde dinden daha baskın olabilir. Yanlış anlaşılmasını istemediğimiz bu ifade siyasetin öneminin büyüklüğü ile alakalıdır. İşte bunun için kurumsal anlamda âdil siyaset çok önemlidir.

Peygamber Efendimiz, siyasetin ailede başlayıp dışa doğru açılan bir kurum oluşunu çeşitli biçimlerde vurgulamıştır. Bu rivayetlerin en meşhurlarından birinde şöyle buyurmuştur: “Dikkatli olun! Hepiniz bir yöneticisiniz ve yönettiğiniz insanlardan sorumlusunuz. İnsanların üzerinde yönetici olan bir kişi/idareci halkının yönetiminden sorumludur. Kişi aile bireylerinden ve ailesinden sorumludur. Kadın evinin yöneticisidir ve evinden, çocuklarından sorumludur. Köle efendisinin evinden ve malından sorumludur. Hasılı hepiniz yöneticisiniz ve yönettiklerinizden sorumlusunuz.”[7] 

Hesap var

Abdullah bin Ömer’in belirttiğine göre Yüce Allah, her yöneticiyi yönetimi hususunda sigaya çekecektir. Allah’ın emirlerini uygulayıp uygulamadıkları hakkında sorgulayacaktır. Hatta bu sorgu çerçevesinde insan aile fertlerini nasıl yönettiğinden hesaba çekilecektir.”[8]

Bir önceki hadisteki “Râin” kelimesine literal bir anlam tercih ederek “çoban” anlamı veren kimseler olmuştur. Bu kelimenin kullanılmasında mecaz vardır. Belagat ilminden ve dilin inceliklerinden mahrum olanlar bu anlamı kavrayamazlar. Kelimenin sadece sözlük anlamından hareket eden usulsüz deist ilahiyatçılar Müslümanların siyasi tarihleriyle alay ederek ümmetin sürüleştiği veya koyunlaştığı gibi manalar çıkarmışlardır.

Unutmamalı ki İslâm’da mutlak itaat Allah’a ve Elçisinedir. Siyaset adamları dâhil hiç kimseye mutlak itaat edilmez. Yine unutmamalı ki “Şehitlerin efendisi; Hamza bin Abdulmuttalip ve zalim idarecilere iyiyi emredip kötülükleri yasaklarken öldürülen Müslüman kişidir.”[9]

Yeryüzünde var oluşunun hikmetini kavrayan ve Peygamber Efendimiz’in uyarısının gereğince hareket eden bir ümmet sürüleşmez. İnsanı sürüleştiren; konfora ve maddi değerlere tapınma derecesinde bağlanarak cenneti dünyada arama sapkınlığıdır. Tüketim çılgınlığıdır. Liderlik kültüne mutlak itaattir. Bu nedenle insanlığı sürüleştirme eyleminin failleri; çok uluslu şirketler, uluslararası emperyalizm ve onların yerli işbirlikçileridirler. Sağdaki ve soldaki icazetli siyasetin baronlarıdır.

İnsanı sürüleştiren kapital eksenli siyaseti tercih eden dünya görüşleridir. Eğer siyasette halkın sürüleşmesi veya idarecilerin tiranlaşması varsa, işler rotasından sapmış ve siyaset âdil olma vasfını kaybetmiştir. Böyle bir siyasete Müslümanlar sahip çıkmazlar. İslâmî anlayışa göre hakkı verilen siyaset övülmüş, hakkı verilmeyip zulme dönüşen siyaset ise bizzat Hazreti Nebi’nin ağzından yerilmiştir.[10] 

Bütün Müslümanların insan idare etmesini ve yönetimde meleke kazanmasını isteyen Peygamber Efendimiz, farzları ikame etmeyi öğrettiği gibi insanları idare etmeyi de sahabesine öğretmiştir.[11] Bize de Sünnet olarak kalmıştır. Burada hemen belirtmeliyiz ki demokratik toplumlardaki sağ kulvarda oluşan sürüleşmeyi İslâm’a mal ederek bunun üzerinden din düşmanlığı yapmak küfrün cehalet ve ihanetle birleşmiş çirkin yüzüdür. Amacı doğması muhtemel ve hayatın sorunlarını çözecek bir İslâmî hareketi daha doğmadan boğmaktır.

Onlardan ayrılın

Peygamber Efendimiz nitelikli siyasetin Müslümanlarla beraber yapılmasının zarureti hakkında birçok açıklamada bulunmuştur. Bu anlayışın tezahürü olarak Müslümanların müşrikler içerisinde olmalarını istememiş ve şu uyarıyı yapmıştır: “Müşriklerle (gönüllü) bir arada olan ve onlarla (isteyerek aynı dârı/ülkeyi paylaşan) ve meskûn olan aynen onlar gibidir.”[12] 

Bu rivayet Müslümanların kâfirlerden ayrı bir grup ve pakt oluşturmasına vurgu yapmaktadır. Ayrıca bu hadise dayanak olacak onlarca ayet vardır. Esasında bu hadis, Enam Suresi’ndeki şu ayetin tefsiridir: “Ayetlerimizle ilgili, bilgisizce, dalga geçerek, ileri geri konuşmaya dalanları gördüğün zaman, başka bir konuya geçtiklerini görünceye kadar onlardan uzak dur, onların faaliyetlerine engel tedbirler al. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra hemen kalk, (inkâr, isyan, baskı, zulüm ve işkence ile temel hak ve hürriyetleri, Allah yolunu ve Allah yolundaki faaliyetleri engelleyen) zalim bir toplumla asla birlikte oturma.”[13]

Mealini verdiğimiz ayetin tefsirinde kâfirlerle, Müslümanların aleyhine olacak şekilde ortak hareket etmek yasaklanmıştır. Zira küfür ehli, Müslümanlar için hayırlı kararlar almadığı gibi onlarla ilgili iyi şeyler de düşünmez. Ayrıca bilinmeli ki bu toplantılarda Müslümanlar aleyhine çıkacak bir karar, Müslüman olduğunu iddia edip de onların lehinde çalışmayanların dinden çıkmalarına vesile olabilir. Bu bağlamda şu hadis çok önemlidir: “Kim ki bir zalime/kâfire, onun zalim olduğunu bilerek Müslümanlar aleyhine yardımda bulunacak olursa o kişi kesinlikle İslâm’dan çıkmıştır.”[14]

Bir başka önemli rivayette Peygamberimiz; “Bir Müslümanın yanında mü’min birisi küçük düşürülür ve o kişi kadir olduğu halde Müslümana yardım etmeyecek olursa Yüce Allah kıyamet gününde o yardım etmeyen kişiyi bütün insanların huzurunda rezil eder.”[15] buyurmuştur.

Takip ve teklif

Birçok Müslüman ve onların oluşturduğu nebevi kurumlar kâfirlerin yanında küçük düşürülüp kanları dökülürken Müslüman(!) siyaset adamları ne yaptılar? Meşhur rivayette olduğu gibi, “Kişi sevdiği ile beraberdir.”[16] Müslüman Müslümanı seviyorsa onunla ortak hareket etmek, onları ve Müslümanların kurumlarını korumak ve siyaset yapmak zorundadır. Kâfir velayeti ve muhabbeti üzerinden Müslümanca siyaset yapmak imkânsızdır.

Yukarıdan beri belirtmiş olduğumuz anlayışa göre, Allah’a ait olan yeryüzünde Müslümanlar sadece O’nun ahkâmını uygulamak zorundadırlar. Hukukun kaynağının vahye dayanmasını isteyen Kur’an ve Sünnet, ideolojiler üzerinden siyaset yapılmasına onay vermez. Bu kural iman ettiğini ikrar eden Müslümanlar için geçerlidir.

Şurası da unutulmamalı ki siyaset dini tekliflerin tatbikatını hem takip eden hem de teklif olmadığında vahiy eksenli teklifler üreten, Müslümanların sorunlarını çözen bir kurumdur. Her insan bu sorunları çözmede ve siyaset üretmede, teklifleri üstlenip değerlendirmede aynı kabiliyette değildir. Bu farklılık kaht-ı rical olarak değerlendirildiği gibi, siyaset yapmanın üst bir eylem oluşuna atıf da yapar.

Peygamber Efendimiz bu konunun hassaslığına şu hadisinde değinmiştir: “Nasıl ki yüz devenin içinde yük vurmaya layık bir tane deve bulmak zorsa, insanlar içinde de teklif (sorumluluk) yüklenecek kimse bulmak o kadar zordur.”[17] Bu rivayet tüm toplumları ve İslâm toplumlarını psikolojik açıdan tahlil etmek için çok önemlidir. Benzetmeye biçimsel olarak takılıp polemiğe girmek edebi zevkten mahrum olmaktır ve hastalıktır. Bunlarla tartışmayacağız.

Sorun çözebilmek

Siyaset, hadisten çıkan anlama göre ümmetin ve insanlığın sorunlarını çözebilme, teklifleri yüklenme ve bu yüklenilen sorunları çözecek insanları kurumsal hâle getirme eylemidir. Fakat şu tespiti paylaşmadan da edemeyeceğiz.  Müslümanlarda bir sıradanlaşma görülmektedir. Yani verili durumun etkisinde kalarak dünya sisteminin belirlediği gündeme göre hayatın akışını sürdürmektedirler. İdeallerini belirleyememe ve konforun etkisinde kalma dediğimiz hastalıklar Müslümanları da kuşatmıştır.

Statükonun ekseninde hareket eden Müslümanlar “attan, itten ve ottan” bahsederek gündem belirleyememe veya gündelik hayatın karmaşasında eriyip gitmektedirler. Şayet Müslümanlar teklif yüklenmez ve hayatın sorunlarını dini çözümler sunmayacak olurlarsa toplumsal anlamda ideolojik sapma yaşarlar. Sorunlar karşısında çözüm bulamayan kimseler, din yerine çözümü ideolojilerde ararlar ki sonuçta din ütopik bir kuruma dönüşmüş olur.

Kadim dönemlerde hukukçu Müslümanlar gerek gündelik olaylara pratik çözüm buldukları gerekse farazi meselelere bile dinden çözüm sundukları için kimse din dışı bir çözüme yönelmemiştir. Yaşadıkları ülkede kendilerini kiracı gibi görenler İslâmî çözüme yabancı kaldıkları veya çözüm üretemedikleri için seküler düşüncenin yerleşmesine büyük katkı sağlamışlar; karşı oldukları laisizmin taşıyıcılığını yapmışlardır. Bu katkı laikçi kesimin işine yaramış ve din aleyhtarı propagandalarını daha da artırmışlardır.

İmanın anlamı

Peygamber Efendimiz daha Akabe görüşmeleri esnasında dinin özgünlüğünü Medineli Müslümanlara öğretmiş ve dinin amacından bahsetmiştir. İslâm ile ilgili icmali bilgileri alan Müslümanlar, İslâm’ı genişlik boyutuyla tanıdıktan sonra nasıl bir dinle muhatap olduklarını anlamışlardır. Akabe’de Peygamberimizle görüşen ve İslâm hakkında önemli bilgiler edinen Esad bin Zürare, Müslüman olmanın anlamını kavradığı ve dünyada tutması gereken yeri anladığı için kendisiyle beraber Müslüman olmaya gelenlere şu uyarıyı yapmıştır: “Sizler Peygamber’e biat etmekle Arap’ı ve Arap olmayana savaş açmış oluyorsunuz…”[18] 

Benzeri bir örnekte şöyledir: “Abbas bin Ubade, Akabe biatleri yapılırken Hazrec Kabilesine şöyle seslenmiştir: “Siz bu Peygambere hangi şartlar üzerine biat ettiğinizi biliyor musunuz?” “Biliyoruz” dediklerinde tekrar şu açıklamayı yapmıştır: “Siz O’na biat etmekle Arapları ve bütün insanları karşınıza almış olacaksınız.”[19] Yani Müslümanlığı tercih etmekle bütün dünyayı karşınıza alıyorsunuz.

İslâm’ın vahyi merkeze alıp insanın çeşitli şekillerde tanrılaştırılmasını reddetmesi, diğer din ve kültürlerin dine karşı en önemli düşmanlık nedenidir. Durum bugün de aynıdır. Hakka Müslüman olan birisi dinini ideal bir biçimde yaşamayı arzu ettikçe, dünyayı karşısına almış olur. Hayatı tehlikededir. Müslüman olmak bu tehlikeyi göze almaktır.

Bu tip Müslümanlara yerli işbirlikçiler dâhil olmak üzere pek hayat hakkı tanımak istemezler. Şurası da bilinmeli ki Müslümanlığı tercih etmekle dünyayı karşısına almaya cesaret edemeyen kimsenin Müslümanlığı ciddi değildir. Çünkü Müslüman olmanın bilincini taşımayan kimseler modernite ve batılılaşmayla hesaplaşamazlar. Küfre bile rahatlıkla entegre olabilirler. Daha doğrusu, “Gavurla hesaplaşmayı göze alamayan” şuurlu bir Müslüman değildir.

İlkeli ve ahlaklı

Bir muhasebe kabilinden şu hakikati de bilmek gerekir: Sistemin her türlü eğitim, iktisat, hukuk, askeri, siyasi ve sosyal kurumlarına entegre olup battığı yerleri ve bulaştığı pisliği görmeden radikal tavırlar takınmak hastalıktır. Sistemle kadrolu, fıkıhlı, plânlı, sürekli, ilkeli ve ahlaklı bir şekilde daimi hesaplaşmaya giremeyen; nereden, kiminle ve nasıl başlayacağını bilemeyen kimselerin radikallikleri asla ciddi değildir. İlerisi ise siyasette ulufe paylaşımıdır. [20]

Peygamberimiz de diğer peygamberler gibi hâkimiyet mücadelesi vermiştir. Hatta hâkimiyet mücadelesi vermeyi ve iktidar olmayı Resûlulla’a Yüce Allah şu ayette öğretmiştir: “(Ey Muhammed! Rabb’ine yalvararak) de ki: “Ey Yüce Rabb’im; gireceğim her yere esenlik ve doğruluk üzere girmemi, çıkacağım her yerden esenlik ve doğruluk üzere çıkmamı sağla ve bana katından, (şirke, küfre, isyana, fıska ve zulme karşı mücâdelede müminleri) destekleyen bir güç, hukuku uygulayacak, zalimlere cezalarını âdilce tatbik edecek bir yetki) bir kudret bağışla!”[21]

Ayetteki “sultan” kavramı; kahr, galebe ve egemenlik anlamlarına geldiği gibi; şeriatin emirlerini ve ceza hukukunu uygulama mânâsına da gelir. İdareciler bu sultan (yetki) ile dinlerine yardım ederler.[22] Böyle bir duayı hicret öncesinde Allah Teâlâ’nın, Peygamberine öğretmesi oldukça manidardır.

İslâm’a göre hâkimiyetin amacı, hayatın anlamlandırılmasını sadece Allah Teâlâ’nın isteklerine göre düzenlemek; vahyi hayata egemen kılmaktır. Vahyi hayata egemen kılma mücadelesi vermeyen hiçbir peygamber yoktur. Risalet davası, yeryüzünde Allah’ın emirlerinden başka bir görüşün etkin olmasına müsaade etmez. Bu amacının tahakkuku için de kurallarını Yüce Allah’ın belirlediği şekilde bir mücadeleyi Müslümanlara farz kılar. Rabbani ilkelere dayanan bir mücahadeyi Mekke’de kesintisiz şekilde sürdüren Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, burada bir İslâm devleti kuramamıştır. Bu durum onu yeni yer arayışlarına, daha doğrusu ayaklarını sağlamca basabileceği bir mekân aramaya sevk etmiştir.

İslâm devleti kurmak için birçok yer arayan Resulullah, Medine’de karar kıldı ve orayı hicret yurdu seçti. Hicretten sonra da burada devletini kurdu. Devletini kurduktan kısa bir müddet sonra kurumsal yapıya geçti ve atamalar yaptı. Askeri, siyasi, hukuki, eğitim-öğretim, mimari ve uluslar arası konularda önemli işler yaptı. Onun yaptığı işler, gözettiği ilkeler bizler için sünnettir ve bağlayıcıdır.

Referanslarını Kur’an’dan alan Peygamber Efendimizin uygulamaları Kur’an’dan anladıklarıdır. Hiçbir uygulamasında Kur’an’a muhalefet yoktur ve olamaz. Bu ifadeden amacımız, Sünnet’e uymanın vahye de ittiba olduğuna vurgu yapmaktır. Şeriatın beyan ve temsilinin vahye aykırı olması muhaldir.

Yönetimin ilkeleri

Bu yazımızda Peygamber Efendimiz’in yönetiminin ilkelerini kaynaklarından ortaya koyacağız ki sonraki dönemlerdeki Müslümanlar kendilerine örnek alsınlar. Siyasi savrulmalara uğrayarak sağa ve sola kaymak yerine Müslümanca duruş sergilesinler. Siyaset başta olmak üzere hiçbir alanda İslâm’ın dairesinden uzaklaşmasınlar. Bir sapkınlığa uğrayarak din dışı çözümler aramasınlar.

Bu çerçevede şu hadisi bir defa daha hatırlatmakta yarar görüyoruz: “Resulullah, Kâb bin Ucre’ye, “Seni, sefihlerin yönetiminden Allah’a havale ederim” buyurmuştur. Kendisine, “Sefihlerin yönetimi nasıldır?” diye sorulunca şu cevabı vermiştir. “Benden sonra gelip de getirdiğim dosdoğru yola tabi olmayan, benim hayat tarzımı hayat tarzı seçmeyen kimselerin yönetim biçimidir. Sizden kim ki onların yalanlarını tasdik eder ve zulümleri husussunda onlara uyacak olursa, onlar benden değil, ben de onlardan değilim. Ahirette benim havuzuma da yaklaşamazlar…”[23]

Bu rivayet bize nebevi yönetimin dayanaklarının Kur’an ve Sünnet’e tabi olmak olduğunu öğretmektedir. Daha doğru bir ifadeyle yönetimde sefihlik; beyinsizliğin, liyakatsizliğin, ehliyetsizliğin ve akılsızlığın revaç bulup vahyin hesaba katılmamasıdır.

Doğru adres

Adres doğru gösterilince alınacak tavır da doğru belirlenir. Maalesef Müslümanlar bu kriterleri yeterince zihinlerinde canlı tutup hayatın olmazsa olmazı olarak kavrayamadıkları için siyasette rotalarını kaybettiler. Bu kaybediş onlara çok pahalıya mâl oldu. Hayatın gidişatını tayinde üst kurum olan siyasetteki rota sapması, birçok Müslümanın tercih ettiği dünya görüşüne bağlı Müslümanlıkla bağlarının kopmasına sebep olmuştur.

Bu realiteyi dine bütüncül bakamayan, hakkıyla iman etmeyen, siyaset din ilişkisini anlamayan cahiller anlamaz. Anlayacak fehimleri ve basiretleri yoktur. Zaten onların bu cehaletleri ve din siyaset ayırımındaki yetersiz söylemleri kitlesel dinden dönüşlerin iç yüzünü göstermede yetersiz kaldı. Sağa sola savrulanlar kendilerini hâlâ sırat-ı müstakimde zannettiler.

Rabbani ulemanın olmayışı kitleleri uyarısız bıraktı. Ülkemiz akademisyenleri veya medreselileri bu konularda fikir beyan edemeyecek kadar cesaretsiz olunca batılılaşmaya bağlı siyaset tercihi dinin de rotasını ve keyfiyetini belirledi. Bu anlayışa göre Müslümanlar ancak siyasetin müsaade ettiği kadar Müslüman olabildiler.

Eğer ülkedeki verili siyaset, yörünge siyaseti üzerine icazetli ise, yerel politika ile icazet veren kurum Müslümanlığın alanını ortak belirliyorsa Müslümanların vay geldi başlarına. Bu ifadelerimiz ağır gelse de durum bundan ibarettir. Bundan sonra yapılması gereken dinimizin siyasi konulardaki kriterlerini ortaya koyup Müslümanlar olarak dinin bütünlüğü içerisinde yerimizi tevhidi bir bilinçle korumaktır.

Siyaset kelimesinin at binicisi olan “seyis” ile bir yakınlığının olduğu müsellemdir. Her ikisi de aynı fiil kökünden türetilmiştir. Özünde yönetmek, idare etmek ve kazasız belasız yol almak, ilerlemek vardır. Müslümanlar için siyaset, herhangi bir idare biçimi olmaktan ziyade vahiy merkeze alınarak şekillenen bir idare biçimidir. Bu anlayış Müslümanca siyaseti diğer siyaset biçimlerinden ayırır.

Müstakim çizgideki anlayışa göre bir tanım yapacak olursak siyaset; Risalet misyonunu liyakatli insanlar elinde temsil etme ve kurumsallaştırma eylemidir. Bu anlayışa sahip insanlar seçimle iş başına gelirler ve Peygamber Efendimize niyabeten ümmeti adaletle, tevhidi kurallar çerçevesinde yönetirler.

İstişare yapmak Müslüman yöneticilerin en temel nitelikleridir. Yeri geldiğinde söyleneceği üzere yönetici kadroya itaat sınırlı olduğu gibi, yöneticilerin de Müslümanlardan mutlak itaat bekleme hakları yoktur. Tarih içerisindeki bazı kavramlar lafzi anlamda ele alındığı için demokrasi lehine bir söylem geliştirmek gayesiyle Müslümanların idare biçimleri mutlakıyet içeren bir teokrasiye benzetilmiştir.

Hâlbuki Müslümanlığın idare biçiminin teokrasi dâhil insanı mutlaklaştıran veya tanrılaştıran idare şekilleriyle hiç bir ilgisi yoktur. Batılı tasnif içerisinde İslâm’a zorla bir yer bulmak amacıyla yapılan sınıflamalar reel değildir. Zorlamadır. Usulsüz, seviyesiz, kitapsız, kötü niyetli, ideolojik ve bilgisiz yorumlardır.

Daha önce değindiğimiz velayet kavramından yola çıkarak bir tanım yapacak olursak siyaset; Allah’ın el-Velî isminin insanda tecelli etmesiyle yeryüzünde İslâm’ı hâkim kılmak ya da var olan hâkimiyetini devam ettirmek; insanların müstakim çizgiden saptıklarında onları tekrar sırat-ı müstakime yönlendirmek ve onların dünyada emniyetlerini ve huzurlarını sağlamak amacıyla yönetimi kurumsallaştırma sanatıdır. Hedefi, insanın emniyetlerini sağlayarak onu mutlu ve huzurlu kılmaktır. Bunun için de hayatın tüm sorunlarını vahiy eksenli çözmektir. En azından biz siyasetten bunları anlıyoruz.

Böyle bir siyasetin değerini ve önemini kabul ediyoruz. Gazzali’nin deyimiyle siyasetin bu şeklinin “ilimlerin en şereflisi olduğuna” inanıyoruz. Bu ilme şeref kazandıran amacı ve temel dayanaklarıdır. Hedef, ümmeti nebevi kurallar çerçevesinde Peygamber’e vekâleten yönetmek olunca, yapılan işin de değeri artmış olur. Müslümanların siyaseti bu bağlamda anlamaları çok önemlidir.

Bu anlayış sadedinde İslâm, siyasetin üst bir kurum olduğunu kabul eder ve sıradan insanların elinde oyuncak olmasını istemez. Bu nedenle de Peygamber Efendimiz, emr-i bi’l marufun bile yarar sağlamayacağı süreç ile siyasetteki fesat arasındaki ilgiyi şöyle açıklamıştır; “Büyükleriniz/ eşrafınız arasında fuhuş yayılır, siyasette alçak insanlar hâkim olur ve ilim de rezil kimselerin eline kalırsa marufu emretmek ve münkeri yasaklamak bir anlam ifade etmez.”[24] Resulullah’ın hadisine bağlayıcı bir gözle bakacak olursak yönetimin alçaklara terk edilmeyecek kadar şerefli bir iş olduğunu daha iyi anlarız.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR
1 Suyuti, Celaleddin, Cami’u-s Sağir, c. II, s. 448.
2 Ahmed, Müsned, c. VI, s. 441.
3 Abdürrezzah, Musannef, c. X, s. 398.
4 İbni Hanbel, Abdullah b. Ahmed, s. 78.
5 Ahmed, Müsned, c. V, s. 251, Hakim, müstedrek, c.IV, s. 528.
6 el-Hanbeli, Muhammed b. Muflih, Adab-ı şeriyye, c. I, s. 179.
7 Ebu Davud, Sünen, c. III, s. 343; Heysemi, Zevaid, c. V, s. 207.
8 Abdürrezzak, Musannef, c. XI, s. 319.
9 Hâkim, Müstedrek, c. III, s. 215.
10 Heysemi, Zevaid, c. V, s. 200.
11 Aclûnı, Keşf’ü-l Hafa, c. I, s. 223.
12 Ebu davud, sünen, c. III, s. 224.
13 Enam 6/68
13 Heysemi, Zevaid, c. IV, s. 205.
15 Ahmed, Müsned, c. III, s. 487
16 Ahmed, Müsned, c. I, s. 392.
17 Ahmed, Müsned, (Tah: Muhammed Şakir, Had. no: 4516), c. VI, s. 239.
18 Heysemi, Zevaid, c. VI, s. 49.
19 İbni Hişam, Ebû Muhammed Abdulmelik, es-Siretü’n-Nebeviyye, c. II, s. 92-3.
20 Biz burada her zaman ilkeli duran kardeşlerimizi saygıyla anıyor ve her an yanlarında olduğumuzu ilan ediyoruz. Sözümüz ilkesizlere. Sistem dışı geçinip dünyalıklara kul olanlara. Müslüman gençleri önce ülkelerine yabancılaştırıp sonra da kendileri hücrelerine kadar para hırsıyla yanan; verili politikanın veya para merkezlerinin kulları olanları mutlak adalet sahibi Yüce Allah’a havale ediyoruz. (M.S.)
21 İsra 17/80
22 Mâturîdî, Te’vîlât, c. VII, s. 100.
23 Abdürrezzak, Musannef, c. XI, s. 345-6;Ahmed, Müsned, c. III, s. 321; Hakim, Müstedrek, c. III, s. 546; Heysemi, Zevaid, c. VI, s. 49.
24 Ahmed, Müsned, c. III, s. 187.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Selât-ü selam hassasiyeti…

Yüce Allah, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in kendi katındaki değerinden dolayı ona salat-ü selam …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.