Mahmud Efendi’nin başlıca hizmeti…

Sosyolog Prof. Dr. Bedri Gencer Hoca Milat Gazetesi’ne verdiği mülakatta Mahmud Efendi’nin ütopik cemiyeti İslâmîleştirme projeleri yerine dinin ve ümmetin bekasının bağlı olduğu emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l münker sünnetini dirilttiğini, devrime karşı sessiz bir devrim yaptığını, küfrün kalbine paslı bir hançer sapladığını söyledi. Mahmud Efendi ve sonrasına dair de açıklamalarda bulunan Bedri Hoca “şeyhliğin bir nasip işi” olduğunu ifade etti. İşte Bedri Hoca’nın açıklamalarından bazı bölümler:

Mahmud Efendi kuddise sirruhû Hazretleri, dirilttiği nebevî- İslâmî kıyafetle aslında Hıristiyanlığı simgeleyen seküler kıyafeti tamamen reddetmişti. Eğer onun bu cihadı olmasaydı, Müslüman kimliğini sembolize eden sakal, sarık, cübbe, çarşaf gibi sûrî sünnetler ve aslında bu sünnetlere bürünmüş farzlar, yani din, tarihe karışacak, kitaplarda kalacaktı. Bu, ancak firasetli müminlerin anlayabileceği bir husustu.

Bir tarihte Diyanet görevlileri toplantısında Mahmud Efendi’yi “çarşafa taktığı” için tenkit edenlere merhûm Emin Saraç Hoca şu cevabı vermişti: “İş, sandığınız gibi değil. Eğer Mahmud Efendi’nin çarşaf konusundaki hassasiyeti, ısrarı olmasaydı, bugün pardösülü, başı kapalı kadın da kalmazdı.”

Başlıca hizmeti

Mahmud Efendi’nin başlıca hizmeti, Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem’in izinde din (şeriat ve tarikat) ile tebliğinin ihyasıydı. İslâm’da şeriat ile tarikatı (sünnet) öğreten iki müessese olan medrese ile tekke, Cumhuriyet devrinde resmen kapatılmıştı. Mahmud Efendi, bunların tekrar resmen açılmasını ümitsizce beklemek yerine fiilen diriltme yolunu tuttu.

Cumhuriyet devrinde İskenderpaşa gibi cemaatler, İstanbul’da, çıktığı cami etrafında işlevsel olarak tekkeyi diriltirken, medrese geleneği, daha ziyade gayri resmî olarak Doğuda sürdürüldü. Mahmud Efendi, bu ikisini birlikte İstanbul’da ihya etti. Zira dinin bekası, âlim ve şeyhin bekasına bağlıdır.

İkinci olarak Mahmud Efendi, ütopik cemiyeti İslâmîleştirme projeleri yerine dinin ve ümmetin bekasının bağlı olduğu emr-i bi’l-maruf nehy-i ‘ani’l-münker sünnetini diriltti. Onu bu misyona sevk eden, farz-ı kifaye şuuruydu. Yani emr-i bi’l-maruf gibi vecibeleri, birileri yapmadığı takdirde bütün cemiyet, ümmet, helak edilme riskiyle karşı karşıya kalacaktı.

Sünnet cemaati

Mahmud Efendi, tahmin edileceği gibi, ‘Asr-ı Saadet’te Medine-i Münevvere’deki gibi bir “sünnet cemaati”nin inşası yolunda başlıca iki kesime karşı inanılmaz bir mücadele verdi, belalara göğüs gerdi. Bu iki kesim, Müslümanlar ile sistemdi.

Efendi, bir taraftan son derece olumsuz şartlar altında sünneti dirilterek nebevî bir hayat sürmek için Müslümanları ikna ve seferber etmek, diğer taraftan bu yolda maddî ve manevî imkânlar bulmak ve aynı zamanda bütün bunları fincancı katırlarını ürkütmeden, laik sistemin sinir uçlarına dokunmadan yapmak zorundaydı.

55-60 yaşlarındayken Mekke’de geçirdiği rahatsızlık üzerine Mahmud Efendi’yi muayene eden Arap doktor, “Bu zatın bedeninde tam 200 senelik yorgunluk var” demişti. Şüphesiz, veliler de nebiler gibi Allah’ın seçilmiş kullarıydı. Yoksa bu, normal insanlar tarafından kaldırılabilecek bir yük, imtihan değildi.

Şeyhlik istenmez

Mahmud Efendi, 1927, Hasan Efendi, 1929 doğumluydu. İkisi, hemşeri ve en yakın dava arkadaşları ve hısım, dünür idiler. Ve takdir-i ilahî ikisi de tam 95 yaşında vefat ettiler. Hasan Efendi gibi edeb timsali velilerin asla şeyhlik gibi iddia ve hırsları olamazdı. Nitekim şeyhlik, isteyene değil, istenene nasib olan, mânen tevdi edilen bir makamdı.

Edeb, hilm ve tevazu timsali Hasan Efendi, hayatı boyunca asla öne çıkmamış ve nebevî sünnetin ihyası misyonunda Mahmud Efendi’ye refakati en büyük meziyet saymıştı. Onu halifelik makamına layık gören bizzat Mahmud Efendi Hazretleriydi. Altının değerinden sarraf anlardı; ikisi birbirinin kıymetini en iyi bilen insanlardı.

Tabiatıyla Mahmud Efendi gibi karizmatik, kadri yüce bir şeyhin makamını, boşluğunu doldurmak kolay değildi. Dahası Hasan Efendi, oldukça ileri bir yaşta Mahmud Efendi Hazretlerinin halefi oldu; dolayısıyla onun gibi bir hizmet görme imkânı yoktu.

Ancak onun başlıca meziyeti, bir mümin firasetiyle Mahmud Efendi gibi karizmatik bir şahsiyetin vefatından sonra bazılarının şehvetle beklediği sarsıntıya, çözülmeye, fitnelere fırsat vermeden sarsıntısız bir geçişi sağlaması, cemaati bir arada tutmayı başarması oldu.

Himayesinde yetişti

Tekkelerdeki şeyh tayininde başlıca iki usûlden söz edilebilir. Birincisi, şeyhin hayattayken yerine geçecek halifeyi bırakması (istihlâf), ikincisi, ehlü’l-halli ve’l-‘akd denen bilirkişi heyetinin seçmesi. Fikri Efendi, birinci usûlle tayin edilmiştir.

Fikri Efendi, küçük yaşlardan itibaren Mahmud Efendi Hazretlerinin alakası ve himayesiyle yetişmiş, kitaplarının yayına hazırlanması işini ve emekliliğinden sonra İsmailağa Camii’nin imamlığını üstlenmiştir. Bu yüzden Hasan Efendi’den sonra cemaatin başına geçmesi normal karşılanmıştır.

Milat Gazetesi’ndeki 29/04/2024 tarihli mülakatın tamamını okumak için tıklayınız.

Prof. Dr. Bedri Gencer

İrfanDunyamiz.com

KARADENİZ ÇEVRESİ İRFAN DÜNYAMIZ

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Vicdanın sesi bir çağrıdır…

Vicdan iletişimi sessiz ve derindendir. Vicdanı olan insan, etrafına karşı kulak ve göz kesilir. Görmesi …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.